Yalancılar ve Yamacılar
Bediüzzaman Hazretleri, güzel görenin güzel düşüneceğini, güzel düşünenin ise hayatından lezzet alacağını ifade eder. En olumsuz zaman ve şartlarda bile insanın bu bakış açısını koruyabilmesi, en olumsuz hâdiselerin bile güzel yanlarını görebilmesi çok önemlidir. Çünkü zâhirî yüzleri itibarıyla çirkin ve kötü görünen nice hâdiseler vardır ki, altında güzellikler saklıdır. Bu itibarla zamandan, olaylardan, sıkıntı ve meşakkatlerden şikâyet etmemeli. Havanın bütün bütün karardığı, tek bir ışık şulesinin kalmadığı, her şeyin renk attığı, en canlı şeylerin bile partallaştığı dönemlerde bile elden geldiğince hâdiselerin güzel ve olumlu yönlerini görmeye çalışmalı.
Biz, “hayır” veya “şer” gördüğümüz hususlarda yanılabiliriz. Hayır zannettiğimiz şeyler şer, şer zannettiklerimiz de hayır olabilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim bu hususu net olarak şöyle ifade eder: وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ“ Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı; sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerli olur. Allah bilir siz bilmezsiniz.” (Bakara sûresi, 2/216)
Hemen her dönemde insanlık rahatsız edici bir kısım imtihanlara maruz kalmıştır. Özellikle peygamber yolunu yol edinenler neredeyse hiç rahat yüzü görmemişlerdir. Bazen kâfirler bazen de küfür sıfatları taşıyan mü’minler onlara hayatı dar etmişlerdir. Maalesef tarihte ve günümüzde mü’min görünen niceleri, muhalif ve düşman belledikleri kesimleri sindirmek, ezmek ve yok etmek için akla hayale gelmedik zulümler işliyorlar. Menfur hedeflerine ulaşabilmek için her vesileyi meşru görüyor, her yola tevessül ediyorlar. Yalan, iftira ve karalama, başlıca silahları. Bu halleriyle onlar, mü’min olduklarını iddia etseler de, küfre ait vasıflar taşıdıklarında şüphe yok.
Hz. Pir’in dediği gibi her kâfirin her sıfatı kâfir olmadığı gibi, her mü’minin her sıfatı da mü’min değildir. Mesela yalan, bir küfür sıfatıdır. Eğer bir mü’min yalan söylüyor, yalan yazıyorsa küfre ait bir sıfat taşıyor demektir. İnsan bir kere yalan söyleyince, küfre ve nifaka doğru bir adım atmış ve imandan da bir adım uzaklaşmış olur. Yalan söyleyen bir kişi, namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse de küfre ait bir hususiyeti üzerinde taşıyor olmaktan kurtulamaz. Hele bir de bu yalanını medya vasıtasıyla çok geniş kitlelere ulaştırıyor ve silinmeyecek şekilde arşivlere kaydediyorsa, katmerli bir günah işliyor demektir.
Maalesef günümüzün bazı siyasileri, bile bile yalan söylüyor, bu yalanlarını durmadan tekrar ediyor, medya da onların bu yalanlarını yine yalan olduğunu bile bile geniş kitlelere duyuruyor ve gelecek nesillere intikal ettiriyor. Hatta bazen şerh ve haşiyelerle bu yalanı daha da köpürtüyor, büyütüyorlar. Dolayısıyla ağızdan çıkan bazı sözler birkaç kişiye söylenmiş basit bir yalan olarak kalmıyor, belki milyonlara ulaşıyor. Yani milyonlarca kafa karıştırılıyor, milyonlarca zihin ifsat ediliyor.
Bu yalancıların bir de yamacıları var. Yalancılar, ne zaman inanılması zor bir yalan ortaya atacak ve kitlelerde tereddüt hâsıl edecek olsalar, hemen yamacılar devreye giriyor ve onların yalanlarına payandalar buluyor; inanılması zor yalanları, tevil ve yorumlarıyla kitlelere makul göstermeye çalışıyorlar. “Sürç-i lisan oldu, maksadını tam izah edemedi; esasında onun asıl demek istediği şu idi” diyerek yalancıları toplum nezdinde aklamaya, temize çıkarmaya çalışıyorlar. Bu durum yalancıları daha da cesaretlendiriyor ve bu defa daha büyük yalanlar söylüyorlar. Yalancılarla yamacıların bu yardımlaşması sayesinde nice masumlar mücrim gösteriliyor, itibarlarıyla oynanıyor ve ne zulümler ne zulümler irtikap ediliyor. Kitlelerin cehaleti ve muhakemesizliği de yalancılara ayrı bir cesaret veriyor. Onlar, bu yalanlarıyla halkın efkarını ifsat ediyor, toplumu paramparça hâle getiriyorlar.
