Düşüncenin enginleşmesi
Soru: Düşünce ufkunun enginleşmesi ne demektir? Engin bir düşünce ufku nasıl elde edilir?
Cevap: Öncelikle günümüzde engin düşünce ufkunu yakalamış, araştırma ve hakikat aşkına sahip, analiz ve sentez kabiliyeti olan, ele aldığı meseleleri ilmî blokajlar üzerine oturtabilen insanlara ciddî ihtiyacımız olduğunu ifade etmek gerekir. Fakat günümüz insanının bu istikamette bir enginlik ve derinliğe açılmasının çok kolay bir iş olmadığını da daha baştan kabul etmeliyiz. Çünkü Batı’nın kendi adına ilim, düşünce ve sanayi inkılabını gerçekleştirdiği bir dönemde biz hem dışarının amansız ve insafsız saldırılarına, hem de kendi iç zaaflarımıza takılmışız; bu yüzünden, Tanzimat’la birlikte âdeta kolumuz kanadımız felç olmuş, aldığımız darbelerle dilimiz tutulmuş, konuşamaz hâle gelmişiz. Arkadan gelen hâdiseler ise bundan daha büyük belâ ve musibetleri beraberinde getirmiş. Derken topyekûn bir millet olarak kutu gibi dar bir alanın içine sıkıştırılmış, dünyadan tecrit edilmiş, başka milletlerin dertleriyle ilgilenmeyen, hiçbir coğrafyaya açılım gerçekleştirmeyen bir millet hâline getirilmişiz. Dahası bütün bunların bağrından şovenlikler doğmuş; kuru laflarla herkese karşı tavır almayı, kabadayılık yapmayı, külhanbeylik taslamayı mârifet zannetmeye başlamışız.
İlk adım: Aşağılık kompleksinden sıyrılma
Korku, ezilmişlik ve aşağılık kompleksi gibi duygular, Tanzimat’tan sonraki nesillerin/dedelerimizin genlerine işlemiştir. Biz de onların genlerini taşıdığımızdan dolayı hâlâ yaşadığımız o şokun tesirinden kurtulabildiğimiz söylenemez. İster farkına varalım ister varmayalım biz, bu tür duygu ve düşüncelerle felç edilmiş gibiyiz. Dolayısıyla da bütün bu olumsuz düşüncelerden sıyrılma, engin düşünce ufuklarına açılma, düşüncede kendimiz olabilme, Allah ve Resûlü’nün gösterdiği ufka müteveccih bulunma, Kur’ân’ın tevcihleri istikametinde hareket ederek birer tezekkür, tedebbür ve tefekkür insanı olabilme, sürekli yeni yeni terkipler yapma, yeni yeni tahlillerde bulunma.. evet, bütün bunlar aşağılık kompleksiyle kolu kanadı kırılmış nesiller için çok kolay gerçekleşecek işler değildir. Ama asla unutulmamalıdır ki bunlar gerçekleştirilemeyecek işler de değildir.
Her şeyden önce Tanzimat’la üzerimize gelen ve o günden bugüne katlanarak devam eden Allah belâsı bu aşağılık kompleksini üzerimizden atmamız gerekir. Bu yapılabildiği takdirde, engin ve derin düşünce ufuklarına kapı aralama adına ilk adım atılmış olacaktır.
İsim değil sıfatlar önemli
İkinci olarak, Allah’ın (celle celâluhu) evsaf-ı insaniyeye özel bir teveccühünün olduğunun hiçbir zaman hatırdan çıkarılmaması gerekir. Bu sebepledir ki, gayrimüslim de olsa birisi, çalışkanlık, metotlu çalışma, hakikat ve araştırma aşkıyla eşya ve hâdiseleri didik didik etme, terkip kabiliyetine sahip olma gibi üzerinde taşıdığı Müslüman vasıfları itibarıyla sizin önünüzde ise Cenâb-ı Hak, onu, o taşıdığı sıfatlara göre mükâfatlandıracaktır. Çünkü bütün bunlar, Âlemlerin Rabbi Allah katında makbul sıfatlardır. Makbul olmayan insanların sırtında bulunmaları, bu sıfatların değerini düşürmez. Tıpkı çamura düşen bir elmasın değerinden bir şey kaybetmemesi gibi.
