Maiyyet-i Cânan
Soru: Zaman zaman sohbetlerde üzerinde durulan “maiyyet-i Cânan” tabiriyle ne kastedilmektedir?
Cevap: Maiyyet, beraberlik demektir. Cânan ile kastettiğimiz zât ise Allah Tealâ’dır. Dolayısıyla “maiyyet-i Cânan”dan kastımız, canımızın cananı olan Rabbimiz’in maiyyetine erme, O’nunla beraber bulunma, O’nun bizimle olan beraberliğini içimizde hissetme, O’nunla ünsiyet etme ve bunu iliklerimize kadar hissetmedir.
Sorunun cevabına geçmeden önce bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Allah ile alâkalı konularda düşünürken, konuşurken, yazarken Zât-ı Bârî’yi kendi dar kalıplarımız üzerinden değerlendirmemeli, O’nu ve O’nunla alâkalı hususları kendi beşerî kıstaslarımızla ölçüp tartmamalı ve azami derecede hassasiyet göstermeliyiz. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bizi, Cenab-ı Hakk’ın zâtını düşünmekten menetmiştir. (Bkz. Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 6/250; Beyhakî, Şuabü’l-îmân 1/136) Bizim yapabileceğimiz, Allah’ın isim ve sıfatları ve O’nun yaratmış olduğu âsâr hakkında tefekkür etmektir. Zât-ı Bârî hakkında düşünmek bizim boyumuzu çok aşkın bir meseledir. Zira aklımız O’nu idrak etmekten acizdir. Dolayısıyla böyle bir yola girdiğimizde doğru düşünemez, farkında olmadan -Allah muhafaza- tecsim ve tecside girebiliriz, yani Allah’a beşerî, cismanî bir kısım özellikler yakıştırmış oluruz. Maiyyet-i ilâhiye hakkında yapacağımız değerlendirmelerde de bu hususu gözden uzak tutmamalı, her tür iddiadan kaçınmalı ve meseleyi kestirip atmamalıyız.
Dünyada Maiyyet
İnsanın, bedeni yönüne ait uzaklıkları aşarak, kendisini kuşatan cismani perdelerden sıyrılarak Cenab-ı Hakk’a vasıl olması, O’nu zevken ve keşfen duyması manasına gelen maiyyet, bizim dualarımızda sürekli O’ndan istediğimiz bir makamdır. Maiyyet ikliminde üns soluklayan bir gönül hep O’nu ister, O’nu düşünür, O’nu duyar, O’nunla işler, O’nunla başlar, sadece O’nun hoşnutluğu etrafında döner durur. Evet, maiyyet-i Cânan’ın kul üzerinde ayrı bir insibağı vardır. Maneviyat büyüklerinden bir zatın huzuruna girip onunla aynı atmosfer paylaşıldığında bile bir insibağ hâsıl olur. Yani, insanın duyguları, düşünceleri, hareketleri o zatın huzurunda bulunmaktan etkilenir. Onun aydınlık iklimine bir kez girmek bile onun renk ve deseninde değişikliklere sebep olabilir. Sahabenin büyüklüğünü biraz da burada aramak gerekir. Çünkü onlar maiyyet-i Resul’le müşerref olmuş, O’nun boyasıyla boyanmışlardı. Maiyyet-i ilâhiyeye mazhar olan bir kimsenin nasıl bir keyfiyet kazanacağını varın siz düşünün.
Biz sürekli dualarımızda maiyyet talebinde bulunsak da böyle yüce bir makama ulaşmak elbette kolay değildir. Dünyada maiyyete, ancak iman-ı billah, marifetullah ve muhabbetullahla ulaşılabilir. Yani siz Cenab-ı Hakk’a çok iyi inanır, inancınızı marifete çevirir, marifetinizi muhabbetle taçlandırır ve ciddi bir aşk u iştiyakla hep O’na ulaşmayı, O’nunla birlikte olmayı arzularsanız, O da sizi maiyyetine alır. Bazen böyle bir mazhariyeti, marifetinizin enginliği ölçüsünde içinizde duyabilirsiniz. Hayatını ciddi bir arayış ve araştırma içerisinde yaşayan insanlar, Cenab-ı Hakk’a tam yöneldikleri zamanlarda, bazen rükuda, bazen secdede, bazen gecenin asude dakikalarında bunu hissedebilirler. Mesela bu maiyyeti O’ndan gelen bir esinti şeklinde duyabilirler. Bu esintiyle bambaşka bir keyfiyete erebilirler. Şayet onu secdede duymuşlarsa “Keşke bu secde hiç bitmese!” diyebilir ve ölünceye kadar o secdenin uzayıp gitmesini dileyebilirler.