Herkes kendi karakterinin gereğini sergiler. Demek ki düşünce kuluçkalarının altında yatan yumurtalarda haset ve çekememezlikler, kin ve düşmanlıklar gizliymiş. Meğer bunları açığa çıkaracak, gizledikleri sinsice düşüncelerinin gereklerini yapacak bahane peşindelermiş. Bir harekete karşı kıskançlıkla kıvranıp duruyor ve içlerindeki erâcifi dökmenin yollarını arıyorlarmış. Bu sebepledir ki ellerine imkân ve fırsat geçer geçmez, masumiyetlerinden kendilerinin de şüphe duymadıkları on binlerce insanı, yalan ve iftiralarla mücrim gibi göstermeye kalktılar. Akla hayale gelmedik hakaret ve küfürler ettiler. Aslında bir endam aynasının karşısına geçip baksalar, söyleyip ettikleri şeylerin numara ve drobunun kime uyduğunu çok iyi göreceklerdi.
Bütün bunlar karşısında bize düşen vazife, peygamberâne ve velayetkârane bir azimle sarsılmadan ve paniklemeden yolumuza devam etmek; yaşanan sıkıntıların ardında saklı güzellikleri görmeye çalışmaktır. Zira bunlar bizi güzel düşüncelere, güzel düşünceler de hayattan lezzet almaya sevk edecektir. Yapılan hakaretlere aldırmadan, kimseye küsmeden, gönül yıkmadan ve gönül koymadan işimize bakmalıyız. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler. Her hırıltı ve homurtuya laf yetiştirmeye kalkarsanız, vaktinizi ve enerjinizi boşa tüketmiş olursunuz. Üstelik işlerinde profesyonelleşen yalancı ve yamacılarla da başa çıkamazsınız. Onlar her gün karşınıza yeni yeni düzmece sözlerle çıkarlar. Ne yalanları biter ne de bunlara getirdikleri tevilleri.
Zihin aktivitelerimizi bu tür olumsuzluklarla yoracağımıza, şimdiye kadar yapageldiğimiz güzel işleri yapmaya devam etmeliyiz. İnsanla meşguliyet adına alternatif yollar bulmalıyız. Himmetimizi âli tutmalı, birlerimizi bin yapmanın yoluna bakmalıyız. “Bu yapılan işlerle ne olacak ki?” demeden, en ufak bir kıpırdanışı küçük görmeden, elimizdeki imkân ve fırsatları çok verimli değerlendirmeye çalışmalıyız. Bugün yapılan küçük işlerin gelecekte nasıl semere vereceğini bilemeyiz. Biz yaptığımız hizmetleri kendi küçüklüğümüze bağlamamalıyız. Her şey Allah’ın elindedir. O murad buyurduktan sonra damlalardan deryalar meydana getirir.
Önemli olan, maruz kalınan ağır imtihanları rıza ve sabırla karşılayabilmek ve ahirete alacaklı olarak gidebilmektir. Bazen şeytan aklımıza, “Biz bugüne kadar hiçbir bedel beklemeden, adanmışlık ruhuyla sürekli koşturduk, malımızdan ve canımızdan fedakârlıkta bulunduk. Karşılığı bu mu olmalıydı!” şeklinde farklı düşünceler getirerek bizi şikâyete sevk edebilir. Allah karşısında, kulluk şuuruyla bağdaşmayan bu tür düşüncelere girmemenin yolu, bizim için birer rehber ve rehnümâ olan peygamberlerin hayatına bakmak, onlara iktida etmek, peşlerinden gitmektir. Şunu unutmamalıyız ki, Allah’ın en çok sevdiği kullarının en ağır imtihanlara uğraması, kadimden bu yana devam edegelen bir âdet-i ilâhiyedir, yani Allah’ın değişmeyen bir kanunudur. Kur’ân’da anlatılan peygamber kıssalarına bakılacak olursa onların, imtihanların en ağırına maruz kaldıkları ve bütün bu imtihanları sabır ve rızayla göğüsledikleri görülür. Allah bizleri de onların yoluna tâbi olan babayiğitlerden eylesin!
Bu yazı, 17 Ağustos 2014 tarihinde yapılan sohbetten hazırlandı.
- tarihinde hazırlandı.