"Bugüne Kadar Gelmemiş Olmana Şaşıyordum"
Kalbî ve ruhî hayatına, manevi letaifine ve iradesine karşı lâkayd kalmış, nefs-i emmâresinin güdümüne girmiş, aklı gözüne inmiş, maddeden başka bir şey görmeyen, tamamen hayvaniyetini ve cismaniyetini yaşayan insanlarda manevi duyguların uyarılmasında ilk anlatılacak şeyler imana müteallik meseleler olmalıdır.
Ancak buna da herkes aynı ölçüde hüsn-ü kabul göstermeyebilir. Bir insan lâkayd, laubali ise ve tamamıyla cismaniyetini yaşıyorsa, bu insanı tembih edip uyarma çok zor olsa gerek. Hipnozla uyumayan insanlar gibi, siz ona sürekli telkinde bulunacaksınız ama ona hiç tesiri olmayacaktır. Çünkü o, kendi âlemindedir ve sizin dediklerinize kulak asmamaktadır. Dediğiniz şeylerin makes bulması için öncelikle onun sizi dinlemesi gerekmektedir. Ne var ki, her şeye rağmen çok zor olan bu vazifenin mutlaka yapılması lazımdır. Böyle birinin kalbindeki yaraların kendisine gösterilmesi ve küfrün tehditlerinin ve neticelerinin kendisine hissettirilmesi çok önemlidir.
Ayrıca her şeyi maddede arayan, manayı hiç görmeyen bu insanların bazıları da ihmal neticesinde bu hale gelmişlerdir. Bu tür insanların imdatlarına hemen koşulabilse çok çabuk netice alınacağı muhakkaktır. Zira pek çok istidatlı kimse sırf yetiştikleri kültür ortamı itibariyle rahat anlaşılacak meselelerde bile zorluk yaşayabilir. Bu seviyede bazılarına meseleler bir lise talebesi seviyesinde bile anlatılınca, sanki o işe teşne imiş gibi hemen dize geliyor ve 'La ilahe illallah Muhammedün Rasulüllah' diyorlar.
İnsanlar, Madenlere Benzerler
Allah Resûlü (salallâhu aleyhi vesellem), Halid bin Velid Müslüman olduğunda ona iltifatlarda bulunmuş ve Hazreti Ömer'e söylediği aynı şeyleri söylemişti: 'Şaşırıyordum; nasıl olur da Halid gibi bir insan şirkte bu kadar ısrar eder?' Bu sözlerle Allah Resûlü, onun çarçabuk Müslüman olmasını ve küçük bir ameliye ile tasaffi edip som altın haline geldiğini ifade eder. 'İnsanlar madenlere benzerler, cahiliyede altın olanı, Müslüman olduktan sonra da altındır.' sözü de söz sultanına ait. Aradaki fark şudur: Cahiliyede bu altın, taş toprak içindedir; Müslüman olunca da tasaffî etmiş yirmi dört ayar som altın haline gelir. İşte Ömer, işte Halid neticede ikisi de birbirinden yiğit. Hep pozitif kutupta bulunup, daima pozitifliği temsil eden bu iki zat, yer yer cahiliye devrinde birbirlerine karşı olmuşlardır; ama sarrafı bulunca birer meleğe dönüşmüşlerdir. Cenab-ı Hakk'ın İslam adına yenilmez hale getirdiği bu iki müstesna simada mutlaka bir benzerlik vardır ki, bunlar Efendimiz'in huzuruna çıktıklarında Efendimiz ikisine de benzer şeyler söylemiştir. Mesela, Hazreti Ömer'e şu mealdeki sözler: 'Daha ne zamana kadar ya Ömer? Yani senin gibi bir insan nasıl oluyor da bu yamuk yumuk yolda yürüyor? Senden evvel niceleri geldi ki, bunlar senin kâ'bına (topuğuna) çıkamazlar. Sen niye hâlâ bu yanlış yolda yürüyorsun?' Hazreti Halid, Huzur-u Risaletpenahîye gelip aynı atmosferi paylaştığında da ona söyledikleri de benzer şeylerdi. Bu iki müstesna insan, Efendimiz'le tanışıp O'nun yaydığı nurdan istifade etmeye başlayınca hep derinleşti ve hiç ters düşünmediler. Hazreti Halid zinetler içinde Efendimiz'in huzuruna gelmişti. Orada bütün zinetlerini çıkardı ve 'huzurunuzun edebine muhaliftir ya Resûlallah' deyiverdi. Bunları bir yerden öğrenmemişti; ama fıtratı çok selimdi. Sadece bir kibrit çakmayı bekliyordu ki tutuşsun. Bu kibrit Efendimiz'in atmosferi oldu.
Günümüzde de böyle dimağlar vardır. Hususiyle bunları ilhad cephesinde daha bir çokça görüyoruz. Fakir öylelerine de şahit oldum ve öylelerini gördüm ki -Allah'ın izniyle- bir iki söz, bir iki görüntüyle buzdağı sanılan bu insanlar bir anda eriyip 'La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah' deyiverdiler. Bugün bu insanlar Allah adına yapılan çalışmalarda en önde bulunuyorlar. Bunlar arasında ilhaddan gelmiş, imanı en ulvî manada temsil eden nice kıymetli kimseler vardır ki, insanın bazen 'Bizim de geçmiş hayatımız öyle olsaydı da biz de onlar gibi Allah için koştursaydık.' diyesi geliyor. Allah dedirtmesin; zira küfür çok çirkin bir şeydir. Ama meyhaneden gelip füze hızıyla mabede, oradan da Kâbe'ye koşan insanlar, insanın aklına bunları da getirebiliyor. Hazreti Hamza'da bu ışığı yakan hadise, o zamandaki masum Müslümanların mağdur edilmelerine onun şahit olmasıydı. Bu bakışlar onun yüreğini yakmış ve süratle yer değiştirmesine vesile olmuştu.
Evet, muhatabın kabul edip etmemesi bizi ilgilendirmez; elverir ki biz usulünce anlatalım. Kaldı ki Rabb'ime binlerce hamd ve sena olsun, O'nun lütfuyla az bir şey anlatılan insanlar bile hemen hadiselere ve kâinata bakışlarını değiştirebilmektedirler. Burada Cenab-ı Hakk'ın bir lütfu da velilerin, Şah-ı Geylanî ve Bahaeddin Nakşibendi gibi kutupların, Mevlânâ Halid, İmam Rabbani gibi büyük zatların yirmibeş-otuz sene çalışıp ancak elde edebildikleri, o insanların kalbinde imana ait meşaleyi yakma, günümüzde çok daha kısa zamanda ve kemmiyet planında daha fazla bir muvaffakiyet şeklinde gerçekleşmektedir. Bu, Allah'ın ne büyük lütfudur ve bu lütuf karşısında da, 'Değildir bu bana layık bu bende/Bana bu lütf ile ihsan nedendir' (M.L.) söylemek veya Hazreti Pîr gibi; 'nefis cümleden edna, vazife cümleden â'lâ', demek lazımdır.
- tarihinde hazırlandı.