Ahirette Maiyyet
Maiyyet-i Cânan’ın ahirette nasıl tezahür edeceğini tam olarak bilemiyoruz. Çünkü orada her şey değişime uğrayacak, renk ve şekil farklılaşacak, belki arazlar ve cevherler birbirinin yerini alacaktır. Her şeyin mahiyet ve hakikatinin değişip dönüşeceği bir âlemde yaşanan maiyyet de bizim hayal ve tasavvurlarımızı aşkın olacaktır. Hz. Pir, Cennet’in binlerce sene mesudane hayatının bir dakika rü’yet-i cemale (Allah’ı görmeye) mukabil gelmeyeceğini ifade ediyor. (20. Mektup, 1. Makam) Şunu unutmamak gerekir ki, ahiretle kıyaslandığında dünyada yaşanan her şey mecazi kalır, Kur’ân’ın ifadesiyle oyun ve eğlenceden ibarettir. (Ankebut sûresi, 29/64) Dünya hayatı âdeta bir uyku gibidir. Ölüm ise bu uykudan uyanmadır. Asıl hayat, öbür âlemde yaşanacaktır. Dolayısıyla asıl maiyyete erme de orada söz konusu olacaktır. Orada hayatın, tüm güzelliklerin, tecelli ve tezahürlerin kaynağını görecek, duyacak ve hissedeceksiniz.
Burada yapacağınız ibadetlere, adanmışlığınıza, marifet ufkunuza, aşk u şevkinize ve O’nunla alâkanızın derinliğine göre ahirette çok farklı mazhariyetlere erersiniz. Buradaki her söz ve davranışınız orada çok farklı sürprizler şeklinde karşınıza çıkar. Bazı rivayetlerde ifade edildiğine göre Cenab-ı Hak, Cuma günleri -günün oradaki mahiyetini bilemiyoruz- Cemal-i Bâkemali ile tecelli edecek ve mü’minlere Kendisini gösterecektir. İnananlar orada Zat-ı Ulûhiyet’i nasıl gerçekleşeceğini bilemeyeceğimiz bir şekilde müşahede edeceklerdir. Sahib-i Şeriat’ın beyanına göre hem de ayın on dördünde ufukta dolunayı gördükleri gibi perdesiz olarak O’nu görecekler ve birinin görmesi bir başkasına mani olmayacaktır. (İbn Ebî Şeybe, Musannef 1/477; Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 2/314)
Tabii bunların hepsi meseleyi zihnimize yaklaştırma adına kullanılmış ifadelerdir. Yoksa oradaki görmenin keyfiyet ve hakikatini bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da herkesin orada nail olacağı tecelliler ile mest ve sermest olup kendinden geçeceği ve her şahsın müşahedesinin, kendi marifet ufkunun derinliğine göre farklılık arz edeceğidir. İslâm akidesini beyitlerle anlatan “Bed’ü’l-Emâlî” adlı manzum eserde de dendiği gibi, Cenab-ı Hakk’ın cemalini gören mü’minler, o cemal-i bâkemal karşısında bütün Cennet nimetlerini unuturlar. Yani o esnada ne Cennetteki köşk ve villalarını hatırlarlar ne birbirinden lezzetli Cennet meyvelerini ne de huri ve gılmanları. Hepsini unuturlar. O esnada bunların hiçbirini gözleri görmez.
