Dine ve İnsanlığa Hizmette Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Prensipler
İçtimai problemlere çözüm getirmek kolay bir iş değildir. Doğru yaklaşım tarzı belirlenemediği takdirde bazen bir yanlışı düzeltmeye çalışırken düzeltilemeyecek daha büyük yanlışlara sebep olur, çok daha büyük problemlerle baş etmek zorunda kalırsınız. Halı üzerine dökülen bir şeyin lekesini çıkarmanın dahi bir usulü vardır. Şayet onu nasıl temizleyeceğinizi bilmezseniz, temizleme adına yapacağınız işlemlerle lekeyi daha da büyütürsünüz. Toplum içindeki problemlerin çözümlenmesi de bunun gibidir. Başvurulan yanlış mualece (tedavi) usulleri, altından kalkılmaz komplikasyonlara sebep olabilir. Basit bir lekeyi silmenin bile bir usulü varsa, deformasyona uğrayan bir toplumu yeniden hüviyet-i asliyesine döndürmenin, rayına oturtmanın ve tekrar ahenkli yürüyüşünü temin etmenin de kendine göre bir yöntemi vardır.
İhlas ve samimiyet, pek çok hatayı affettiren çok önemli birer değerdir. Aynı şekilde azim ve kararlılık da başarıya giden yolda önde gelen dinamiklerdendir. Ne var ki bunun yanında, yapılacak işlerle ilgili alınacak kararlar bilgi ve şer’î disiplinlerle test edilmiyor, mantık süzgecinden geçirilmiyor, basiret ve firasetle tetkike tabi tutulmuyorsa, insana çok yanlışlar yaptırır. Doğru ve güzel işler yapma adına yola çıkan niceleri, bu hususlara yeterince riayet etmedikleri için sürçer, tökezler ve tepetaklak giderler. Hatta bazen bunun farkına da varmazlar.
Bu yanlışlar, insanın şahsî ve ailevî hayatında, mesela aile siyasetinde veya çocuk yetiştirme tarzında olabileceği gibi, içtimaî, siyasî ve iktisadî hayatta yani daha geniş bir dairede de olabilir. Sözgelimi sosyal değişim, dönüşüm ve oluşumlar şayet belli kural ve kaidelere göre şekillenmezse, altından kalkılmaz komplikasyonlara sebebiyet verebilir.
Mesela hâlis bir niyetle, toplumun gelişme ve ilerlemesi adına, onu “ibtida”dan “intiha”ya sıçratma mülâhazasıyla geniş tabanlı bir reform hareketi başlatmak istersiniz. Ne var ki burada göz önünde bulundurulması gereken çok hayatî esaslar vardır. Acaba toplumun bünyesi böylesine radikal bir değişime müsait mi? Toplum fertleri kendilerine teklif edilen veya dayatılan değişimleri sindirebilecek ve hazmedebilecek durumda mı? Konjonktür buna müsaade eder mi? Zaman ve şartlar yapılmak istenilen işlere uygun mu? Sizin gücünüz bu iş için yeterli mi? Yapmak istediğiniz değişimlere evrensel insanî değerler açısından baktınız mı? Bütün bunları göz önünde bulundurmadan yola çıkarsanız falso ve fiyaskolar yaşamanız kuvvetle muhtemeldir. Hatta insanlığa hizmet etme mülahazasıyla yola çıkarsınız da neticede onun başına yeni gaileler açarsınız. Burada ne samimiyetiniz ne de dinî kimliğiniz tek başına işe yaramaz. Şayet bütün bu hususları hesaba katmadan burnunuzun doğrultusuna giderseniz, yapma adına büyük yıkımlara sebep olursunuz.
Değerlerimize Antipati Duyulmasına Sebep Olmama
Bizler, Cenâb-ı Hakk’ın, peygamberleri vasıtasıyla insanlığa bildirdiği hakikatleri muhtaç sinelere duyurma adına yola çıkmış olabiliriz. Fakat doğru usûl ve üslûbu yakalayamadığımız takdirde, niyetimizin güzelliği, mefkuremizi gerçekleştirme adına yeterli olmayabilir. Bir şey anlatmadan önce, muhataplarımızın, işittikleri hakikatleri kabul etmeye müsait olup olmadıklarına bakmamız, anlatılanları nasıl algılayacaklarını mutlaka hesaba katmamız gerekir. Aksi takdirde kaş yapayım derken göz çıkarırız da insanlarda, inandığımız değerlere karşı antipati hâsıl olabilir.
Sadece muhatapların durumu değil; problemlere neşter vurma niyetindeki bizim durumumuz da önemlidir. Durduğumuz yer itibarıyla, hedeflediğimiz projeleri gerçekleştirebilecek ilim, irade, tecrübe ve iktidara sahip olmamız şarttır. Yeterli donanım ve imkânlara sahip olmadan, iyi bir planlama yapmadan ve sebeplere riayet etmeden acelecilikle yola çıkılırsa, maksadın aksiyle tokat yenebilir. Bediüzzaman Hazretleri hırsın, kayıp ve hüsran sebebi olduğunu ifade eder. Bu, sadece dünyevî kazançlar hakkında geçerli değildir; manevî ve uhrevî işlerde de yerine göre hırs, hasaret (zarar) sebebi olabilir.
