Şeytan ve günümüzdeki takipçileri
Soru: Allah’a karşı şeytanın tuğyanını anlatan, “Andolsun ki Senin kullarından belirli bir pay edineceğim; elbette onları saptıracak ve kuruntularla oyalayacağım. Şüphesiz ki onlara emredeceğim ve hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim ve onlar da Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisâ Sûresi, 4/118-120) mealindeki âyet-i kerimelerde verilen mesajları izah eder misiniz?
Cevap: Şeytanın, Zât-ı Ulûhiyet karşısındaki isyanları, Kur’ân-ı Kerim’de farklı âyet-i kerimelerde beyan buyrulmuştur. Mesela Hicr Sûresi’nde, onun hazımsızlık ve kıskançlığının mahsulü olan küstahça ifadeleri, رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini azdıracağım. Ancak ihlâslı kulların müstesna.” (Hicr Sûresi, 15/39-40) beyanıyla ortaya konulur. Sâd Sûresi’nde, فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ “İzzetine yemin olsun ki ihlâslı kulların hariç, ben de onların hepsini baştan çıkaracağım.” (Sâd Sûresi, 38/82-83) sözleriyle ifade edilmiştir. Aynı şekilde Â’raf Sûresi’nde yer alan şu âyet-i kerimelerde de onun kin ve nefret dolu hezeyanlarına yer verilmiştir: فَبِمَۤا أَغْوَيْتَنِي لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَۤائِلِهِمْ “Sen beni lânetlediğin için ben de Senin kullarının yolunu keserek sürekli onları gözlemeye koyulacağım; onlara pusular kuracak, sonra da kâh önlerinden, kâh arkalarından, kâh sağlarından, kâh sollarından gelerek onları ifsat edeceğim.” (A’râf Sûresi, 7/16-17)
Bunların her biri, başka değil, birer gözü dönmüşlüğün ifadesidir. Şeytan, kıskançlık ve hasedin esiri olduğundan, aynı zamanda kendini kin ve nefretin pençesine saldığından bu öldürücü duygular onu bütün bütün kör etmiş ve neticede ağzından bu hezeyanlar dökülmüştür. Dolayısıyla o, bir yönüyle hakikati bildiği hâlde, tesirinde olduğu olumsuz duyguların gereğini seslendirmiş, ona göre konuşmuş ve ona göre bir tavır almıştır.
Azgın güruhların arkasındaki azgın
Aslında şeytanın Allah’a karşı küstahça dile getirdiği bu ifadeler, onun daha önceki dönemlerde de içinde ciddî bir probleminin bulunduğunu gösterir. Bu problem, bir paye, bir makam veya bir takdir beklentisi olabilir. Çünkü bazı muhakkikler, onun yeryüzünde secde etmediği yerin kalmadığını ifade etmişlerdir. Allah adına yaptığı yeminlerden de anlaşılacağı üzere o, Allah’ı da bilmektedir. Fakat onun bilgisi amelsiz bir bilgi olduğundan, bunun kendisine bir faydası olmamıştır. Netice itibarıyla kıskançlığa girmiş, Hazreti Âdem’i (aleyhisselâm) çekememiş ve hasedine yenik düşmüştür.
Şeytan, hususiyle insanoğlundaki başarıları ve onun Allah yolunda sergilediği çok kıymetli performansı gördükçe, hezeyanlarla köpürmüş ve insanoğlunun en amansız düşmanlarından birisi olmuştur. Bu yönüyle bütün azgın güruhların azgınlıklarının arkasında esasen onun tesiri vardır. Zira ahsen-i takvime -yani en güzel şekil, suret, mânâ ve muhtevaya- mazhar yaratılan insan, aslî fıtratı itibarıyla demagojiye, diyalektiğe, başkalarını karalamaya, haset etmeye vs. açık değildir. Dolayısıyla bu tür demagojilere giren insanlar ister kendi nöronlarını, akıllarını kullandıklarını zannetsinler, ister ağızlarından çıkan menfiliklerin kendi kortekslerinin ürünü olduğunu düşünsünler, isterse bir kısım menfilikleri kendilerinin realize ettiklerini vehmetsinler, hakikatte bütün bunlar şeytanın dürtüsüyle gerçekleşmektedir.
