İnsanı baş aşağı götürecek hastalık: Suizan
Soru: Bir hadis-i şerifte, insanların helâk olduğunu söyleyen kişinin asıl kendisinin helâk olduğu ifade edilmektedir. Suizanda bulunma veya sürekli başkalarını tenkit etme gibi davranışlar bu hadisin şümûlüne dahil midir?
Cevap: Sahih-i Müslim’de yer alan hadis-i şerifte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), إِذَا قَالَ الرَّجُلُ هَلَكَ النَّاسُ فَهُوَ أَهْلَكُهُمْ “Bir kişi, ‘İnsanlar helâk oldu.’ dediği zaman, onlar içinde en fazla helâke maruz kalan kendisi olur.” (Müslim, birr 139; Ebû Dâvûd; edeb 77; Muvatta, kelâm 2) buyurmuştur. Bu mübarek beyan, cevâmiü’l-kelim (az sözle çok mânâ ifade etme) olduğundan pek çok hakikati muhtevidir. Bu hakikatlerden biri de soruda ifade edildiği üzere, insanın başkaları hakkında suizanda bulunmasıdır. Zira biri hakkında “O helâk olmuştur.” diyecek ölçüde ileri-geri konuşma; beriki hakkında, “Onun işi bitmiştir.” gibi sözler söyleme hep suizannın neticesidir. Hâlbuki Resûl-i Ekrem Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) asıl işi bitmiş olanın, başkaları hakkında bu tür beyanlarda bulunan kişiler olduğunu haber vermektedir.
Nefsini putlaştıranlar, dışarıda suçlu arar
Suizan neticesi olarak başkaları aleyhinde ileri geri laflar etmenin içinde, egoizm, egosantrizm, hatta her şeyi kendisine bağlama gibi bir narsizm vardır. Herkesi ayıplayan, herkes için bir suç bulan insan, hiç farkına varmadan kendisini bir mabut hâline getiriyor, kendisine tapıyor ve aynanın karşısına geçip, “Yok böyle birisi. Bir sengine yekpâre acem mülkü fedadır.” mülâhazalarına giriyor demektir.
Hüsnüzandan mahrum fakat suizanna kilitli bir insan, başkasının namaz gibi çok önemli bir ibadetini bile bir şekilde kendi suizannına kurban edebilir. Meselâ namaz kılan birisini gördüğünde onun hakkında, “Acaba bu kişi namazla tam bütünleşebildi mi?” şeklinde bir düşünceye girebilir. Fakat böyle bir düşüncenin karşısına Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Yarıp da kalbine mi baktın?” beyanı çıkacaktır. (Buhârî, meğâzî 45, diyât 2; Müslim, îmân 158) Biz, kimsenin kalbini bilemeyiz. Zâhiren şeklî ve sûrî namaz kıldığını zannettiğimiz bir insan belki de derinlemesine ve duyarak o namazı îfa ediyordur. Dolayısıyla namazın doğrusunu anlatma, mü’min sıfatlarını ortaya koyma gibi mevzularda doğruları dile getirme vazifemiz olsa da falanın filanın kıldığı namaz veya tuttuğu oruç hakkında olumsuz mülâhazalara girmekten, hele de bunu seslendirmekten mutlaka kaçınmalıyız. Zira başkalarının yaptığı ibadet ü taate ön yargı ve niyet okumalarla bakmak, korkunç bir suizandır. Böyle bir suizan, mânevî olarak insanın baş aşağı gitmesine sebep olabilir. Allah (celle celâluhu) da, “Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın.” (Hucurât sûresi, 49/12) kavl-i kerimiyle suizannı kesin ve net bir şekilde yasaklamaktadır.
