Kâbe Bütün Hayırların Beşiğidir
İslam'a beşiklik etmiş, bir mahal, bir uğrak yeri olmuş ya da olacak bütün şehirlerin, elbette kendilerine göre bir şerefi, bir değeri vardır.
Ancak bu değer, hiçbir zaman Mekke'nin kudsiyeti ile mukayese edilemez. Zira Mekke, hususiyle kendi sınırları içindeki Kâbe ile ayrı bir değere ulaşır ki, buna komşuluk (mücâveret) kudsiyeti de denilebilir. Yoksa arzın merkezinden sidretü'l-müntehaya uzanan bir amûd-i nurânî (nurdan bir direk) olan Kâbe ve Beytullah'ın değeri, hiçbir kutsiyetle mukayese edilemez.
Yine Mekke, Kâbe ile komşu olması vesilesiyle pek çok peygambere, onların hizmetlerine beşiklik etmesi yönüyle de ayrı bir kıymet ifade eder. Tarihin de şehadetiyle hemen her peygamberin, şöyle ya da böyle Kâbe ile bir çeşit irtibatı olmuştur. Ancak onlar, Kâbe ile olan bu irtibatlarının yanında, ikinci bir mekân daha tutmuş ve sanki sidretü'l-müntehadan gelen her şey, bir prizmaya çarpıyor gibi Kâbe'ye çarpıp onunla irtibatlı olan bu gönüllere ışıklar halinde yansımış, onlar da bulundukları yerleri o nurla aydınlatmışlardır. Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) gelince; sanki Kâbe, o güne kadar çıkardığı insanların tümünü, esas çıkarması gerekli olanı bu zat için çıkarmış gibidir. Başka bir ifadeyle, şayet Kâbe yerin göbeği ise esas o göbekle beslenen İnsanlığın İftihar Tablosu olmuştur. Dolayısıyla insanlık çapında böyle bir fışkırmaya beşiklik etmesi ve Efendimiz'i bağrında büyütmüş olması yönüyle de Kâbe ayrı bir değere sahiptir. Ancak Allah (cc), O'nu da yerinde bırakmamış, ikinci vatanı olan Medine-i Münevvere'ye hicret ettirmiştir.
Peygamberlerden başka bütün evliya ve asfiyanın da Kâbe ile irtibatı vardır. Mürşitlikte en son mertebelerden birinin, Kâbe ile olan muarefe olduğu söylenir. Bu açıdan feyzini, bereketini oradan almayan hiçbir mürşit yoktur denebilir. Ancak İmam Gazali, İmam Rabbani, Mevlânâ Halid, Üstad Bediüzzaman gibi kimi insanlar, daha ziyade kendi misyonları adına onunla irtibat kurmuş; kimileri de kendi ferdiyeti içinde Kâbe'ye yönelmiş, onun kendine mahsus lisanına kulak vermiş, yer yer ağlamalarına şahit olmuş, zaman zaman sevinç ve sürurunu paylaşmışlardır. Bütün bunlar, eşyanın perde arkasına nigahbân olan insanlar için İlâhî ve hususi iltifatlardır. Kim bilir belki de, her tavaf edişte hakikat-ı Kâbe ile teşerrüf eden dünya kadar insan vardır; ama avamdan insanlar onu göremezler; zira kaba ruhlar, kaba anlayışlar, kaba mantıklar kendi kabalıkları içinde her şeyi maddede görür, maddede ararlar.
