Yüzünü Mescid-i Haram'a Çevir
'Nereden (sefere) çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. (Müminler siz de) nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yöne çevirin ki, aralarında haksızlık edenler müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın. Yalnız benden korkun. Bu, size olan nimetimi tamamlamam içindir. (Bu suretle) umulur ki doğru yolu bulursunuz.' (Bakara, 2/150)
Efendimiz (sav) Medine'ye teşrif ettikten sonra 16 veya 17 ay boyunca, namazlarını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kılmışlardı. Tabiî o günlerde, Kabe'nin içi putlarla doluydu. Allah Rasulü (sav) ise putlara en küçük bir teveccühte dahi bulunmama mesajıyla gönderilmişti. Dolayısıyla belli bir süre kat'î tavrını ortaya koyma adına O'nun Ka'be'ye yönelmesi, namazlarını o tarafa doğru kılması men edilmişti.
Aslında hakikat-ı Ahmediye ile hakikat-ı Kabe arasında çok ciddi bir alaka vardır. Ezeli takdir gereği fıtratında bunu hisseden Allah Rasulü (sav), daima Kabe'ye doğru yönelmek istemiştir ki, O'nun bu kalpten yönelişini Kur'ân bize şöyle anlatır: 'Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz.' (Bakara, 2/144) Efendimizin yüzünü göğe çevirmesindeki kastı ise, kıblenin tahvili konusunda, Cenab-ı Hak'ın yeni bir hüküm vazetmesi arzusu idi. Evet O, adeta ötelerden bir haber bekliyordu. Nitekim ayetin devamı bu müjdeyi veriyor ve 'Şimdi seni memnun olacağın bir kıbleye döndüreceğiz' (Bakara, 2/144) diyor ki, bu hakikatı anlayabilmek biraz zor olsa gerek. Hakkıyla bunu anlamak ancak, Hz. Muhammed (sav) gibi Ka'be ile tev'em bir döl yatağında yaratılmış olduğunu kavramaya vâbestedir.
İşte bu çerçeve içinde Efendimiz'in müşriklere müdârât ve mümâşât sayılabilecek mevzularda kesin tavrını koyması gerekliydi. Evet, hakikat-ı Kabe'nin kendisiyle ciddi bir alakası vardı; vardı ama, O'nun bi'setinin sebebi olan tevhid meselesi, Kabe kutsiyetinin de, Kabe'nin kıble olmasının da çok çok önündeydi. Onun için Efendimiz Mekke'de yönelmeye başladığı Mescid-i Aksa mihrabına belli bir süre Medine'de de devam buyurdu.
Medine'deki Yahudiler ise, kıblenin Mescid-i Aksa olmasından hareketle, biz asıl, siz ise bize tâbisiniz demeye başlayarak bunu dinleri adına bir hüccet olarak kullanmak istediler. Aslında Efendimiz arzu etseydi Medine'ye varır varmaz, Kabe'yi kıble edinebilirdi; ama O, kendi başına hareket etmiyordu ki!.. Evet O her davranışında Allah'a bağlı ve kendine rağmen yaşayan bir Ufuk İnsandı.
Ayrıca, Efendimizin (sav) Mescid-i Aksa'yı kıble olarak kabul etmesi, Yahudiler içinde Abdullah bin Selam gibi nicelerinin gönlünde hidayet meş'alesinin daha bir iştialini sağlamıştı. İhtimal kitaplarında, gelecek peygamberin bu hususiyeti de zikrediliyordu. Her ne ise Yahudilerden bazıları İslam'a dehalet ediyorlardı ki, 16-17 ay süren bu uygulamadan maksat hasıl olmuş ve o insanların, müslümanlar aleyhine kullanabilecekleri delilleri kalmamıştı. Yani, müşrikler, siz içi putlarla dolu Kabe'ye yöneliyorsunuz, Yahudiler de, 'siz bizim kıblemize dönüyorsunuz; demek ki asıl din, bizim dinimiz' diyemiyeceklerdi. İşte tam bu ortamda Allah (cc), Rasulü'nü, hakikat-ı Kabe ile buluşturdu ve oraya yönelme emrini verdi. Zaten, Ahd-i Kadim'de Eş'iyâ (as)'a ait bölümde de bu hadisenin böyle cereyan edeceğine dair bir kısım işaretler var ki, Yahudilerden bazıları da buna binaen, Efendimiz'in Mescid-i Aksa'ya namaz kılışını yadırgayarak 'gelecek peygamberin kıblesi Mekke olacaktı; bu ise hala Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılıyor' diyorlardı ki, bu da değişik bir zaviyeden vakaya ışık tutmaktadır. 'Size nimetimi tamamlayayım.' Yani, sizin namaz kılarken Mescid-i Aksa'ya yönelmeniz bir nimettir. Ama asıl nimet sevgililerin buluşması ki, bu, Hz. Muhammed'in ve O'nun şahsında ümmet-i Muhammed'in Kabe ile buluşmasıdır. Dahası oradan da bir yol bulup Sidretü'l-Müntehâya çıkması ve ilahi teveccühle yüz yüze gelmesidir. Bu ise ancak Ka'be'ye yönelmekle olur. İşte bu mânâda Cenab-ı Hak, nimetini tamamlamış oluyordu ki, bu da bu ümmet-i merhumeye has bir mazhariyettir.
- tarihinde hazırlandı.