Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde kısa bir seyahat
Kalbin Zümrüt Tepeleri kalb ve ruhun hayat seviyesine çıkmak için bir ufuk ve bir hedef göstermektedir. Sadece biz Müslümanların dükkânında bulunan kıymetli mücevherleri sergilemekte; kalp (sahte, taklit) akçe ile kalb servetini birbirinden ayırmakta; yanlış teviller, hatalı anlayışlar ve çarpık yorumlarla yaralanan pek çok tasavvufî gerçeğin asıllarını ve sıhhatli hallerini ortaya koymaktadır.
Okuyanın gönlünde o ulvî hakikatlere karşı merak uyarmakta, hiç olmazsa onları kendi seviyesinde ve ıstılahlar çerçevesinde anlama gayretine teşvik etmektedir. Diğer taraftan da, onları anlama ve daha sonra hayatın vazgeçilmez bir yanı haline getirme adına bazı temel esaslar vermektedir. Evrâd ü ezkâr, kâmilen edâ edilen namaz ve derin bir tefekkür gibi, zümrüt tepelere tırmanırken mutlaka lâzım olan vasıtalara dikkat çekmektedir.
Hâsılı, Kalbin Zümrüt Tepeleri, maddeperestlik ve cismâniyetin dar kalıplarından sıyrılıp kalb ve ruh ufkuna yürüme, mânevî ve madde ötesi âlemlerin engin atmosferine açılan kapıyı aralama yolları öğretmektedir.
Soru: Efendim, Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde öyle şeyler var ki, onlarla alâkalı iki duygu arasında bocalıyoruz. Hem öğrenmek istiyor, hem de tatmadığımız şeyler olduğu için onlar hakkında soru sormanın haddimiz olmadığı hissini taşıyoruz...
Cevap: Estağfirullah, ben sizlerin anladığınız ve çok şeyler hissettiğiniz kanaatini taşıyorum. Kanaatimce, orada anlatılanları, şiirler hakkındaki mülâhazamıza bağlamak uygun olur. Yani, bir şiiri yorumlayan ve onu şerh eden insan o şiirden pek çok şey anlar; bu, biraz ufuk ve gönlün zevk etmesi meselesidir. Herkes kendi gönül ve idrak enginliğine göre değişik mânâlar çıkarabilir. Dikkat edilmesi icab eden husus, meseleleri sadece epistomolojik bazı şeyler gibi değerlendirmemek gerektiğidir.
İnsan, önce ıstılahları öğrenmekle başlamalı. Zira, inkişaf adına en önemli unsurlardan biri, ıstılahların bilinmesidir. Daha sonra da çok meşgul olmak, anlatılan hususları sürekli kurcalamak gerekir. En önemlisi de, Allah’a (celle celâluhû) güvenmek, ona itimat etmek ve sığınmaktır. Biz talibi olur ve arkasında koşarsak, Cenâb-ı Hak, en ulvî hakikatleri de kalbimize koyabilir.
Kelimelerin ötesine işlenmiş, cümlelerin arasına içirilmiş pek çok hakikat olabilir. İnsan bu olabilirliği kabul edip derince bakmalı meselelere. İfadelere takılmamalı. Hani, bir müftü efendi, Haşir Risalesi’ni eline alınca, diyor ki, “Bu, Allah’a inanmış insanlar için Esmâ-i İlâhîye’ye dayalı haşri ispat ediyor. Yani, Allah’a inanmayan birisine bu kitabın vereceği bir şey yoktur.” Abdülmecid Efendi, o müftüye cevap veriyor ve Haşir Risalesi’nin başında Zât-ı Ulûhiyetin varlığının da ispat edildiğini söylüyor. Üstad Hazretleri meseleyi tavzih ediyor ve diyor ki, “Abdülmecid ona cevap vermiş; ama cevabı eksik. Aslında, o işaret ve hakikatlerin içinde bir taraftan haşir anlatılırken, diğer taraftan da tevhid-i ulûhiyet ve tevhid-i rubûbiyete göndermeler yapılıyor, onlar da anlatılıyor.” İşte mesele, bir bakış zaviyesi yakalama ve görme meselesidir. Yoksa, epistemolojinin sisli havası içinde insan hiçbir şey anlayamaz.
Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde, kavramları tarif ve tavsiften, yani ıstılâhî kelimeleri açıklamaktan, duymaya ve hissetmeye doğru bir yürüyüş, bir geçiş; basitten mürekkebe doğru bir yürüyüş ve geçiş vardır. Aslında, tasavvufî ahlâkı, onun terminolojisini, tasavvuf ve ahlâk kurallarını vaaz u nasihatlerle kürsüde, sohbette, konferansta arz etmeyi düşünüyordum. Ama nasip bu şekilde yapmakmış.
- tarihinde hazırlandı.