Kâbe'yle İrtibatı Olan Şehirler
Bazı şehirler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür: Mesela Efendimiz'le birlikte Medine'ye taşınan misyon, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan sonra Hz. Ali (ra) tarafından Kufe'ye taşınmıştır. Daha sonra Şam'a, oradan Bağdat'a, oradan da bir manada Mısır'a, Kayrevan'a taşınmış ve bu şehirler, o dönemlerde çok önemli birer merkez olmuş; Endülüs'e, Afrika'ya, Anadolu'ya, Maveraünnehir'e, Amuderya'ya açılan birer rıhtım, birer rampa vazifesi görmüşlerdir. Oralara gidip çarpan Nur-u Muhammedî, daha sonra Anadolu'ya yansımıştı. İşte biz feyzimizi, bereketimizi Mekke'den Medine'ye, oradan Şam'a, Bağdat'a, oralardan Asya steplerine varmış ve oradan dönmüş bize gelmiş olarak buluruz... Anadolu'ya geçildikten sonra, bir dönem Konya bu önemli merkeziyeti temsil etmiş; etmiş ve payitaht olmanın yanında Sadreddin-i Konevi, Mevlânâ, Sultan Veled gibi devâsâ kimseleri bağrında yetiştirmiştir. Onun ardından, Allah (cc), Söğüt'ün bağrında bir tırtılı kuluçkaya yatırmış ve derken âfâk-ı âlemde, Söğüt'te, Bilecik'te, Bursa'da yetişen kelebekler uçuşmaya başlamıştır. Bir ara Trakya'ya geçilmiş ve yüz yıla yakın Edirne pâyitahtlık yapmış, böylece Allah (cc) orayı da teşrif, tekrim ve tebcil etmiştir.
... Ve tarih içinde en büyük misyonu üstlenen İstanbul... Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onun fethine, "Kostantiniye elbet bir gün fetholunacak.." sözleriyle hususi olarak işaret buyurmuş ve fethi asırlar öncesinden tebrik ve tebcil etmiştir. Ancak nasıl ki Kâbe sidretü'l-müntehanın bir izdüşümüdür ve o kıyamete kadar devam edip sürecek; gereği gibi tavaf edilmediği zaman hakikat-i Kâbe derlenip toparlanıp göç edecek.. yani yeryüzünün manası kalmayınca, Allah da (cc) yeryüzünü harap edip hakikat-i Kâbe'yi nezdine yükseltecektir; aynen öyle de, Kâbe'nin de yeryüzündeki izdüşümleri, yani gölgesinin gölgeleri olan bu şehirler de farklı yer ve farklı zaman dilimleri içinde ortaya çıktıkları o teşriften, o tekrimden, o tebcilden nasiplerini aldıktan sonra tarih olmuşlardır ve olacaklardır.
Bundan Sonra Ne Olacak
Ne var ki, bundan sonra da başka şehirlerin ondan nasibini almaları her zaman söz konusu olabilir. Bundan sonra da dünyanın ömrü olduğu müddetçe, yeryüzünde Kâbe ile irtibatlı yerler olacak ve o yerlerle birlikte orada yaşayanlar, bizim "zamanın altın dilimi" diyebileceğimiz bir altın dönem yaşayacaklardır. Ancak Asya'nın ikinci dirilişinde hangi yerler bu şerefle şereflenecek, onu kestirmek oldukça zordur. Biz, Cenab-ı Hakk'ın nereyi tebcil edeceğini bilemeyiz. Öteden beri Allah'ın lütufları hep dairevi döne gelmiştir; hatt-ı müstakim şeklinde değil. Evet, Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın arızasız soluklanacağı dönemler uzak değildir. Ama asıl önemli olan bizim va'de vefasızlık etmememizdir. Dünyada en zor şey, insanların çürümeden oldukları gibi kalabilmeleri ve hiçbir beklentiye girmeden tertemiz duygularla Allah'a kulluklarını sonuna kadar götürebilmeleridir. Zaten aksine bir durumda, başımıza devlet kuşu konacakken, kalkar gider ve biz de olduğumuz yerde kalakalırız. Çünkü bu iş, Kâbe duruluğunda ve Hazreti Muhammed safvetinde temiz insanlar ve sâfî mekanlar ister.
Evet, Cenab-ı Hak önemli bir vazifeyi birinin üzerine bina ederken, ondaki iç mukavemetin bu işe elverişli olup olmadığına bakar. Zayıf ve kaypak karakterler bu çok önemli misyonu taşıyamayacaklarından, işi onlardan alır daha taze ve ruhlarına pas bulaşmamış, içlerine kir girmemiş, çürümeyi hiç tatmamış, hiç sarsıntı yaşamamış granit gibi insanların üzerine bina eder.
- tarihinde hazırlandı.