Yeni Bir Okuma Usûlü
Maalesef toplum olarak ilim ve fikir hayatında çok geri kalmışız. Bu yüzden sürekli geçmişteki başarıları anlatma ve onlarla teselli olma ihtiyacı hissediyoruz. Bugünün dünyasında kendisiyle gurur duyacağımız ve kendimizi ifade edeceğimiz güzellikler olmadığı için, sık sık geçmişin hülyalı dünyasına müracaat ediyor, seleflerimizin bilim ve kültür dünyasına yaptığı katkıları anlatıyoruz. Anlatmalıyız da! Bunları görmezden gelmek doğru olmaz. Fakat Yahya Kemal’in enfes tabiriyle “kökü mazide olan bir âti” olduğumuzu unutmamalıyız. “Geçmişte bunlar olduğuna göre gelecekte neden olmasın!” mülahazasıyla hareket etmeliyiz. Geçmişin parlak günleriyle kendimizi avutmamalı, bugünü çok iyi değerlendirmek suretiyle geleceğin insanı olmaya çalışmalıyız.
İnkar eden, kendi kökünü, çekirdeğini ve ağacını inkâr etmiş olur. Önemli olan, bugünü çok iyi suretiyle geçmişin semeresini geleceğin nüvesi haline getirebilmektir. Yani dünü, bugünü ve yarını beraber duyma ve birlikte değerlendirmedir. Eğer sürekli geçmişin mefahiriyle iftihar ettiğimiz halde bugünü değerlendiremez ve adım adım geleceğimizi inşa edemezsek kendi elimizle etrafımızda duvarlar örmüş ve kendimizi oraya hapsetmiş oluruz. Sonrasında da bugünün Müslümanlarının çokça yaptığı gibi hamaset destanları keser durur da gelecek adına söyleyecek bir çift sözümüz olmaz.
Günümüzde çözüm bekleyen yığınla problem var. Zihinlerde din ve diyanet adına sürekli şüphe ve tereddüt hâsıl ediliyor. Bunlar da dinî alt yapısı ve donanımı yeterli olmayan, kendi kaynaklarından yeterli ölçüde beslenemeyen genç nesillerin zihinlerini bulandırıyor. Ortaya atılan soru ve şüphelere cevap verme konumunda bulunan insanların bile zihinleri çok karışık. Güzel çalışmalar varsa da yeterli değil. Oluşan yaralar, yapılan tahribat gerçekten çok büyük. Çok sayıda insan inandığı değerler noktasında ciddi sarsıntı içerisinde. Toplumun idrak seviyesi çok düşük olduğu için tahrip de çok kolay oluyor.
Bediüzzaman Hazretleri yaşanan problemleri çok önceden sezen ve bunlara uygun reçeteler sunan çok büyük bir dimağ. Ne var ki biz, onun geride bıraktığı âsâr-ı bergüzîdesini hakkıyla değerlendiremedik. Bir hikmete binaen söylediği, “Aklınız almasa bile kalbiniz istifade eder.” sözünü yanlış anladık. Bu söz nice zaman beynimize kement vurdu ve biz de onun mahkûmu olarak yaşadık. Dolayısıyla bu menhelü’l-azbi’l-mevruddan (tatlı su kaynağından) hakkıyla istifade edemedik. Onun derinliklerine açılamadık. Ondan yola çıkarak içinde yaşadığımız çağın hastalıklarına uygun tedaviler geliştiremedik.
Duygu ve düşüncede yeni bir inkılaba ihtiyaç var. Yeni bir düşünce tarzı, yeni bir üslûp, yeni bir okuma şekli geliştirmeli, bugüne kadar bildiğimizi zannettiğimiz meseleleri yeniden bir kere daha ele almalıyız. Haşiye ve şerhçilikten kurtularak, kopyala-yapıştırlarla zaman kaybetmeyerek, günümüze göre yeni teviller, yorumlar, açılımlar ortaya konulması gerekiyor. Bize yeni bir can ve ruh getirecek olan şey işte budur.
Bugüne kadar çokça duyduğumuz ve bildiğimizi zannettiğimiz meselelerin bile maalesef arka planına vâkıf değiliz. Söz gelimi Hz. Pir’in Birinci Söz’de Besmele’nin hakikatine dair ifade ettiği sözlerini çoğumuz biliriz. Hatta orada yer alan bazı cümleleri ezberlemişizdir. Fakat orada anlatılmak istenilen hakikatleri ne kadar anladığımız, detaylarına ne kadar inebildiğimiz, arka planıyla ne kadar değerlendirebildiğimiz şüphe götürür. Nice altın kıymetindeki hakikatler maalesef ülfet ve ünsiyetin kurbanı oluyor.
Bunu sadece Bediüzzaman’ın eserleri için söylemiyorum. İmam Gazzâlî, İmam Maturidî, İzz b. Abdisselâm, İmam Rabbanî gibi daha başka büyüklerin eserleri için de aynı şeyi ifade edebiliriz. Bütün bunların üzerini örten gaflet perdesinin yırtılmasına ve eldeki mirasın bir kere daha keşfedilmesine ihtiyaç var. Selef-i salihinin safiyane içtihatlarının bir kere daha gözden geçirilmesi, bunların günümüz dünyasının anlayışı içinde yeniden insanlığa sunulması gerekiyor. Hatta bunlardan daha önce Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın sanki yeni nazil oluyor gibi, Sünnet-i Sahiha’nın sanki Efendimiz’den (sallâllahu aleyhi vesellem) yeni işitiliyor gibi bir kere daha değerlendirmeye alınması ve devrin şartlarına ve ihtiyaçlarına göre onlardan yepyeni hakikatlerin çıkarılması gerekiyor. Eğer sahip olduğumuz değerlerin eskimediğini, eskimiş zannedilen şeylere bugünün insanının ne kadar muhtaç olduğunu günümüze uygun farklı ve yeni bir üslupla bir kere daha ortaya koymak istiyorsak, ciddi bir cehd ü gayret sarf etmemiz gerekiyor.