Mesela sizler, irşat ve tebliğ, talim ve terbiye, sevgi ve hoşgörü adına güzel düşüncelere sahip olabilir ve bu düşüncelerinizi gerçekleştirme adına dünyaya açılabilirsiniz. Şayet sadece ihlâs, samimiyet ve heyecanlarınıza güvenerek hedeflerinize sıçramaya kalkarsanız, yerin çekim gücüne takılırsınız. Bunun yerine, acele etmeden, tedbir ve temkini elden bırakmadan, sebepleri ihmal etmeden adımlarınızı atmalısınız.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: الأَنَاةُ مِنَ اللَّهِ وَالعَجَلَةُ مِنَ الشَّيْطَانِ “Teennî (temkin) ile hareket etmek Rahman’dan, acele ise şeytandandır.” (Tirmizî, Birr 66) Halk arasında da “Acele şeytandandır.” sözü meşhur olmuştur. Çünkü ciddi hesap ve fizibilite isteyen işlerde acele etmek, insana çok hata yaptırır.
İşte böyle bir hataya düşmemek için, yapacağınız işlerde temkini elden bırakmamalı, aceleciliğe düşmekten sakınmalısınız. Bir mesaj sunacaksanız, ısındıra ısındıra sunmalısınız. Şayet insanlık sizin sunacağınız mesajı natürel hâliyle kabul etmeye müsait değilse, onu rafine edecek ve onların hazmedebileceği şekle sokacaksınız. Söyleyeceğiniz şeyleri onların idrak seviyelerini göz önünde bulundurarak söyleyeceksiniz.
Mesajı Doğru Sunmanın Yolu
Şayet ortaya koyduğunuz plan ve projelerin başarıya ulaşmasını istiyorsanız, pek çok faktörü aynı anda göz önünde bulundurmak ve birlikte değerlendirmek zorundasınız. İlk olarak kendi seviyenizi, bilginizi, gücünüzü, aşk u şevkinizi, vefa ve sadakatinizi gözden geçirecek, ikinci olarak muhataplarınızın durumunu anlamaya çalışacak, üçüncü olarak içinde yaşadığınız atmosferi, zamanın şartlarını ve konjonktürü göz önünde bulunduracak ve son olarak da düşmanlığa kilitlenmiş kesimlerin hamle ve saldırılarını hesaba katacaksınız.
Dolayısıyla şu gibi soruları sormadan yola çıkmamalısınız: Acaba bizim tarafımızdan sergilenecek bir açılım ve görüntü umumun kabulüne mazhar olur mu? Acaba ortaya çıkacak gelişme ve inkişafın kamuoyundaki yansıması nasıl olur? Acaba içinde yaşadığımız toplum veya dünya efkârı yapacağımız işlere ne ölçüde müsait? Acaba hedef ve ideallerimizle güç ve iktidarımız arasında bir uyum var mı? Acaba elde edeceğimiz muhtemel başarı ve muvaffakiyetler ölçüsünde Cenab-ı Hakk’a hamd, sena ve şükür ile mukabelede bulunabilecek miyiz?
Son sorudan maksadı tamamlama adına şu soruyu mutlaka kendimize sormalıyız: Acaba ciddi bir oluşuma vesile olacak kahramanların, elde ettikleri başarılar karşısında ucb ve fahr’e girmeyecek ölçüde kıvamları tam mı? Zira ne tür bir değişim ve dönüşüme vesile olunursa olunsun, şayet bunu yapan insanlar neticede parmakla gösterilme hissine kapılacak ve bir deformasyona maruz kalacaklarsa, hiç olmasın daha iyi. Biz, ortaya çıkan güzellikler karşısında kendimizi putlaştıracak, bir narsist kesilecek ve böylece Allah’ı ve Resûlüllah’ı kaybedeceksek, dinimiz adına durduğumuz zemini yitireceksek, bırakalım her şey olacağı kadar olsun. Bu sebeple, geleceği yeniden inşa ve imar edecek şahısların, “ehlullah” olma yolunda bulunmaları gerekir.
Evet, ihlâs ve samimiyet, vefa ve sadakat çok önemli birer değer olduğu gibi, kendimizle yüzleşerek kendimizi tanımamız, gerçek kıvamımızı elde etmemiz, toplum hakkında detaylı bilgiye sahip olmamız, dünyayı bilmemiz, önümüze çıkabilecek potansiyel düşmanlardan haberdar olmamız da projelerimizin başarıya ulaşması adına çok önemlidir. Bunların hepsini birden düşünme mecburiyetindeyiz.