İşte sıfatlara bu zaviyeden bakılmalıdır. Eğer mü’min sıfatları sizde değil de başkalarında varsa, onlara sahip olan insanlar dünya hayatı itibarıyla payidar ve muvaffak olacak; Rönesans’tan itibaren yaptıkları gibi bilimle elde ettikleri teknolojik güç ve imkânlarla sizi vesayetleri altına alacaklardır. Ne zaman ki siz de hakikat aşkına talip olur, ona göre bir araştırma aşkı oluşturur ve kendinizi delice o işe vererek eşya ve hâdiseleri didik didik edersiniz, işte o zaman, Cenâb-ı Hak da size özel ve ekstra teveccühlerde bulunur. Böylece hem dünyanızı mamur kılmış, hem de ebedî saadet yurdunu kazanacak bir yola girmiş olursunuz.
Kitap ve sünnet’in kriterleri
Öte yandan ister kalbî ve ruhî hayatımız adına, ister kendi enginliği içinde Müslümanlığı kavramaya çalışmamız namına, isterse gelecekle alâkalı tasarı ve tasavvurlarımız hesabına olsun hangi meseleyi ele alırsak alalım mahrutî bakışa ulaşmalı, hâdiseleri bütüncül bir nazarla analize tâbi tutmalı, mebdeden müntehaya kadar ufkumuzla idrak edebileceğimiz şeyleri görmeye çalışmalı, göremediğimiz şeyler adına da alternatif düşünceler üretmeli ve ürettiğimiz bu düşüncelerimizi sürekli Kitap ve Sünnet’in kriterleriyle test etmeliyiz. Kitap ve Sünnet’in kriterlerine uygun, zamanın ortaya koyduğu tefsirleri yakalayabilmek için ise sürekli temel kaynaklarla günümüz şartları arasında mekik dokumalıyız. Çünkü zaman ve konjonktür en büyük müfessirlerden biridir.
Meselâ günümüz dünyasını düşündüğümüzde bizim yaşanabilir bir gelecek adına, ırk, renk, inanç, mezhep farklılığı demeden bütün insanlığa kucak açmamız, farklı millet ve toplulukların birbiriyle sarmaş dolaş olmasını temin etmeye çalışmamız lazımdır. Sadece İslâm dünyasında değil bütün bir insaniyet âleminde temel insanî değerlerin hâkim olması için gayret etmemiz gerekir. Her yerde öldürücü silâhların bulunduğu bir dönemde böyle bir engin bakış açısına –eskilerin ifadesiyle– eşedd-i ihtiyaçla ihtiyaç vardır. Aksi takdirde dünyanın bir yerinde birilerinin şirretliğe kalkışması, başkalarını da aynıyla mukabeleye sevk edebilir ki bu durumda dünyanın harabeye döneceğinde şüphe yoktur.
İşte işin vahametini gören bazı fikir ve düşünce insanları bu konudaki haklı endişelerini dile getirmeli, insanlığı birlik ve beraberliğe, vifak ve ittifaka çağırmalı ve insanlığın bu düşünce etrafında kenetlenmesini temin etmeye çalışmalıdırlar. Bunun için de söz konusu oluşumu sağlayabilecek faktörler üzerinde durmalı, ortaya çıkabilecek muhtemel engelleri hesaplamalı, farklı kesimler arasında ortak bir fikir oluşturmalı ve akıllarına gelen düşünceleri oluşturdukları müşterek akıl havuzuna doldurup kolektif şuurla meseleleri çözmeye çalışmalıdırlar. Şu an gerçekleştirilemeyecek bazı teklif ve projeler ise gelecek nesillerin değerlendirmesine emanet edilmelidir.
