Kur'an Ayetleri Işığında Ana Rahminde Bebeğin Meydana Gelişi

Allah (cc), hem hücreler, hem de hücrenin içindeki DNA ve RNA gibi önemli moleküller arasında ciddi bir vahdet temin etmiştir. Şayet hücre içinde bu sistemler arasındaki vahdet bozulacak olursa, hücreler arası ve hücre üstü âhenk de alt-üst olur. Ayrıca hücrenin içinde DNA ve RNA'dan başka çeşitli aminoasit dizileri vardır ki, bunların çoğu hakkında henüz ciddi bir bilginin varolduğu söylenemez.

Bilinen bir husus varsa o da, hücrenin içinde bulunan maddelerin adeta bir hükümet gibi âhenk ve nizam içinde çalışıyor olmalarıdır. Evet bütün bu hücreler, bir araya gelerek insanın vücudunu oluşturmaktadırlar. İnsan, milyarlarca hücreden meydana gelmiş adeta tek hücre gibi bir varlıktır. Onu meydana getiren bu hücreler arasında öylesine bir irtibat ve âhenk vardır ki, insan hiçbir zaman kendisinin parça parça ve birbirinden kopuk farklı nesnelerden meydana geldiğini asla hissetmez. Yine bu hücreler arasında birbirinden kopuk olmalarına rağmen öyle bir vahdet vardır ki, insan, birbirine karıştırmadan herhangi bir nesneyi gördüğü aynı anda o şeyi veya başka bir cismi duyabilmekte, tadabilmekte, koklayabilmekte ve tabii yürüyebilmekte, konuşabilmektedir. Halbuki bütün bunları kumanda eden hücreler farklı farklıdır. Fakat bütün bu farklı farklı hücreler arasında bir ayrılık değil, aksine, tıpkı bir aile fertleri arasında olduğu gibi kuvvetli bir birlik, sevgi ve dayanışma vardır.

Evet, insanın vücudundaki bütün organlar, böylesi bir birlik, irtibat ve dayanışma içindedirler. İşte bu organlardan biri de, eskiden 'rahm-i mâder' veya 'meşîme', günümüzde ise 'döl yatağı' denilen ana rahmidir. '(Ey insanlar!) Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? İşte o suyu, belli bir zamana kadar sağlam bir yere yerleştirdik. Biz bunu böyle takdir edip kararlaştırdık. Ne güzel takdir ederiz Biz!' (Mürselât, 77/20-23) ayet-i kerimesinde, bu organa işaret edilmektedir. Ana rahmi, kendisine 9 aylığına misafir olarak gelen ve yumurta ile aşılandıktan sonra bir canlının meydana gelmesine vesile olan spermi karşılamak için ciddi bir şekilde hazırlanmakta ve daha sperm gelmeden onda bir kısım kimyevî değişiklikler olmaktadır. Bu değişmeler esnasında rahmin duvarları kalınlaşmakta, bezler büyümeye başlamakta ve yumurtalığın salgıladığı bir kısım hormonların rahmin duvarlarını uyarmasıyla rahim içinde bir hareketlilik meydana gelmektedir. Daha sonra rahmin duvarları vitaminlerle donatılmakta ve araları tarak ve testere dişleri gibi olmakta ve bütün bu dişlerin arası meydana gelecek yavruyu besleyecek gıda maddeleriyle donatılmaktadır ve bu faaliyetler her ay tekerrür etmektedir. Rahim, misafirinin rahatlıkla kayıp gelebilmesi için, onun geleceği istikamete doğru kaygan bir sıvı salgılamaktadır. Bütün bunlardan sonra şayet rahimde bir aşılanma olmazsa, bütün bu fazlalık maddeler, 'aybaşı' denilen hadiseyle dışarıya atılmaktadır. Çünkü bu maddeler, orada daha fazla kalacak olurlarsa, rahmi tahriş eder ve bir kısım hastalıkların meydana gelmesine vesile olabilirler.

Aşılanma olduğunda ve bu maddeler dışarıya atılmama durumunda ise, içeriye giren spermle aşılanmış olan yumurta, rahmin bir tarafına asılarak oradan beslenmeye başlar. Daha sonra bir tane olan yumurta hücresi, bir hafta gibi kısa bir sürede çoğalarak binlerce hücreye dönüşür. Anne rahmindeki mekanizma, her zaman öylesine mükemmel işlemektedir ki, tohumun aşılanması esnasında, aşılanmış bu mikro varlığın hemen yanı başında küçük bir nokta da belirmektedir. Tohumun gelişmesine paralel olarak bu nokta da devamlı gelişmektedir. Buna halk dilinde 'eş', tıpta ise 'placenta' denilmektedir. Çocuk, anne karnında 9 ay hiç durmadan gelişirken bir bakıma onun karaciğer, akciğer, böbrek ve sindirim sistemi, işte bu placentadır. Yavrunun göbeğinin bir ucu kendisine, diğer ucu ise gerek insanda gerekse hayvanda doğumdan sonra gereksiz olduğundan dolayı dışarıya atılan, adeta bir torbaya benzeyen ve zâhiren biçimsiz görünen bu placentaya bağlıdır. Göbek bağı, spiral şeklinde ve ne tarafa bükülürse bükülsün kırılmaz bir keyfiyette yaratılmıştır. Göbek bağında iki tane atardamar, bir tane de toplardamar vardır. Atardamarlar, yavrunun metabolizma artıklarını placentaya ulaştırırken, toplardamarlar da annenin vücudundan protein ve vitamin gibi yavruya faydalı maddeleri toplayıp anne rahmine getirerek çocuğu beslemektedir. En küçük şeylere en büyük işleri yaptıran Cenab-ı Hak, bütün bu akıl almaz işleri basit bir kordona yaptırmaktadır.