Bu itibarla başkalarına bakarken, onlar hakkında hüsnüzanna esas teşkil edebilecek bir husus söz konusu olduğu müddetçe hep hüsnüzanla bakmak gerekir. Öyle ki, karşıdaki kişinin hüsnüzan edilebilecek tek bir yönü olsa bile, hüsnüzan esas alınmalı, suizandan kaçınılmalıdır. Meselâ birisinin ahiret sermayesi olarak sadece bir kelime-i tevhid veya kelime-i şehadeti vardır. Zâhiren salih amelini göremediğimiz bu kişi hakkındaki kanaatimiz, “Bu kardeşim, kelime-i şehadeti yürekten söylemiş ve onun bu sözü nezd-i ulûhiyette yüksek bir kıymete ulaşmış olabilir. Dolayısıyla o, tek bir kelime-i şehadetle kurtuluşa erebilir.” şeklinde olmalıdır. Beri taraftan kendimiz hakkında, günde beş vakit değil, beş vaktin üzerine 50 vakit kaza namazı ilave etsek, yine de işin içine riya ve süm’a karışmış olabileceği şüphesiyle helâk olabileceğimiz endişesini taşımalıyız.
Misalleri çoğaltabiliriz. Mesela, ferdî ibadetlerini eksik, noksan yerine getirdiğinden dolayı zâhiren Allah’la irtibatı zayıf görünen birisi, insanlarla münasebetlerinde hep doğru konuşuyor, sözlerine hiç yalan bulaştırmıyordur. Biz, onun bu tavrını Allah’tan korkmasına hamletmeli ve onun hakkında, “Bu kişi konuşmalarında bu kadar hassas olduğuna göre demek ki Allah’la çok güçlü bir münasebeti var.” demeliyiz. Keza haramlara karşı çok hassas olan, haramın bir arpasını bile ağzına götürmeyen, kendisine yapmadığı bir işin karşılığı verildiğinde onu hak etmediğini düşünerek reddeden bir insanın bu davranışları öyle güzeldir ki onları Allah rızasıyla irtibatlandırmayınca izah edemeyiz. Dolayısıyla bütün bu durumlar karşısında o kişinin Allah’la münasebeti konusunda hep hüsnüzanda bulunmalıyız.
Denge: Hüsnüzan, adem-i itimat
Ancak ifrat ve tefritlerden uzak kalıp meseleyi ekmeliyet ve etemmiyet mülâhazasına bağlayacak olursak, şu kıstası da hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz: Özellikle gel-gitlerine şahit olunan kimseler hakkında, hüsnüzan disiplini, adem-i itimat disiplini ile birlikte ele alınır. Çünkü hüsnüzan ettiğimiz kişi, zaman zaman istikamet çizgisinden sapıyorsa, sanıldığı kadar kâmil ve mükemmel bir insan olmayabilir. Bu açıdan söz konusu kişi hakkında hüsnüzan içinde bulunsak da, mülâhaza dairemizi açık tutar, endişe ettiğimiz hususlardan dolayı ona bir kısım hayatî vazifeler verme veya çok önemli işler emanet etme gibi mevzularda temkinli davranırız. Fakat böyle bir durumda bile, durumu rapor ederken, “Ben falana karşı çok güven duymuyorum; filan çok itimat edilir bir şahıs değildir.” şeklinde suizan ifade eden söz söylemenin hakkımız olmadığını bilmemiz gerekir.
O hâlde biz, başkalarına bakarken en küçük amellerin bile onları Allah indinde kurtarabileceğini düşünmeli, hatalarına nazar-ı müsamaha ile bakmalı ve onlar aleyhinde söz söylemekten kaçınmalıyız. Nitekim Asr-ı Saadet’te yaşanan bir hâdise, mü’minlere bu konuda önemli dersler vermektedir. Şöyle ki, içkinin henüz yeni haram kılındığı dönemde bir sahabî, pek çok defa sarhoş olarak yakalanmış ve tedip edilmişti. O, bir keresinde de Huzur-u Risaletpenâhî’ye aynı suçtan dolayı getirilerek tedip edilmişti de orada bulunanlardan birisi onu kastederek, “Allah cezanı versin. Sen ne kötü adamsın. Bu kaçıncı oldu, böyle huzura geliyorsun!” türünden sözler sarf etmişti. Bunu duyan Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Böyle sözler söylemeyin. Böyle sözlerle kardeşinize karşı şeytana yardımcı olmayın. Allah’a yemin ederim ki, o, Allah ve Resûlü’nü çok sever!” buyurmuştu. (Buhârî, hudûd 4-5; Abdurrezzak, el-Musannef 7/381, 9/246) İşte, başkalarına bakarken sürekli Allah Resûlü’nün bu ufkundan bakmalıyız.