Âyet-i kerimelerde şeytanın insanoğluna duyduğu kin ve öfkesinden dolayı onu sırat-ı müstakimden saptırma adına başvuracağı yollar anlatılmaktadır. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, وَأَنَّ هٰذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ “İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Sakın, sizi Allah’ın yolundan ayıracak başka yollara uymayın. Yoksa farklı yollara düşer, değişik sapkınlıklara girersiniz.” (En’âm Sûresi, 6/153) buyurmak suretiyle mü’minlerin sırat-ı müstakimden ayrılmamalarını emretmektedir. Çünkü bu dosdoğru yoldan ayrılan insan öyle farklı yollara sapar ki heva ve hevesinin esiri olur, bazan şu “izm” bazan bu “izm” der, yalancı ışıkların insanlığa saadet ve refah getireceğini zanneder, neticede “izm”ler arkasında ömrünü tüketir durur. Oysaki insan tabiatına ve onun ihtiyaçlarına en uygun, topluma huzur getirecek olan yol, insanı yaratan, mutlak ilim ve sonsuz merhamet sahibi Zât’ın ortaya koyduğu yoldur. İşte bunu çok iyi bilen ve profesyonel bir müfsit olan şeytan, biraz da zamanın ve devrin şartlarına ve aldatmak için peşinden koştuğu insanların karakterlerine göre farklı farklı enstrümanlar kullanmak suretiyle insanları hep bu doğru yoldan saptırmaya çalışmıştır/çalışmaktadır.
Doyma bilmez kin
İşte bunu nasıl gerçekleştireceğini ifade etme sadedinde şeytan sorudaki âyet-i kerimede ilk olarak, لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَفْرُوضًا “Kasem olsun ki Sen’in kullarından kendi hesabıma bir hisse ayıracağım.” (Nisâ Sûresi, 4/118) demiştir. Fiilin başında tekit “lam”ı, sonunda da şeddeli “nûn”un bulunması şeytanın bu konudaki kararlılığını göstermektedir. Yani şeytan, onların bir kısmını kendime bende yapacak, vesayetim altına alacak ve tesirimi her zaman onlar üzerinde göstereceğim, demiştir. Günümüzde pek çok çeşidiyle bunun misallerini görmek mümkündür.
Arkasından şeytan yine tekitli bir ifadeyle, وَلَأُضِلَّنَّهُمْ “İnsanları mutlaka baştan çıkaracak, doğru yoldan saptıracağım.” (Nisâ Sûresi, 4/119) Yani, duygu ve düşünceleri itibarıyla endazesiz hâle gelinceye kadar onların yakasını bırakmayacağım. Onları şirazeden çıkarma adına elimden ne geliyorsa yapacağım. Kimisini bohemliğe itecek, kimisini şöhret budalası hâline getirecek, kimisini ikbal hırsıyla başını döndürecek, kimisini hırsla yandıracak, kimisini haset bataklığına sürükleyecek, kimisini de kendinden başka kimseye hayat hakkı tanımayan bir despota dönüştürecek, onu zulümden zulüme koşturacağım. Bunların her biri insanı dalâlete sürükleyen ayrı bir sapıklıktır. Bu açıdan biz, sapmama, doğru yoldan ayrılmama adına beş vakit namazda günde en azından kırk defa Allah’a dua ediyor, “(Allah’ım), bizi sırat-ı müstakime hidayet eyle! Nimet ve lütfuna nail ettiklerinin yoluna ilet. Bizi, gazabına uğramış, sapıp gitmiş insanların yoluna itme!” (Fâtiha Sûresi, 1/6-7) diyoruz.
Şeytan ve içi boşaltılmış din
Şeytanın, kin ve nefretle köpürdüğü anda yaptığı tehditlerden bir diğeri de, وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ lafzıyla ifade edilmiştir ki bunun da anlamı, “Mutlaka onları değişik ümniyelere salacağım.” (Nisâ Sûresi, 4/119) demektir. Ümniye, bir hakikate dayanmayan, realize edilmesi mümkün olmayan kuruntu ve vehimlere denir. Cahiliye insanlarının, bir kısım hâdiselerden yola çıkarak kendilerine göre tefeül veya teşe’ümde bulunmaları, bir kısım şeylere uğur bağlamalarına mukabil bazı şeyleri de uğursuz saymaları bu tür kuruntulardandır. Aynı şekilde onların tapındıkları putlar da ümniyelerinin ürünüdür. Onlar, Kâbe’nin içini bile putlarla dolduruyor, Arabistan’ın değişik yerlerine latlar, menatlar, uzzalar, isaflar, naileler koyuyor, onlara kurbanlar kesiyor ve onlara tapınıyorlardı. Günümüzde bazılarının, hırsızlığı, çalıp çırpmayı, yalanı, iftirayı meşru gösteren, içini boşalttıkları din anlayışlarıyla bir yere varacaklarını zannetmeleri de yine farklı bir kuruntunun mahsulüdür.