Bu meseleleri sadece halk seviyesinde ele almakla iktifa etmemeli, akademik seviyede çalışmalar ortaya koyabilmeliyiz. Bunun için de akademiler ihdas etmeli, buralarda araştırma yapacak çalışma grupları oluşturmalı ve bunların farklı alanlarda derinleşmelerini sağlamalıyız. Bu kadrolar öncelikle selef-i salihinden bize intikal eden mirası gözden geçirmeli, arkasından da günümüzde insanlığın ulaştığı ufuktan meseleleri değerlendirmeliler.
Bilindiği üzere devr-i risaletten günümüze kadar Kur’ân’ı anlama adına farklı hacimlerde binlerce tefsir yazılmış. Müfessirlerin hiç biri “Nasıl olsa benden önce Kur’ân üzerine şu kadar tefsir yazılmış, benim yazmama ne gerek var?” dememiş. İslâm’ın ilk asırlarından başlayarak sonraki dönemlere doğru Taberî, Razî, Kurtubî, Ebû Hayyan gibi Kur’ân’a ciddi vukufu olan, bütüncül bakış sahibi ve dini bilen âlimler oldukça kapsayıcı ve derin tefsirler yazmış olsalar da, onlardan sonra gelenler bunlarla iktifa etmemiş ve kendi dönemlerine göre yeni yeni çalışmalar yapmış, farklı tevil ve yorumlar ortaya koymuşlardır.
Evet, günümüzde bizi ülfet ve ünsiyetten kurtaracak yeni bir okuma usulü ihdas etmek şart ve elzem. Maalesef ezberlerimizi tekrar ediyoruz. Eserlerle âdet kabilinden meşgul oluyoruz. Aradan çıkarmaya matuf okumalar yapıyoruz. Bunlarla bir yere varılamaz. Düşünce hayatımızda bir yenilenme meydana getirecek yeni bir okuma tarzı geliştirmek zorundayız. Eğer duygu ve düşüncede dirilebilirsek, bu bizim insanî ilişkilerimizi değiştirecek, varlığa bakışımızı etkileyecek ve ibadet hayatımıza aksedecektir. Allah huzurunda el pençe dîvan durmanın, bel kırmanın, secde etmenin ne manaya geldiğini anlayacağız. Eğer böyle bir yenilenmeye gidemez ve tecdit ruhunu görmezden gelirseniz, ölmez eserlerinizi kendi ellerinizle öldürmüş, kendi değerlerinizi bizatihi kendiniz değersizleştirmiş olursunuz.
Şurada burada okullar, kültür lokalleri, diyalog merkezleri açıyor, eğitim ve kültür faaliyetlerinde bulunuyoruz. Cenab-ı Hak da samimiyetlerinden dolayı bu işlere omuz verenleri muvaffak kılıyor. Bunları takdirle karşılamak lazım. Ne var ki, meselenin bundan ibaret olmadığının da bilincinde olmalıyız. Günümüzde Kur’ân ve Sünnet’in ne dediğinin anlaşılmasına ve anlatılmasına ihtiyaç var. İslâm’ın insanlığa sunduğu mesajın bugünün şartlarına göre bir kere daha yorumlanıp açıklanması, günümüz dünyasının bakış açısına göre geleneğin/mirasın yeniden ele alınıp değerlendirilmesi gerekiyor. Bunun kolay olmadığını baştan kabul etmeliyiz. Bu, köklü bir gayrete bağlıdır.
Bütün bu konularda çağın ihtiyaçlarına uygun özgün eserlerin telif edilmesi çok önemlidir. Fakat yazma, birikim ister. Bu da çok ciddi okumalara, müzakerelere, araştırmalara vabestedir. Mesele sadece mevcut kaynaklardan alınan bilgilerin fişlenip işlenmesi meselesi değildir. Farklı kaynaklardan alınan bilgileri yeni terkiplerle sunmakla iktifa, kolaya kaçmadır. Önemli olan, yeni sentez ve analizlere dayanan, ufuk açan ve mevcut problemlere çözümler sunabilen kaliteli eserler verebilmektir. Bu da cins dimağlar ister. Risale-i Nurlar hem muhteva hem de takip edilen usul açısından bu konuda bizim için önemli bir rehberdir.
Dolayısıyla farklı grup ve heyetler halinde ilmî meseleleri karşılıklı müzakere ederek, karşılaştırmalar yaparak tefekkür, tedebbür ve tezekkür kabiliyetlerimizi geliştirmeli, ilmî ve fikrî alanda derinleşebilmeliyiz. Bu yapılabildikten sonra Ehl-i sünnet ve’l-cemaat çizgisinde yeni tefsirler, fıkıh kitapları ve sair ilim dallarında yeni eserler ortaya konabilir, daha başka alanlara dair çalışmalar yapılabilir. Çok zengin bir geleneğe sahibiz. Tarihimizde devasa kametler yetişmiş ve onlar tarafından ölümsüz eserler kaleme alınmış. Öncelikle bu birikimi elde etmeli, ayağımızı sağlam bir zemine basmalı ve geleceğe öyle yürümeliyiz. İlmî ve fikrî açılımların Kur’ân ve Sünnet’in ruhuna uygun olmasını istiyorsak ayağımızı bu sağlam zeminden ayırmamalıyız.
Bu yazı, 1 Kasım 2008 tarihinde yapılan sohbetten hazırlandı.
- tarihinde hazırlandı.