Hüsnüzan: En güzel bir ibadet
Hususiyle Allah ve Resûlü ile irtibatı olan, Kur’ân’la münasebeti bulunan, kendilerini iman ve Kur’ân hizmetine adamış inanan gönüller hakkında suizanda bulunmaktan, kusur arayıp onları ayıplamaktan fevkalâde sakınmak gerekir. Zira Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), مَنْ عَيَّرَ أَخَاهُ بِذَنْبٍ لَمْ يَمُتْ حَتَّى يَعْمَلَهُ “Kim, Müslüman kardeşini herhangi bir hata ve günahı işlemekle ayıplarsa, o, bu ayıbı işlemeden ölmez.” (Tirmizî, sıfatü’l-kıyâme 53; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 7/191) sözleriyle ikaz etmiştir. Bu açıdan bir insan, “Ben falanlara şu ayıbı yakıştırdım ama ya millet de beni veya eşimi ya da çocuklarımı böyle bir şeyle ayıplarsa ben ne yaparım!” mülâhazası ile korkmalı, titremeli ve iki büklüm olmalıdır.
Evet, hakikî mü’min, her kim olursa olsun, başkaları hakkında çok dikkatli düşünmeli ve temkinli hareket etmelidir. Bilindiği üzere hep uyanık olma anlamına gelen teyakkuz, sofiliğin ilk basamağıdır. Mü’min, Allah yolunda yürürken sürekli gözleri açık olarak yürümeli, düşüncelerini mümkün oldukça hüsnüzanna bağlamalı, kat’iyen suizan günahına girmemelidir. Zaten Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de, حُسْنُ الظَّنِّ مِنْ حُسْنِ الْعِبَادَةِ “Hüsnüzan sahibi olması, kişinin kulluğunun güzelliğindendir.” (Ebû Dâvûd, edeb 81; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/297) buyurmak suretiyle bize yüce bir ufuk olarak hüsnüzannı göstermektedir.
Bununla birlikte yılan gibi zehirlemekten lezzet alan ve sürekli başkalarını boynuzlamaya çalışanlara karşı temkinli davranmayı ve onlara karşı setler oluşturmayı da ihmal etmemeliyiz. Fakat sizin bu konuda temkinli hareket etmeniz, hakkınızda türlü türlü komplolar planlayan insanların hidayetleri adına duada bulunmanıza mâni olmamalıdır. Bundan dolayıdır ki, elli senedir aleyhimde yazı yazan insanlarla ilgili aklıma Cehennem’e gitmeleri yönünde bir düşünce geldiğinde hemen, “Hayır yâ Rabbi! Bahtına düştüm, ne olur Cehennem’le onlara azap etme! Kalblerine iman koy, onları da imanla serfiraz kıl!” diye dua ediyorum.
Fakat yaşadığınız mağduriyet ve mazlumiyetler karşısında Allah size farklı bir tercih hakkı da lütfetmiştir. İsterseniz, “Allah’ım, onların haklarından gel, onları hezimete uğrat, birliklerini paramparça hâle getir, cemiyetlerini dağıt, düzenlerini başlarına yık!” diyebilirsiniz. Bütün bunları söylemek sizin hakkınızdır. Çünkü وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِهِ “Ceza verecek olursanız, size yapılan muamelenin misliyle cezalandırın.” (Nahl sûresi, 16/126) âyet-i kerimesi mucebince, birileri size işkence ediyor, eza ve cefada bulunuyor, değişik komplolar hazırlıyor, hile ve tuzaklar kuruyorlarsa, onları bozacak, tersyüz edecek, kendi başlarına dolayacak hareketlerde bulunmak da sizin hakkınız olur. Bununla birlikte âyet-i kerimenin devamında, وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِرِينَ “Şayet sabredecek olursanız bu, sabredenler için işin en hayırlısıdır.” ifadeleriyle de -şahsî haklar noktasında- dişinizi sıkıp sabretmenizin, centilmenlikten vazgeçmemenizin sizin için daha hayırlı olduğu ifade buyurulmuştur.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
- tarihinde hazırlandı.