Âyetin devamında şeytan, وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْأَنْعَامِ “Elbette onlara emredeceğim (emrimin tesiriyle) hayvanların kulaklarını kesecekler.” (Nisâ Sûresi, 4/119) demiştir. Nitekim cahiliye insanları, bazı hayvanların kulaklarına damga vuruyordu da onları yemeyi kendilerine haram sayıyorlardı.
En büyük tağyir: Yaratılış gayesinden sapma
Şeytan, وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللهِ “Kasem olsun ki yine onlara emredeceğim ve onlar da Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisâ Sûresi, 4/119) diyerek küstahlığına devam ediyor. Allah’ın bütün varlıkları için yaratmış olduğu bir fıtrat vardır. Bunda değişikliğe gitmek de şeytanın oyunlarından bir diğeridir. Öte yandan ahsen-i takvime mazhar yaratılan insan, Yüce Allah’ın vaz’ ettiği disiplinler içinde hareket ettiğinde fıtrata uygun hareket etmiş olacak; aksine başka yol ve yöntemlerin arkasına düşüp hareket ettiği zaman da kendisini dağınıklığa salmış, fıtrat yolundan çıkmış olacaktır.
Bunların yanında âyet-i kerimeye modern yorum açısından bakıldığında estetik ameliyatlara işaret edildiği de çıkarılabilir. İnsanların, bir kısım âzâlarının şeklini beğenmeyip kafalarına göre onları değiştirmeye kalkışmaları fıtrata müdahalenin bir başka şeklidir ki bunlar şeytanın dürtüsüyle meydana gelen hâdiselerdir. Fakat doğum esnasında uzmanların yanlış mualecesiyle çocuğun vücudunda meydana gelen veya bir kaza ve musibet neticesinde vücutta meydana gelen deformasyonların tedavi edilerek düzeltilmesi ise fıtrata müdahale sayılmamaktadır. Bilâkis bunlar, Allah’ın yarattığı fıtrata irca kabul edilmektedir.
Esasen halkullahı tağyir (Allah’ın yarattığını değiştirme) meselesi umumî bir ifade olup bunun geniş bir alanda yansımaları söz konusudur. Allah (celle celâluhu), وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben, insanları ve cinleri yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât Sûresi, 51/56) âyet-i kerimesiyle insanların ne için yaratıldığını beyan buyurmuştur. Demek ki insanın mahiyetinin esas gereği Allah’a kulluktur. Allah, insanı, başka bir şey için değil, kendisine kulluk yapması için yaratmıştır. Öyleyse Allah’a kulluk yapmayan insanlar, tebdil-i hilkate gidiyorlar demektir. Aynen bunun gibi meselâ aklın, mantığın ve muhakemenin enfüsî ve âfâkî âlemde tefekkür, tedebbür ve tezekkürde bulunmak, tekvînî emirleri hallaç etmek gibi kendilerine göre bir kısım gayeleri vardır. Tekvinî emirleri didik didik ederek onlardan bir kısım mânâlar çıkaran, çıkardıkları bu mânâları teşriî emirlerle telif eden ve rubûbiyete ait sırları doğru okuduktan sonra oradan tevhid-i ulûhiyet ve ubûdiyete yönelen insanlar aklı ve mantığı yaratılış istikametinde kullanıyorlar demektir. Beşinci asra kadar İslâm rönesansının yaşandığı dönemde İslâm kâşifleri insanlığın yararına olacak pek çok önemli keşiflerde bulundukları gibi, günümüzde pek çok Batılı araştırmacı da Allah’ın kendilerine vermiş olduğu mantık ve muhakemeyi çok iyi değerlendirmek suretiyle aynı şeyi yapmaktadırlar.
