Çağın Yezitleri
Keşke herkes sahip olduğu mazhariyetlere Alvarlı Efe Hazretleri gibi bakabilse ve şöyle dese:
Değil bu bana layık bu bende,
Bana bu lutf ile ihsan nedendir.
Keşke Hz. Bediüzzaman’ın verdiği şu ölçüleri bir an olsun aklından çıkarmasa: “Sen, ey riyakâr nefsim! Dine hizmet ettim diye gururlanma. “Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir (günahkâr) adamla da teyit ve takviye eder.” (Buhari, cihad 182; Müslim, iman 178) sırrınca, müzekkâ (temiz, pak) olmadığın için, belki sen kendini o racül-ü fâcir (fâcir, günahkâr adam) bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini; geçen nimetlerin şükrü, vazife-i fıtrat, fariza-i hilkat ve netice-i sanat bil, ucb ve riyadan kurtul.” (Bediüzzaman, Sözler, 26. Söz, Hâtime)
Kaç insan vardır ki şahsî hayatı itibarıyla kendini sorgulasın ve “Acaba ben bir fasık mıyım? Acaba kalbimde nifak taşıyor muyum?” desin. Kendi durum ve konumunu sorgulamayan, sürekli nefsini muhasebe ve murakabeye tâbi tutmayan bir insan, yaptığı hata ve günahları küçük görür, önemsemez. Kendini arınmaya muhtaç kusurlu bir insan gibi görmez. Kalb ve ruh dünyasını, tasavvur sistemini, tahayyül mekanizmasını, aklî melekelerini kirlettiğini düşünmeyen biri niye arınma kurnası arasın ki! Kendini melekler gibi kusursuz ve pir u pak gören, tepeden tırnağa kire bulaşsa da farkına varmaz. Bu yüzden tevbe edip Allah’a dönmez; inabe ve evbenin rüyasını bile görmez.
Kendi kirlerini görmeyen bir insan, tevbe ve inabeden mahrum kalacağı gibi, ortaya çıkan problemler karşısında suizan ve atf-ı cürümlerden de kurtulamaz. Çünkü o, çevresinde olup biten olumsuzlukların sebeplerini hep dışarıda arar. Dönüp kendine bakmaz, kendini sorgulamaz, kendi hata ve kusurlarını göremez. Bu sebeple hep dışarıda suçlu arar durur, bu hasta psikolojiden kurtulamaz. Başkalarını eleştirmeyi ve suçlamayı alışkanlık haline getirmiş bu tiplere elli numara gözlük de taksanız yine de kendi kirlerini göremezler. Zira onlar bu konuda kördürler.
Nazarları hep başkalarının üzerinde olan, sürekli “öteki”nin eksik ve gedikleriyle uğraşanlar, aslında acınacak durumda insanlardır. Zift kuyusuna düşmüş, üstü başı kir pas içinde ve belki de akıbeti Cehennemdeki zift kazanları olan zavallılara acınmaz mı? İnsanlığını kaybetmeyene düşen şey onlara acımaktır. “Batsın, bitsin, yerin dibine geçsin…” mülahazaları mümince bir tavır değildir. Bize, “Allah ıslah etsin, gözlerini açıp zift içinde bulunduklarını kendilerine göstersin, arınma yollarına hidayet eylesin!” demek düşer. Yoksa birileri sürekli çevrelerini suçlarken, onlara olmadık hakaretler ederken, sövüp sayarken, berikiler de mukabele-i bi’l-misil kaide-i zalimanesine başvurur ve aynısıyla karşılık verir ve karşı taarruza geçerlerse memleket savaş meydanına döner.
Yezitleşen Zalimler
Maalesef günümüzde bütünüyle kin ve haset duygularına yenik düşmüş bir kesim, olup biten her olumsuzluğu başkalarına fatura ediyor, meydana gelen bütün suçları, günah keçisi ilân ettiği bir camiaya yüklüyor, sürekli onların gıybetini yapmak suretiyle yamyamlar gibi insan eti yiyor, akla hayale gelmeyecek yalan ve iftiralarla onları karalıyor. Yalan, iftira, gıybet, karalama, intikam onların huyu, âdeti hâline gelmiş.
İnsanlık tarihinde bu tür haksızlık ve zulümler hep olagelmiş fakat bazı devirlerde zirve yapmıştır. Mesela Yezid dönemi bunlardan biridir. Yezid ve çevresinde yezidleşen insanlar, Kerbelâ’da, aralarında çoluk, çocuk, kadın olan yetmiş kadar insanı hunharca katletmişlerdir. Savaşma gücü ve niyeti olmayan bir avuç insanın üzerine büyük bir orduyla yürümek ve onları toptan kılıçtan geçirmek akıl alır gibi bir vahşet değildir. Üstelik bunlar sıradan insanlar da değildir. Başlarında Efendimiz’in torunu Seyyidina Hz. Hüseyin vardır. Onun yanında da içlerinde kadın ve çocukların da olduğu akraba ve yakınları. Fakat gözü dönmüş bu vahşiler, karşılarında kimin durduğuna bakmadan onları katletmiştir. Hatta Hz. Hüseyin Efendimiz’in mübarek başını kesmiş, cesedini atlara çiğnetmişlerdir.
