Allah Bize Güzelliğini Göstermek İstiyor
Her cemâl ve kemâl sahibi, cemâl ve kemâlini göstermek istemesine binaen, Cenab-ı Hak da mutlak kemâlini ve kemâl derecesine varan mutlak cemâlini görmek ve göstermek istemiş ve kâinatı yaratmıştır. Kısaca, kâinatın yaratılması Rububiyetin tezahürü içindir.
"Cin ve insi yarattım Beni bilsinler ve Bana kulluk yapsınlar diye" (Zâriyât Suresi, 51/56) buyuran Cenab-ı Hak, kâinatı Kendisini bildirmek, şuunatını göstermek ve bir de Zatını başka aynalarda müşahede etmek için yaratmıştır.
Bazen insanın aklına, Cenab-ı Hakk'ın Kendisini göstermek istemesiyle alakalı tereddütler gelebilir. Bu isteme meselesine karşı insanın içinden gelen reddiye de, insanın kendisinin görme ve görünme istediği zaman riyakârlık yapması keyfiyetinden kaynaklanır. Halbuki insandaki görünme ve bilinme arzusuyla Cenab-ı Hakk'ın tanınma ve bilinme isteği aynı değildir.
Evvela, Cenab-ı Hakk'ı mahlûkata kıyas etmek doğru değildir. Bizde su-i edep olabilecek bir kısım durum ve keyfiyetler ve akla gelen noksanlıklar -O, mülkün tek sahibi olduğundan- O'nda olmaz. Yani biz kalkıp "Şunu biz yaptık, şu işe sahibiz" desek, bu su-i edep olur. Çünkü biz kendi adımıza, o işin aşr-ı mi'şarına (yüzde bir) dahi müdahale edemeyiz. Ama Cenab-ı Hak, -bir kudsi hadiste de dediği gibi- "Ben melikim. Ben melikler melikiyim. Bütün meliklerin kalbi elimdedir. Bana itaat ettiğiniz zaman onların kalblerini lehinize çeviririm, isyan ettiğiniz zaman aleyhinize çeviririm. Öyleyse kimseyi değil, nefsinizi levmedin ve sürekli Bana tazarru ve niyazda bulunun ki Ben onlara karşı size yeteyim" dese bu, O'nun azametine uygun bir söyleyiş olur.
Evet, Allah yarattıklarından farklı ve yücedir. O'nun bazı sıfatları insanlarda da cüz'i olarak görülse de Allah mütealdir. Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir kudsi hadiste Allah'ın azametinden bahsederken şöyle buyurur: "Ben Allah, Melik ve Cebbarım! Her şeyin üzerinde mutlak sultan ve hâkimiyetim vardır. Kimse benim taht-ı tasarrufum dışına çıkamaz. Nerede yeryüzünün melikleri ve orada büyüklük taslayanlar?" İşte bunlar, Kendisini anlatmada Cenab-ı Hakk'ın ifadeleridir. Sahabe Efendilerimiz Allah Resulü'nün bu ifadeleri anlatışını resmederken derler ki, "Birdenbire minber lerzeye geldi, Efendimiz düşecek diye korktuk" (Müslim, Münafikin 25) O, bu meseleyi o kadar şuurlu ve içten söylüyordu ki, adeta orada her şey lerzeye geliyor ve neredeyse cami, kubbesiyle beraber çökecek gibi oluyordu.
Kimin bu mülk: Vahid ve kahhar olan Allah'ın
Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de de çokça anlatır Kendini. "Limeni'l-mülk - Mülk kimin?" diye sorar. Cevabı da çok nettir: "Lillâhi'l-Vâhidi'l-Kahhâr - Vâhid ve Kahhâr olan Allah'ın" (Gâfir Suresi, 40/16) O, her şeyi siliyor, süpürüyor, adeta bütün mahlukat üzerine bir sünger çekiyor, sonra da "Kimin bu mülk?" diyor ve cevap veriyor: "Vâhid ve Kahhâr olan Allah'ın..."
Şimdi bu arzettiğim hususların herhangi birini bir insan söylese gurur ve kibir alameti olur. Ama Cenab-ı Hak "Kibriyâ Benim sıfatım, lazımım, Benden ayrılmaz bir şeydir" manasına "el-kibriyâü ridaî - Kibriya Benim ridamdır" buyuruyor. Ama bir insan kalkıp bunları söylese kibir ve gurur izhar etmiş olur. Çünkü haddizatında insan, o mülke sahip değildir.
İnsanı yakan üç ateş: Riya, Süm'a ve Ucb
Bir insanın, sahip olmadığı bir meseleyle ortaya çıkıp kendisini göstermesi bir kibir ve gurur alametidir. Yaptığı şeylerin birileri tarafından görülmesi ve takdir edilmesi arzusu da " riya" dır. Bir insanın sahip bulunmadığı bir meseleyi duyurması, yani vaziyetini başkalarına işittirmesi "süm'a", kendisine ait olmayan bir meseleyi içinde gizleyip "ben bu güzelliğe mazharım demesi" de "ucb" alametidir. Haddizatında bir insan, bazı faziletlere hakiki olarak sahip bulunsa, mesela o hakikaten büyük olsa, gösterisini yaptığı şeylerin hakikisini gösterme durumunda bulunsa, o insanın "Ben melikim, mâlikim" demesi kibir ve gurur olmaz. Ama insan, elindeki hiçbir şeyin hakiki sahibi değildir. Demek insanda işin hatarlı olmasının sebebi onun iddia ettiği şeylere hakikatte sahip olmamasıdır.
İnsan riya ile amel ederken esasen sahip bulunmadığı bir şeyle kendini satıyor demektir. Boyu kendisi için açılan pencereye yetişmediğinden o pencereyi dolduruyor veya parmaklarının ucuna dikiliyor sayılır. Aslında içtimai hayatta herkesin görüp görünmesi için böyle bir pencere vardır. Bir insanın boyu uzun ise, yani hakikaten kâmet-i kıymeti var ise, o takavvüs edip iki büklüm olacaktır. Onun için kâmilde kemâlin alameti tevazudur. Şayet kendisine açılan pencere kâmet-i kıymetinden yüksek ise, o da pencereyi doldurmak için uzun görünmeye çalışacaktır. Küçüklerde küçüklüğün alameti, büyük görünmektir. Kim riya yaparsa Allah, ona kime ibadet yaptığını öbür âlemde gösterecektir. Kim süm'a yaptıysa Allah onu da mele-i a'lada ilan edecek ve duyuracaktır.
Mesele bu açıdan ele alınınca, Cenab-ı Hakk'ın Kendisinin sahip bulunduğu şeyleri anlatması hakkın ifadesidir. İnsan ise, Allah'a ait şeyleri ve Allah'ın lütuflarını kendine aitmiş gibi gösterdiğinden onunki riya ve süm'a olur. O bakımdan Allah'ın Kendisini göstermek istemesi gayet normaldir. Çünkü O, mülk sahibidir, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, istediği gibi konuşur, istediği gibi beyanda bulunur ve "Benim" diyebilir. İnsana gelince o, neye "benim" diyebilir ki! Neye "benim" dese arkasından başkasına ait olduğu ortaya çıkar. Başkasına ait bir şeyle tezahür ise, Yunus Emre'nin dediği gibi, âriye gömlekle, yani başkasının elbisesiyle zifaf odasına girmek gibi olur ve onun kime ait olduğu da ertesi gün ortaya çıkar. Evet bu meselede insanla Hâlık'ın durumu birbirinden tamamen ayrıdır.
- tarihinde hazırlandı.