Bebeğin Yaratılış Safhaları

Anne karnı, yavrunun çok emin, rahat ve her türlü ihtiyacını görebileceği bir şekilde hazırlanmıştır. Yavru orada 9 ay boyunca güzelce beslendikten sonra rahim, onu dışarıya atar ve böylece yavru dünyaya gelir. Bundan sonra rahim, 9 ay boyunca içinde taşıdığı pislikleri dışarıya atarak kendisini yeniden temizler. Bu durum en fazla 40 gün sürer ki, bu hale 'nifas' yani 'lohusalık hâli' denir. Bütün bu olup biten başdöndürücü hadiselerin tesadüf ve sebeplere verilmesi mümkün değildir. Zira bütün bu hadiseler, Allah'a değil de tesadüf ve sebeplere verildiğinde her şey birbirine karışacak ve allak bullak olacaktır. Halbuki cereyan eden bu farklı farklı hadiseler arasında bir vahdet vardır. Bu vahdet de, gayet açık bir şekilde bunların bir olan ve eşi-menendi bulunmayan Cenab-ı Hak tarafından yaratıldığını göstermektedir. Şimdi de, bütün bu anlatılanların geniş yorumlara açık, Kur'an'daki özetini görmeye çalışalım: 'Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphe içinde iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki, böylece size (kudretimizi) gösterelim. Biz dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra da sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız...' (Hac, 22/5) buyuran Kur'an, anne karnındaki yavrunun, dünyaya gelinceye kadar geçirdiği embriyolojik safhaları anlatmaktadır. Şu ayet-i kerime ise, bu safhaları daha net bir şekilde ortaya koymaktadır: 'Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta (rahimde) nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Şimdi bak da Allah'ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün.' (Müminûn, 23/12-14)

'Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir sülâle (öz)den yarattık.' Ayet-i kerimede geçen 'sülâle' kelimesi 'sell' masdarından türetilmiş bir kelimedir. 'Sell', bir şeyi bir şeyden incelik ve yumuşaklıkla sıyırıp çıkarmak, 'sülâle' ise birşeyden sıyrılıp çıkarılan bir 'öz' manasına gelmektedir. İşte insan, ilk önce böyle bir çamurdan sıyrılıp çıkarılmış bir sülâleden yaratılmıştır. Bu merhale, ilk insan olan Hz. Adem'in yaratıldığı, dolayısıyla insan cinsinin ve onun organlarının yaratılmasının başladığı ilk merhaledir.

'Sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta (rahimde) nutfe haline getirdik.' Yani bu sülâleyi (özü), sağlam bir karargâh olan (karâr-ı mekîn) rahimde nutfe haline getirdik. 'Karâr-ı mekîn', nutfenin beslenmesinin, emniyetinin, rahat ve huzurunun temin edildiği sıcak ve emin bir yuva olan 'rahim'dir.

'Sonra nutfeyi alaka yaptık.' Bu ayet-i kerime, küçük bir hücre olan nutfenin, rahimde, belli bir zaman sonra kan pıhtısı görüntüsünde büyük bir hücre haline geldiğini ve rahmin cidarlarına yapışarak orada beslendiğini bildirmektedir. 'Alaka' kelimesinin karakteristik yapısından nutfenin hem bir kan pıhtısı halinde olduğu, hem de rahme alâka peyda edip onun duvarına yapıştığı anlatılmaktadır. 'Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk...' Kısa bir zaman sonra ise, bu kan pıhtısı halindeki alaka, zâhiri görünümü itibariyle çiğnenmiş bir et parçası haline gelmektedir.. evet 'Mudğa', mikroskop altında değil de çıplak gözle ağızda çiğnenmiş biçimsiz bir et parçası şeklinde değerlendirilmektedir.

'Bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik...' Şöyle-böyle bir et parçası haline gelen bu küçük canlının ilk hücreleri daha sonra kemik ve kıkırdak haline gelmektedir. Esasen bütün bunlar, ancak röntgen ışınlarıyla görülebilecek hadiselerdir. Çünkü insanın çıplak gözle anne karnındaki yavrunun kemik hücrelerinin et hücrelerinden ayrı olduğunu görmesi mümkün değildir. Evvela yavrunun çok şeffaf bir kıkırdak halinde olan kemik hücreleri, daha sonra ise et hücreleri yaratılmaktadır.

İşte Kur'an-ı Kerim, 'Bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık.' mu'cizbeyan ifadeleri böyle bir özetle önemli bazı hususlara dikkati çekmektedir. Ayet-i kerimede ilk defa kemik hücrelerinin yaratıldığı, daha sonra ise o kemikler üzerine et hücreleri yaratılarak bir elbise gibi ona giydirildiği ifade edilmektedir ki üzerinde durulması gereken bir konudur.

Darwinistlerin Aldandığı Nokta

Bu hakikat, ancak bilim ve teknolojinin geliştiği ve küçük spermin doğum ânına kadar hemen her ceninin geçirdiği gelişmelerin takip edilebildiği bu asırda muttali olunabilen bir husustur. Tıp ilminin verilerine göre, yedinci haftaya kadar insan yavrusu ile diğer herhangi bir canlının gelişmesi arasında fark yoktur. Bu benzerlik, Darwin'i, Darwinistleri ve Neodarwinistleri aldatmış olacak ki, onlar bu konuya aşağı-yukarı şöyle yaklaşırlar: 'İnsan, anne karnında geçirdiği safhalarda ilk atalarına benzemektedir. İnsan yavrusu, anne karnında gelişirken bir noktaya kadar diğer hayvanların yavrularıyla farksız olarak gelişir. Bu da insanın menşeinin başka hayvanlarla irtibatlı olduğunu göstermektedir. Menşe birliği, yavrunun embriyolojik gelişmesinin başlangıcında müşahede edilmektedir. Öyleyse insanın menşei, insan değil hayvandır.'

Onların, insan yavrusuyla diğer canlıların yavrularının gelişmeleri arasındaki benzerlikten yola çıkarak vardıkları bu sonuç, imtihan buutlu bir yanılmadır. Çünkü yavruların gelişmeleri arasındaki bu benzerlik, ancak belli bir noktaya kadar devam etmekte ve o noktadan itibaren insan yavrusu ile insan olma istidat ve kabiliyetinden uzak bulunan diğer yavrular, genlerindeki farklılık çizgisine göre hemen ayrılmaktadır.

Evet insan, teçhiz edildiği kabiliyet ve istidatlarıyla inkişaf edip ilerlemekte, diğerleri ise, kendi fıtratları çerçevesinde sıkışıp kalmaktadır. Nitekim 'Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik.' ifadesi, 'halk-ı âhar' kelimesiyle insan yavrusunun belli bir noktadan sonra diğer yavrulardan farklı bir vetirede yoluna devam ettiğini göstermektedir. 'Şimdi bak da, Allah'ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün.' Yukarıda zikredilen ayetlerin ifadelerindeki âhenk, ton, mûsiki, insana 'insanı hor ve hakir bir sudan en mükemmel şekilde yaratan ve sonra da onun bu yaratılış serencâmesini anlatan Allah (cc) ne güzel yaratıcıdır' dedirtmektedir. Evet Allah (cc) ne güzel yaratıcıdır ki, en küçük bir şeyden en mükemmel bir varlığı inşa ve ihdas etmekte, yarattığı şeyleri en güzel şekilde yaratmakta, hilkat âlemiyle alakalı meseleleri insanları irşad etmek için onların nazarlarına arzetmekte ve bunları arzederken akla hayale gelmedik esrarengiz hakikatlere kapılar aralamaktadır.

20. asırda, Kur'an'ın mucizevî oluşu hususunda çok şey söylenmiş ve söylenmeye de devam etmektedir. İhtimal ileride, bu asrın insanının ulaşamadığı 'Kur'an ufkuna dair hakikatler' diyeceğimiz daha pek çok sır keşfedilecek, Kur'an'ın ayetleri ile ilmî araştırmalar değerlendirilerek vicdanlarımız yeni bir Kur'an çağına uyarılacaktır. Kur'an'ın ayetleri bir göz, kâinattaki âyât-ı tekviniye ise diğer bir gözdür. Bir başka ifadeyle hakikate ulaşma adına, kâinatı didik didik inceleyip araştıran bilimler bir göz, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan da diğer bir gözdür. İnsan, eşya ve hadiselere bu iki gözle baktığı takdirde kendisini tam görecek, nefsini bilecek ve bunun ışığında da ilahi irfana ulaşacaktır. Bir Allah dostunun söylediği ve benzerini Sokrates okulunun kapısına yazdırdığı rivayet edilen şu söz bu hakikati ne güzel ifade eder: 'Men arafe nefsehu fekad arafe Rabbehu; Nefsini bilen Rabbini de bilir.'

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.