Daha sonraki dönemlerde de zaman zaman Yezid ruhu hortlamış ve peygamber davasına sahip çıkan adanmışlara karşı benzer zulüm ve vahşetler irtikâp edilmiştir. Çağın yezitleri de aynı şeyleri yapıyorlar. İsterseniz hayal dünyanızda şöyle bir gezintiye çıkın. Çağın yezitleri ve onların yapmış oldukları benzer zulümler bir bir gözünüzde canlanacaktır. Kendi ülkeniz de dâhil dünyanın değişik coğrafyalarında hayalinizle seyahat edin. İnsanların vahşetle nasıl birbirlerini yediklerini göreceksiniz. Gücü ele geçiren zalimlerin, kendilerine biat etmeyen masumları nasıl hınçla ezdiklerini esefle müşahede edeceksiniz.
Çağın yezitleri de tıpkı tarihteki Yezid gibi devletin tüm güç ve şiddet mekanizmalarını kullanarak savunmasız durumdaki masumların üzerine yürüyor ve kendi saltanatları için tehdit gördükleri insanların kökünü kazıma adına ne vahşetler ne vahşetler irtikâp ediyorlar. Yezitleşen bu zalimlerin yanı sıra, onların işledikleri bu vahşetleri görmeyen veya görmezden gelen körleri de unutmamak gerekir. Bunca yalanı, hıyaneti, zulmü, nemelazımcılığı, zulme karşı dilsiz şeytanlığı, ondan da öte zulmü desteklemeyi… sıradan şeylermiş gibi gören insan müsveddeleri nasıl unutulur! Karşı koyma gücü ve savaşma niyeti olmayan masumların üzerine gitmek, ancak insanlığını yitirmiş canavarlara mahsus bir özelliktir.
Evet, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, dünya kadar yalan ve iftira, şenaat ve denaet, vahşet ve zulüm olağan şeyler gibi görülüyor. Hatta makyavelist düşünen zalimler bütün bunları menhus hedeflerine ulaşma adına lüzumlu görüyor, belki de cihat gibi algılıyorlar. İntikam duygularıyla yatıyor, intikam duygularıyla kalkıyorlar. Belki rüya ve hülyalarında bile, düşman ilan ettikleri insanları bitirme senaryolarıyla meşgul oluyorlar. Uyandıklarında da bu senaryoların figüranlığını yapıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen insanları yokluğa mahkûm etmek için her gün elli türlü entrika ve komplo sahneye sürüyorlar. Dolayısıyla da yapıp ettikleriyle sürekli etrafa levsiyat saçıyorlar. Daha da vahimi, yaptıkları bunca kötülüğü İslâm adına yapıyor, İslâm’ın dırahşan çehresini kirletiyorlar. İslâm var olduğu günden bugüne adı herhalde bu ölçüde kirletilmemiştir.
Akıllı Mehmet
Bir taraftan İslâm’ın yasakladığı pek çok günahı hiç çekinmeden işleyecek, diğer taraftan İslâm’ı ikame iddiasında bulunacaksınız; olacak şey değil! Bu nâdânlar İslâm’ı bilmedikleri gibi, içinde yaşadıkları dünyadan da haberleri yok. Ne Kur’an ve Sünnet’in ruhuna vâkıflar ne de içtimai coğrafyanın şartlarına. Buna rağmen kocaman kocaman iddiaları da ağızlarından düşürmüyorlar. Öyle iddialar ki, bunları ne Hz. Ebu Bekir dillendirmiştir ne de Hz. Ömer. Boylarını aşkın sözler ediyor sonra da o sözlerin altında kalıyor, presleniyorlar. İnsan cehaletin ve aymazlığın bu kadarına da “pes” diyor. Neticede olan milletimize oluyor, Müslümanlara oluyor. Problemler sarmalı her geçen gün daha da büyüyor ve işin içinden çıkılmaz bir hâl alıyor.
Akıllı Mehmet’in hikayesi, onların bu durumunu çok güzel resmeder. Akıllı Mehmet diye biri varmış. Büyük bir uçurumdan aşağı inmek için plan yapılırken ortaya bir fikir atmış. Uzun patikalarda dolaşmadan onları kestirme bir yolla hızlıca aşağı indirebileceğini söylemiş. Birisi kayalara yapışacak, bir diğeri ona, öbürü ona, derken aşağıya kadar bir sütun oluşturacaklar ve kalanlar da onlara tutuna tutuna inecek. Fakat en yukarıdakinin elleri yükü taşıyamaz hâle gelince hepsi birden aşağı yuvarlanmışlar. Kırk kişiden otuz dokuzu ölmüş, birinin de kolu kanadı kırılmış. Çevreden olayı görenler Akıllı Mehmet’in yanına koşmuş, ne olduğunu sormuşlar. Verdiği cevap şu: “Sormayın, az daha bir sakatlık çıkaracaktık.”
