En İsabetli Hizmet Yolu Hangisidir?
En isabetli hizmet, Ehl-i sünnet ve'l-cemaat çizgisinde verilen hizmettir ve bu çerçevede gerçekleştirilen bütün grupların hizmeti alkışlanmalıdır.
Bana göre, hizmet eden kim olursa olsun, mutlaka ona muzahir (destek) olmak gerekir. Zira böyle bir düşünce ve anlayış, hakka hürmetin ifadesidir. 'Hakkı sadece ben temsil edebilirim. Hak sadece benim çizgimdedir.' düşüncesi, samimiyetle söylense ve hüsn-ü niyete makrun olsa da, nefisperestlik ifade ettiğinden/edeceğinden dolayı Allah indinde makbul değildir. Zira Allah'a giden yollar, mahlukatın solukları sayısıncadır. Bu mevzuda araştırılacak tek husus, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in kendisine, 'Ehl-i necat kimdir?' sorusuna karşı verdiği cevap çerçevesi içinde Ehl-i sünnet ve'l-cemaat çizgisi olmalıdır. Allah Rasulü ümmetinin yetmiş üç fırkaya bölüneceğini ve bu fırkalardan sadece birinin ehl-i necat olduğunu/olacağını haber vermiştir. Bu fırkaların hepsi de görüşlerini Kur'an ve Sünnet'e dayandıracaklardır. Ne var ki, Allah Rasulü, ehl-i necat olan o tek fırkanın, falan millet veya filan oymaktan olan insanlar değil, Kendisinin ve Ashabının üzerinde yürüdüğü yolda, yani sırat-ı müstakimde ve Kur'an'ın şehrah dediği yolda yürüyenler olduğunu ifade buyurmaktadır. Aslında, objektif olan da işte budur; evet kurtuluşa erecekler Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yolundan gidenlerdir. Tekrar edecek olursak, bu çizgide hizmet eden herkesi alkışlamak, hizmetin en isabetlisi, yolların en doğrusu ve Peygamber Aleyhissalâtü vesselam'ın da çizgisidir.
Örnek, Allah Rasulü'dür
Sâniyen, şahıslar önemli değildir. Önemli olan şahısların tavır ve davranışlarının, Allah Rasulü'nün tavırlarına uzaklık ve yakınlığıdır. Efendimiz'in Ashabıyla beraber bir hayat-ı seniyyesi vardı ki, melekleri de ruhanileri de imrendiriyordu. Aynı zamanda, onlarca dinî hayat bütünüyle yaşanıyor, mevcut problemler çözüme kavuşturuluyor, ilerideki benzerlerine de alternatif çözüm yolları gösteriliyordu. Nerede ve ne zaman hangi hadise zuhur edecekse, o hadise, devr-i Risaletpenahî'de çok küçük planda da olsa mutlaka bir benzeri bulunuyordu. O devirde teker teker gönüllere Müslümanlığı duyurma vardı; bu, kıyamete kadar hızı değişse de devam edecektir. O devirde gizli gizli de olsa hak ve hakikat neşrediliyordu. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde hızlı, daha sonraları biraz yavaşça ama devam ediyordu. O devirde yurdunu yuvasını terk edenler olmuştu, kıyamete kadar da olacaktır... Kaba çizgilerle, Allah Rasulü ve Ashabının İslam'la alakalı yaptıkları bunlardı. Bir değişik zaviyeden şöyle de değerlendirilebilir: Ehl-i iman ile ehl-i küfür arasında, hususiyle haklarını müdafaa edemedikleri durumlarda, Allah Rasulü daha ziyade, gönüllerde imanı pekiştirme yolunu seçmiştir. Bu, büyük mücadele ve dayanmayı devam ettirecek o kimselerde sebat, kararlılık ve azim ruhunu geliştirmiştir. Bu şekilde, daha baştan dönecek kimseler dönecek, ileride yol sarpa sarıp çetinleştiği zaman kararlı ruhlar oldukları gibi dimdik duracaklardı. Dimdik duracaklardı başlarında değirmen taşları döndürülse de. Evet, Kur'an-ı Kerim'in yer yer âyât u beyyinatıyla ifade buyurduğu gibi, inanmış kimseler yer yer imtihana tabi tutulacak, emniyet, huzur, yurt ve yuvalarına dokunulacak, tekrar ber tekrar imtihana maruz kalacaklar; böylece Allah, sadık olanları olmayanlardan ayırmış olacak. Aslında Allah Rasulü'nün hayat-ı seniyyelerinde böyle şeyler hep yaşanmıştı. Binaenaleyh bu devreyi de çok iyi tespit etmeli, eğer böyle bir zaman dilimi yaşanıyorsa, her şey ona göre değerlendirilmeli ve üzerinde durulması gerekli olan hassas konulara önem verilmelidir.
