Mezhepler Aynı Kutlu Kaynaktan Besleniyor
Mezhepler, Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra ortaya çıkmıştır. Efendimiz, bütün bu yol ve cetvellerin (kanalların) başı ve bu cereyanların iltika edip (buluşup) deniz haline geldiği bir ummandır.
Evet her şey, makam-ı cem'in sahibi O Zat'a dayanır ve O'ndan feyiz alır. Yani bütün mezhep imamlarımız, ellerindeki kâseyle o deryadan su almış ve onunla beslenmişlerdir.
Ancak Efendimiz'den alınan bu şeyler, mezhep imamlarının tarz-ı telakki yönüyle anlamak ve idrak farklılığıyla, yetiştiği muhit, içtimai hayatın içinde veya dışında bulunmasıyla, devlet idaresinde vazife görüp görmemesiyle, içinde yetiştiği topluluğun bedevi veya medeni olması itibariyle -naslar teferruta ait olmak şartıyla- bir kısım değişik ve farklı tevillere tabi tutulmuştur. Yani herkes kendi iklim şartlarına göre elindeki malzemeyi kullanmış ve ondan teferruata ait bir kısım farklı hükümler çıkarmıştır ki bu biraz da o muhitte öyle olması gerektiği içindir.
Mesela Ebu Hanife'nin mezhebi, Abbasiler içinde gelişmiştir. Ebu Hanife'yi ikna edemeyen Abbasi halifeleri, İmam Ebu Yusuf'u ikna etmişler ve onu şeyhülislam yapmışlardır. Ebu Yusuf, Abbasilerin içinde Hanefi fıkhını geliştirince, Hanefi mezhebinin devlet idaresiyle alakalı yönleri de oldukça seri inkişaf etmiştir. İmam Şafii ise nisbeten daha basit bir muhitte neş'et ettiği için verdiği hükümler o muhite göre daha uygun düşmüştü. Ahmet b. Hanbel'in mezhebi de daha ibtidaî bir çevrede neş'et etmiştir ki öyle bir çevre içinde uygun olan odur. Ve bu hususlar esasata değil, teferruatı anlama mevzuuna tesir etmiştir ve teferruata ait bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır.
İşte bunun gibi faktörlerle mezhepler arasında ayrılık olmuşsa da bunlar, bir ağacın dalları gibidir ve hepsi de nas yörüngelidir.
Mezheplerin dört oluşundaki hikmet
Mezheplerin farklı olmasında büyük rahmet vardır. Onlar olmasaydı halimiz içinde çok fena olurdu. Çünkü mezhep imamları, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) umumi ahvalini anlamaları, tefsirler ve tevilleriyle, hususiyle de teferruata ait meseleleri adeta aralarında taksim etmiş gibidirler; öyle ki bunlardan birinde şahsi durumu itibariyle biraz zorlanan bir insan, diğeriyle amel ederek dinin ruhundaki yüsürden yararlanmış olur. Şimdi isterseniz bu hakikati birkaç misalle biraz daha müşahhaslaştıralım:
Bana senelerce evvel birisi gelmişti. Bu kişi haram olduğunu bilmediği için süt kardeşiyle evlenmiş ve bu hanımdan dört de çocuğu olmuştu. Bu zat, süt kardeşle evlenmenin haram olduğunu öğrenince çok perişan olmuş ve bu vaziyette bana gelip ne yapması gerektiğini sormuştu. Ben de süt annesinin onu kaç defa emzirdiğini hatırlayıp hatırlamadığını sorunca süt annesini bir defa emdiğini söylemişti. Hanefi mezhebine göre kişi süt müddeti içinde bir yudum dahi emse haramlık sabit olur. Şafii mezhebi ise Hz. Aişe'den gelen bir hadise dayanılarak süt kardeşliği için beş defa emilmesi gerektiği hükmünü verir. Bunun üzerine ben, o şahsa Şafii bir imama gidip ona durumu anlatmasını söyledim. O da imam efendiye gidip durumunu arz edince imam, süt kardeşliği için beş defa emmenin gerektiğini ve kendisi için böyle bir durum mevzu bahis olmadığı için evliliğin devam edebileceğini söylemiş.
Evet, böyle tek bir örnekte bile mezhebin nasıl rahmet olduğu açıkça görülmektedir. Ebu Hanife'nin tarz-ı telakkisi içinde meseleyi ele alsaydık, bu şahıs, dinin bu rahmet yönünden istifade edemeyecekti. Bu mevzuda Şafii mezhebini taklit ederek içindeki sıkıntısını gidermiş oldu.
Buna benzer bütün meseleleri bir noktada toplamak da mümkün değildir. Çünkü onlar, istinbat kuralları çerçevesinde Kitap ve Sünnet'ten hüküm çıkarma yoluna göre hükm- ü şer'î nasıl anlaşılıyorsa öyle anlamışlardır; anlamış ve herkes kendi tarz-ı telakkisi içinde bunu tespit etmiştir. Böylece Müslümanlara kolaylık olsun diye hak çizgisinde pek çok mezhep zuhur etmiştir. Ne var ki daha sonraları etbaları birbirine iltihak ederek çoğu terk edilmiş ve dört tanesi kalmıştır.
- tarihinde hazırlandı.