Bugünkü serkârların yaptıklarının inanın bundan pek bir farkı yok. Asırlarca İslâm’a bayraktarlık yapmış, insanlığa mühim şeyler sunmuş, devletler muvazenesinde önemli bir denge unsuru olmuş mübarek bir ülkeyi enkaz yığınına çevirdiler. Fakat meydana getirdikleri tahribatı hatırlattığınızda hâlâ Akıllı Mehmet gibi cevap veriyor ve bir problemin olmadığını söyleyip duruyorlar. Tarih olup biten bütün bu hâdiseleri ironik şekilde yazacak, okuyanlar bir taraftan ağlarken bir taraftan da gülmekten kendilerini alamayacaklar.
Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytanlar
Yukarıda Yezid’in Âl-i Beyt’e reva gördüğü mezalimden bahsettik. Fakat burada Hz. Hüseyin’i çağıran ve ona sahip çıkacağını vaat edenleri de unutmamak lazım. Madem davet ettiniz, niye onlara sahip çıkmadınız? Kılıçtan geçirilirlerken niye imdatlarına koşmadınız? Niye onları yalnızlığa terk ettiniz? Yezit zulümde zirveleşen Allah’ın cezası bir insan. Fakat sizin yaptığınıza da yezitlik denmez mi? Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ciğerparesine kıyılırken bunu uzaktan nasıl seyredebildiniz? Yapmanız gerekeni yapmadığınız halde onun şehadeti üzerine utanmadan nasıl ağıtlar yakabildiniz?
Maalesef bu noktada da değişen bir şey yok. Birileri bir zulüm, bir haksızlık irtikâp ediyor, diğerleri de bu haksızlık karşısında dilsiz şeytan kesilerek ona ortak oluyor. Haydi zalimler kendi karakterlerinin gereğini yapıyor. Fakat yapılan bunca zulmü gördüğü, bildiği hâlde ses çıkarmayan ve hatta farklı yollarla buna destek olanlara ne demeli! Ben onların durumuna, bizzat zulmü yapanlardan daha çok şaşırıyorum. Bunca mezalimi tiyatro seyreder gibi seyreden bu zavallılara acıyorum.
Yezitlerin, Haccacların, Şimirlerin, İbn Mülcemlerin, Lü’lülerin yaptıkları zulümler aklımıza geldiğinde “Allah topunuzu yerin dibine batırsın” diyesimiz geliyor. Fakat ne Kur’ân ve Sünnet’te ne de Ehl-i Sünnet akidesinde Yezid’e veya daha başka bir zalime lanet okumanın sevap olduğuna dair bir hüküm yoktur. Ehl-i Sünnet ulemasından bazıları Yezid’e lanet etmiş ve lanet etmenin caiz olduğunu söylemiş; bunun mukabilinde çoğunluk ulema, caiz olsa da bunun teşvik edilecek bir yanının olmadığını, her konuda olduğu gibi bu hususta da temkinli ve itidalli davranmanın, aşırıya kaçmamanın, dilini tutmanın gerçek mü’min duruşu olduğunu ifade etmişlerdir.
Biz bir şey desek de demesek de onların müstahak oldukları şey her ne ise Allah onu takdir buyuracak ve hak ettikleri cezayı verecektir. Hiss-i mürüvvetle hareket eden, engin insanî duygulara sahip olan bir mü’mine düşen vazife, “Allah’ım bizi de şirazeden çıkmış bu zalimleri de Senin yoluna hidayet buyur, ıslah et! Eğer ıslaha kabiliyetlerini kaybetmişlerse, onları Sana havale ediyoruz. Şayet salah yolunu seçmezler, fitne ve fesatlarına devam ederlerse, tez zamanda haklarından gel.. ellerini kollarını bağla.. ayaklarına prangalar vur.. akıllarını işlemez, dillerini konuşamaz, kalemlerini yazamaz hale getir de kötülük yapamaz olsunlar.. masum insanların aleyhine kullandıkları ne kadar yol yöntem, imkân ve malzeme varsa hepsini ellerinden çekip al.. menfur emellerine ulaşmalarına fırsat verme ve cümle masum, mazlum ve mağdurların çektiği zulümleri bertaraf et, ah u efganlarını dindir.. bu âciz ve çaresiz kullarını, nusretinle, hıfz u inayetinle teyit buyur Allahım!” demektir. Bu, insanlığımızın gereğini ortaya koymakla beraber aynı zamanda mağdur ve mazlumlara vefanın gereğidir.
- tarihinde hazırlandı.