En makul hizmet yolu
Bir nokta daha vardır ki o da şudur: Mümin, davranışlarının ehl-i iman adına fiyasko ile neticelenmesine sebebiyet verecek şeylerden katiyyen sakınmalıdır. Müminin tek başına bir hayatı yoktur. O, kendi hususî hayatını, içinde yaşadığı, kederde-tasada beraber olduğu kimselerle paylaşmaktadır. Bu sebeple müminin hayatındaki bir fiyasko veya bir falso, arkadaki bütün saflara sirayet eder. Bu onların kimisinde inkisar, kimisinde de ümitsizlik meydana getirir. Bir mümin başkalarının başını ağrıtacak şekilde 'ben' deyip kahramanlık yapamaz. Çünkü verilecek ceza, sadece ona verilmez. Diğer müminler için de şartlar ağırlaştırılır ve Müslümanlık o coğrafyada yaşanmaz hale getirilir. Evet, bir hizmet düşünüldüğünde, her şeyden evvel, tenasüb-ü illiyet prensibine göre sebepler ve neticeler ele alınmalı, adeta bir teşrihçi usulüyle masaya yatırılmalı ve çok iyi gözden geçirilmelidir. Bu kol, şu kadar gücü kaldırabilir mi? Kaldırabilirse o kola, o ağırlık yüklenmelidir. Kaldıramıyorsa -tenasüb-ü illiyet fizikte önemli bir kanundur- o kol, o yükün altına sokulmamalıdır. Biz, hüsn-ü niyet sahibiyiz. Bizden bu memlekete hiç zarar gelmemiştir ve gelmez de. Bütün cihan bizi bilir. Biz, samimiyetle coşar, ihlasla gerilime geçer ve Allah rızası için heyecanlanırız. Başkaları kelepire koştuğu zaman da, -Allah'ın lütuf ve keremiyle- ellerimizi kaldırıp içten gele gele şöyle deriz: 'Ya Rabbi! Bir hizmet mevsimiydi, bitti. Artık emanetini alma zamanı gelmiştir. Al ve bizi kurtar.'
Bununla beraber bizim, kendimizi içte ve dışta, dine karşı düşmanlığı cibillî olarak benimsemiş ve din düşmanlığı kendilerinde cibillî bir hal almış kimselere kendimizi anlatacağımız zamana kadar, -açık ve samimi olma zaten genel tavrımızdır- yanlış anlaşılmaya da sebebiyet vermemeliyiz. Zira netice itibariyle bu mevzudaki falso ve fiyasko, şu ana kadar belli bir tekevvün kazanmış, dirilişte belli bir merhaleye ulaşmış hizmet insanları ve onların sağında ve solunda bu işe gönül vermiş hasbîlerin şimdiye kadar ortaya koydukları sa'ylerinin semeresine dokunur, onların ümitlerini kırar ve onları inkisara uğratır.
Mevzuu hülasa edecek olursak; en makul hizmet, Allah Rasulü'nün hareket tarzı içindeki hizmettir. Çünkü Kur'an, Allah Rasulü'nün bizler için bir misal ve numune-i imtisal olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim bizi hep bu istikamette hizmete muvaffak kılsın. Bu hizmet en makul hizmettir. Bu ölçüyle bakınca 'falanınki yanlış, filanınki de doğrudur' dememek gerekir. Mühim olan kıstastır. Kur'an bir zümre müstesna -o zümre ki daima insanlığın başının belası olmuş, küfre kilitlenmiş, imana ve ehl-i imana cibilli düşmanlık besleyenlerdir- hak ve hakikati duyurma adına herkese açık durmayı emreder. Herkesle belli ölçüde münasebeti yeğler ve bizi hakkın tercümanı olmaya çağırır.
- tarihinde hazırlandı.