Bazen Cenab-ı Hak çok ekstradan lütuflarda bulunabilir. Bütün eksik ve kusurlarınıza rağmen sizi alır ve birinci basamaktan onuncu basamağa sıçratır. Şartları ve zemini yapacağınız işlere müsait hâle getirir. Gönülleri size yönlendirir. Minnacık gayretlerinize karşılık çok büyük muvaffakiyetler ihsan eder. Evet, bütün bunlar, Allah’ın merhametinin eseri, bir lütfu olarak gerçekleşebilir ama biz, plan ve projelerimizi böyle ekstradan teveccühlere bina edemeyiz. Çünkü sebepler dairesi içinde yaşıyoruz. Bu yüzden onlara riayet etmekle mükellefiz. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın kendisini koruma vaadi olmasına rağmen rehberliğinin bir gereği olarak Uhud’a giderken miğferini takıyor, üst üste iki zırh birden giyiyordu.
Hiçbir hümanist düşünce, bizim düşünce dünyamızda insana ve insanî değerlere verdiğimiz yüksek seviyeyi yakalayamaz. Hiçbir feminist düşünce, kadına bizim düşünce sistemimiz kadar değer veremez ve onu mualla mevkiine oturtamaz. Biz, günümüzde evrensel insanî değerler olarak kabul edilen her ne varsa bunların çok daha ötesinin hayallerini kurarız. Kimliğine bakmaksızın bütün insanları severiz. İnsana, insanlığından dolayı saygı gösteririz. Hiç kimseye zulmetmeme, kılı kırk yararcasına adil ve hakperest olma bizim kültür değerlerimizin en temel dinamiklerindendir. Biz, insanlığın da bu değerlere uyanmasını arzu ederiz. Elbette herkes bizim gibi düşünmeyecek, bize benzemeyecektir, bu, hayatın realitesidir. Kimseyi bize benzemeye zorlayamayız fakat en azından kendimizi doğru anlatabilir, doğru tanıtabilir, dünya çapında bir barış ve sevgi atmosferinin oluşmasına katkı sunabiliriz.
Önemli olan, bunun, her tür dayatmadan, şovenlikten, hamasetten uzak durularak, rahatsızlığa ve tepkiye sebebiyet vermeyecek şekilde, doğru yol ve yöntemlerle gerçekleştirilmesidir. Bu da olabildiğince makul ve rasyonel olmayı, temkin ve teyakkuz içerisinde yol almayı gerektirir.
Bunları sağlama adına müşterek akla müracaat etmek çok önemlidir. Çünkü bunlar tek kişinin altından kalkacağı işler değildir. İnsanlar baş başa vermeli ve kimseyi küstürmeden, kırmadan, hazımsızlık ve çekememezliğe sevk etmeden nasıl hareket edeceklerinin hesabını yapmalıdırlar. Herkes zihnini çatlatırcasına bu mevzuya kafa yormalı ve dünyanın daha yaşanılabilir bir yer hâline gelmesi adına uygun yol ve vesileler araştırmalıdır. Sevgi şölenlerini dünyanın dört bir yanına yaymalı, insanlığı kucaklamalı, bu dünyanın kavga edilecek bir yer olmadığını herkese göstermelidir. Sahip oldukları duygu ve düşünceleri çok iyi sistemleştirmeli, bunlar etrafında stratejiler oluşturmalı, sürekli yeni yollar bulmalı, his, heyecan ve ümitlerinin yanında katiyen akıl, mantık ve muhakemenin payını ihmal etmemeli ve bütün açılımları buna göre gerçekleştirmelidir.
Hakta Sabitkadem Olma
Son olarak bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Şayet yaptığınız işlerin selim akla, realitelere, konjonktüre ve hepsinden önemlisi dinin temel kıstaslarına uygun olduğunu düşünüyorsanız, orada sabitkadem olmasını bilmelisiniz. Temel disiplinlerimize ve dinin muhkematına bağlı olarak yolumuzu, yönümüzü ve yörüngemizi belirlemişsek, artık bundan sonra geri adım atmamalı, zikzak çizmemeliyiz. Değişmeden, başkalaşmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımızı alıp ileriye götürebilmeliyiz. Yaşadığımız her başarısızlık, felaket, imtihan karşısında, “Bu tutmadı, hadi başka bir şey deneyelim.” dememeliyiz. Bunların belirli hikmetlere binaen Allah tarafından geldiğini de unutmamalıyız. Biz vazifemizi yapar, neticeyi Allah’a bırakırız. Temel disiplinlere göre planlanan işlerde “tutmadı”, “olmadı” diyerek her seferinde farklı yollara sülûk edersek, maksuda ulaşamaz, menzile varamayız.
Formatlarla oynama, detaya ait meselelerde zamanın ruhuna uygun değişiklikler yapma bu dediğimin haricinde şeylerdir. Aynı şekilde yaşanan sıkıntılar eğer bizim hatalarımıza terettüp etmişse, hatada ısrar etmez, yanlışımızı düzeltmesini biliriz. Yapılan makul teklifler karşısında temerrüde girmeyiz. Yani bir taraftan hakta sabitkadem olmasını, diğer yandan da hatalarımızdan geri dönmesini biliriz. Çünkü doğru yolda ısrar insana ne kadar çok sevap kazandırırsa, hatadan dönmek de öyledir.
Bu yazı, 7 Haziran 2009 tarihinde yapılan sohbetten hazırlandı.
- tarihinde hazırlandı.