Görüldüğü üzere, maiyyet-i ilâhiyenin hem dünyaya hem de ahirete bakan yönleri vardır. Ona nail olan kimsenin burada ve ötede hissedip duyacağı çok farklı lütuflar, mevhibe ve varidat söz konusudur. Bizler öncelikle dünyada maiyyete nail olmaya çalışmalı ve Cenab-ı Hak’tan bunu istemeliyiz. Çünkü insan burada neye erer, neyi görür, neyi elde ederse, ahirette karşısına çıkacak olan nimetler de buna göre olacaktır. Tabii ki oranın enginlik ve derinliklerine göre. Mesela burada rü’yete (Allah’ı görmeye) inanmayan, onu içine tam sindiremeyen, onun iklimine giremeyen ve onu duyamayan biri, ötede böyle bir mazhariyetten mahrum kalır. İman ve ihlasınızdan evrad u ezkarınıza, ibadet ü taatinizden aşk u iştiyakınıza kadar burada neye sahipseniz öbür tarafta onunla karşılaşacaksınız. Allah buradaki her bir ceht ve gayretinizi tahmin ve tasavvurları aşan bir şekilde orada mükâfatlandıracaktır. وَأَنْ لَيْسَ لِلإِنْسَانِ إِلاَّ مَا سَعَى وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى “Doğrusu insan için kendi emeğinden başkası yoktur. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır.” (Necm sûresi, 53/39-40) âyetinin ifade ettiği mana da bu olsa gerektir.
Sohbet-i Cânan
Maiyyet-i Cânan önemli bir nimet ve mazhariyettir ve bu mazhariyete ulaşmanın en önemli vesilelerinden biri sohbet-i Cânan’dır. Bunun için delice Allah’ı sevmeli, sürekli O’nu düşünmeli ve her yerde sözü evirip çevirip O’na getirmelisiniz. Efendimiz (sallallahu aleyi ve sellem) gibi dualarınızda sürekli, اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ حُبَّكَ، وَحُبَّ مَنْ يُحِبُّكَ، وَالعَمَلَ الَّذِي يُبَلِّغُنِي حُبَّكَ “Allah’ım bahtına düştüm beni muhabbetinle serfiraz kıl. Senden, Senin sevgini, Seni sevenlerin muhabbetini ve Senin sevgine ulaştıracak amellere beni muvaffak kılmanı istiyorum.” (Tirmizi, daavât 75) demelisiniz. Eğer siz, sözü eviriyor çeviriyor ve sürekli Allah’a, Resûlullah’a, Kelâmullah’a bağlıyor, bunlardan bahsetmeyen sözü lakırdı görüyor, onlardan bahsedilmeyen bir araya gelmeleri abesle iştigal sayıyorsanız Allah da size maiyyetini lütfedecektir.
Sohbet-i Cânan, bazen doğrudan Allah’tan bahisler açmakla olur, bazen de sözü O’na ulaştıracak vesilelere bağlayarak. Mesela Kur’ân’ın enginliklerine öyle açılırsınız ki o sizi bir marifet ummanına daldırır. O’nun enginliklerine açılır, âyetleri arasında dolaşır ve böylece matlup ve maksudunuza nail olursunuz. Bazen İnsanlığın İftihar Tablosu’nun arkasına takılır ve O’nun vesayetinde hakiki Mahbubunuza ulaşırsınız. Bazen kâinat kitabının kelime ve satırları arasında dolaşma, onun âyetlerini tefekkür ve tedebbür etme sizin marifetullahtan nasibinizi ziyadeleştirir. Bazen sohbet-i Cânan adına O’ndan bahseden eserlerin müzakeresiyle meşgul olursunuz. Netice itibarıyla bunların hepsi sizi maiyyet-i Cânan’a taşır.
Hâsılı insan, kalbini, kafasını, ruhunu, zihnini, vicdanını.. kısaca Allah’ın kendisine bahşettiği bütün iç ve dış duyularınızı O’na ait mülâhazalarla doyurmadan maiyyet-i Cânan’a eremez. Bu sebeple farklı vesileleri kullanarak sürekli maiyyet-i Cânan peşinde olmalı. Her fırsatı değerlendirerek O’nu bilme, O’nu duyma, O’nunla birlikte olmaya gayret göstermelidir. Cenab-ı Hakk’ın kendisine bahşettiği bütün latife ve hasseleriyle maiyyet soluklamalıdır. Her türlü dünyevî meşguliyetten sıyrılarak, ihtiyaçlar üstü bir zaruret hissiyle O’na yönelmek ve maiyyetine ulaşmaya çalışmak O’nun hakkı, bizim de vazife ve borcudur.
***
Not: Bu yazı, 18 Şubat 2008 tarihinde yapılan sohbetten hazırlanmıştır.
- tarihinde hazırlandı.