Aynı yaklaşım, diğer organlar için de geçerlidir. Meselâ gözün yaratılışının bir gayesi vardır. O da gözün bakması gereken şeylere bakması, baktığı şeyleri doğru görmeye, onların arka planına inmeye, onlardan bir kısım mânâlar çıkarmaya çalışmasıdır. Recaizade Ekrem’in ifade ettiği üzere kâinat baştan sona âdeta muhteşem bir kitaptır. Onun hangi harfi kaldırılsa mânâsı Allah çıkar. Hazreti Pîr de kendisinden asırlarca önce dile getirilen, “Kâinat satırlarını derinden derine teemmül et. Çünkü onlar Mele-i Âlâ’dan sana indirilmiş Allah’ın mesajlarıdır.” (İbn Kayyim, Medâricü’s-sâlikîn 3/356) vecizesini dikkate sunmuştur. Dolayısıyla önemli olan ağaçtaki bir yaprakta, salınan bir fidanda Allah’ın kudretini, meşietini, ilmini ve iradesini müşahede edebilmektir. Hususiyle insan öyle bir abidedir ki o, eli-ayağı, dili-dudağı, gözü-kulağıyla okunması gereken mücelletler ölçüsünde bir kitaptır. İşte insanın bu kitabı doğru okumaya çalışması, gözünü, mantığını ve muhakemesini yaratılış istikametinde kullanması demektir.
Aynı şekilde insanın, kulağıyla gıybet, iftira, yalan ve laubali şeyleri dinlemesi onun “mâ hulika lehinde” (yaratılış istikametinde) kullanmadığını gösterir. Bu da bir nevi israf sayıldığından, onu insana bahşeden Zât, ahirette bunun hesabını soracaktır. Keza Allah insanoğluna diğer canlılara verdiğinden çok daha üst seviyede bir dil nimeti bahşetmiştir. İnsan bunun sayesinde en ince detayına kadar maksadını ifade edebilmektedir. Elbette böyle büyük bir nimetin de bir yaratılış hedefi vardır. Dilin maskaralığa girmemesi, kendini lehviyata salmaması, yalan konuşmaması; aksine hakka tercüman olması, beyanı gerekli olan hakikatleri anlatması, güzelliklerin dellâlı olması da onun yaratılış gayesidir.
Fakat şeytan, yukarıdaki küstahça ifadelerinden de anlaşılacağı üzere insana bahşedilen donanımların hayır ve güzellik yolunda kullanılmasına mâni olmaya çalışır. Meselâ insana, aklını başkalarını kandırması istikametinde kullanmasını telkin edecek ve makyavelistçe bir yaklaşımla hedefine ulaşabilmesi adına her yolu ona meşru gösterecektir. Dahası şeytan, camiye giden insanlara dahi her şeyi mübah gören ibahacı bir yaklaşımı güzel göstermeye çalışacak, helâl-haram demeden onları dünya nimetlerinden istifade etmeye sevk edecek, böylece mescit yolunda olan insanları bile Allah yolundan uzaklaştırmaya gayret edecektir. İşte insan, kendisine lütfedilen donanımları doğru yolda kullanmadığı takdirde şeytanın dürtülerine uyarak fıtrata müdahale etmiş ve hiç farkına varmadan şeytanın vesayetine girmiş olur. Bundandır ki, Kur’ân-ı Kerim, وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِنْ دُونِ اللهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُبِينًا “Her kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse (kendisini onun vesvese ve dürtülerine salarsa) kendisini apaçık hüsrana salmış demektir.” (Nisâ Sûresi, 4/119) ifadeleriyle yürekleri hoplatacak bir üslûpla uyarıda bulunur.
Bu itibarla insan, Allah’ın Kur’ân’da emrettiklerinin dışında kalan her hareketin arkasında şeytanın bir parmağının olabileceğini göz önünde bulundurmalı, sürekli şeytandan Allah’a sığınmalıdır. Cenâb-ı Hakk’a hâlisane teveccüh etmenin ve O’ndan yardım istemenin yanı sıra aynı zamanda sürekli şeytanı kaçıracak, onu kendinden uzaklaştıracak tavır ve davranışlar içinde olmalıdır. Meselâ hadis-i şeriflerde insan secdeye kapandığında şeytanın bağırıp kaçacağı ifade ediliyor. (Bkz.: Müslim, îmân 133) Dolayısıyla şeytanın her türlü hile ve oyunlarından salim kalmak isteyen hak yolcusu, hayatını Allah’a kulluk yolunda geçirmeli, ilâ-i kelimetullah mülâhazasıyla ölesiye koşturmalı, kendi üzerine bir çarpı çekerek hep O’nu nazara vermelidir. Bütün bunlar, şeytanın insana ilişmesine karşı oluşturulacak surlardır. Allah yolunda yürürken nefislerini, indî mülâhazalarını, şahsî çıkarlarını işin içine katan ve kalbî hayatları itibarıyla da ölü olan insanlar ise hem gönül surlarını yıkarlar hem de -hafizanallah- gönüllerini şeytana kaptırmış olurlar.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
- tarihinde hazırlandı.