Ortaya çıkan yeni şartlar ve güzergâh emniyeti
Yürünen yolun güzergâh emniyetini sağlama adına gerekli tedbirlerin alınması da engin düşünce ufkunun ayrı bir buudunu teşkil eder. Sizin iman ve ahlâk adına donanımınız tam olabilir. Reftare yürüyüşünüzle âlemi kendinize hayran bırakabilirsiniz. Hatta Allah’ın inayet, riayet ve kilâetine olan güveniniz de tamdır. Fakat bütün bunlar, meselenin bir yanını teşkil eder. Onun diğer yanı ise yapılan işler karşısında başkalarının da hissiyat, düşünce ve hareketlerini hesaba katabilmektir. Aksi takdirde siz, bu emaneti emin ellere teslim etme adına yol alırken, bir kısım gulyabani güruhuyla karşı karşıya kalabilirsiniz. Eğer siz sahip olduğunuz değerleri topluma takdim etmenin yanında aleyhinizde çalışan kimselerin güç ve kuvvetini, sizin hakkınızdaki mülâhazalarını göz ardı ederseniz, onlar, sizin elli senelik birikimlerinizi yıkıp geçmek isteyebilirler. Bu açıdan yürüdüğünüz yolda herhangi bir trafik problemi yaşamamak için yol boyu güzergâh emniyeti konusunda hassaslardan hassas davranmanız, ortaya çıkan yeni şartlara göre de güzergâh emniyeti adına alınması gereken tedbirleri yenilemeniz gerekir.
İçinde yaşadığınız dünyayı doğru okuma da derin düşüncenin bir başka boyutudur. Günümüzün hizmet gönüllüleri dünyanın yüz yetmiş ülkesine açılım gerçekleştirmiştir. Bu demektir ki onlar yüz yetmiş ayrı kültür ortamında neş’et etmiş insanlarla birlikte oluyorlar. Gidilen yerlerdeki muhataplar bir yere kadar sizi kabullenebilirler; fakat bir noktadan sonra kültür ve düşünce farklılığından doğan çatışmalar olabilir. Mesela gittiğiniz ülke insanları sizin bir asimilasyon peşinde olduğunuz vehmine kapılabilirler. İşte bütün bu mevzuların önceden doğru değerlendirilmesi, bu konularda atılacak adımlarla ilgili doğru kararların verilmesi ve başkalarında endişe uyarabilecek tavır ve davranışlardan sakınılması gerekir.
Düşünce, aksiyonun bağrında inkişaf eder
Ruhumuzu ikame için yazılmış olan elimizdeki eserlerin iyi okunması, orada verilen mesajların bugünkü dünyamız adına ifade ettiği mânâların, yarınki ve öbür günkü hayatımız adına gösterdiği hedeflerin iyi anlaşılması, bizim için nasıl bir dünya resmettiğinin iyi analiz edilmesi de çok önemlidir. Hazreti Pîr-i Muğan, mevcutla iktifanın dûn himmetlik olduğunu ifade etmiştir. (Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s.791 (Lemaât)) Bu açıdan biz, elimizdeki kaynakları okurken, sürekli “Acaba buradan daha başka ne türlü mânâlar çıkartabiliriz?” düşüncesiyle okumalıyız. Meseleyi sadece çay ve kahve sohbetlerine bağlama eksik bir yaklaşımdır. Önemli olan o eserleri ciddî bir müzakereyle ele almak ve onların geleceğimiz adına gösterdiği hedefleri görebilmektir.
Fakat bütün bunların da aksiyonla birlikte yürütülmesi gerekir. Eğer düşünceler aksiyon hâline getirilebilirse, daha rasyonelce kararlar alınabilecektir. Pratik hayatta bir karşılığı olmadıktan sonra ütopya yazarları gibi masa başında, oturulan yerden parlak dünyalar resmetmenin kimseye bir faydası yoktur. Bugüne kadar nice parlak fikirler ortaya atılmış fakat bunlar pratiğe dökülemediği için iki adım gitmeden ışığını kaybetmişlerdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de imandan bahsedilen hemen her yerde amel-i salihe de yer verilmek suretiyle, aksiyon ve düşüncenin birlikte götürülmesi gerektiğine işarette bulunulmuştur. (Bkz.: Bakara sûresi, 2/25; Âl-i İmrân sûresi, 3/57; Nisâ sûresi, 4/57…)
Ortak akıl
Bizim aklımıza gelen fikir ve düşünceler vahiy mahsulü olmadığından bunlar her zaman kendi geçmiş bilgi birikimimizle mâlûldür. Yani dimağımızda bulunan bir kısım yanlış bilgiler her zaman için bizi yanlış analiz ve sentezlere sevk edebilir. Şahsî içtihat ve istinbatlarımızda yanılabiliriz. Ortaya koyduğumuz bir kısım düşünceler her zaman, herkes için geçerli olmayabilir. Bu açıdan ulaştığımız fikirlerin, gelecekle ilgili plan ve projelerimizin tashihe ihtiyacı olabileceğini düşünmek, onları meşverete arz etmek de düşünce enginliğine ulaşma adına çok önemli bir husustur.
Özgür düşünce ortamı ve beyin göçü
Bütün bunların yanında kendi ilmî tecrübelerimizin ürünlerini ortaya koymak suretiyle dünya çapında yaşanan fikir göçünün kendi dünyamıza doğru gerçekleşmesini sağlamak da meselenin ayrı bir yanını teşkil eder. Esasen âleme dilencilik yapmaktan sıyrılmamız, başkalarına el açmadan yaşayabilmemiz, özgür düşünce ile yeni yeni sentez ve analizlere ulaşabilmemiz ancak genç ve zinde beyinlerin kendi ülkelerine hizmet edebilecek imkân ve zemini bulmalarıyla mümkündür.
Bütün muvaffakiyetler O’ndan!
Ayrıca insan, düşünce ufku ve elde ettiği imkânlar itibarıyla ne kadar yükselirse yükselsin, isterse başı zirvelere ulaşsın, bütün bunları ihsan edenin Allah olduğunu hiçbir zaman unutmamalı; Allah’ın ihsan ve lütufları karşısında hep bir asâ gibi iki büklüm olmalıdır. Çünkü yükseklik, tevazuu gerektirir. Nitekim âlemlere rahmet olarak gönderilen ve çok büyük mazhariyetlere sahip olan İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) farklı vesilelerle fevkalâdeden bir tevazu ve mahviyet ortaya koymuştur. (Bkz.: Müslim, fezâil 76; Ebû Dâvûd, edeb 12; İbn Mâce, zühd 16) İşte tıpkı meyveli ağaçların dallarının meyveler ağırlık kazandıkça yere doğru eğilip toprağa dayanmaları gibi, insanlar da Allah’ın lütufları arttıkça tevazu ve mahviyetlerini artırmalıdırlar.
Cenâb-ı Hakk’ın mevhibe ve mazhariyetlerini kendi adlarına bir paye gibi değerlendiren insanlar, hiç farkına varmadan sukut ederler. Onlar bir ülkeyi kurtarsalar bile, Cenâb-ı Hakk’ın lütfettiği tecellileri kendilerinden bilirler ve onlar karşısında alkış beklerlerse şayet Allah tarafından tekdir görür ve bir gün baş aşağı derin bir çukura yuvarlanırlar. Ayrıca Hazreti Pîr’in yaklaşımıyla ihlâs/hillet kulesinin başından düşen bir insan düz bir zemine düşmez; onun çok derin bir çukura yuvarlanma ihtimali vardır. (Bkz.: Bediüzzaman, Lem’alar s.204 (Yirmi Birinci Lem’a)) Farklı bir tabirle Everest Tepesi’nin zirvesinden düşenler, Lût Gölü’nün derinliklerine gömülürler. Çoğu zaman en yüksek ile en alçak yan yana durur. Eğer en yükseğin hakkını verirse insan, orada kalır; hakkını vermediği takdirde ise tepe taklak oradan aşağıya düşer.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
- tarihinde hazırlandı.