Hatalara hayat hakkı tanımama
Cenâb-ı Hak, bizleri dinine hizmette dâim kılsın. Şu hayat yolunun neresinde bariyerler açılıp “Haydi yolun dışına!” denilecek belli değil. Bir iki dakika içinde, “Sizi dışarıya alıyoruz” diyebilirler. Allah’a giderken, insanın kalbi onunla irtibat içinde, hizmet düşüncesiyle dopdolu olmalı ve hayırlı bir işle meşgulken gitmeli insan. Evet, hayatın bazı anları nuranî geçmemiş, kirli dakikalar da yaşanmış olabilir; fakat daha önce de ifade ettiğimiz gibi netice çok önemlidir.
Hani bazen, şimdilerde de çok konuşulan pişmanlık yasasını değerlendiriyorlar; zindanlık bir insan, “Pişman oldum, iyi bir insan olmaya azm ü cezm ü kast eyledim” deyince onu pişmanlık yasasına tâbi kılıyorlar. Ahiretle alâkalı mevzularda da böyle bir pişmanlık, affa vesile olabilir; fakat insan elinden geldiği kadar hayatında kirli bir sayfa bulunmamasına dikkat etmelidir. Bunu umumî mânâda kullanıyorum; insan, zihnî, ruhî veya hissî bir kirlenmeye fırsat vermemelidir. Ferdin hayatında, yaşama hakkı en az olan şeyler, hatalar ve günahlar olmalıdır. Kul, tabiatı gereği bazen sürçse ve düşse de hemen kalkıp doğrulmasını bilmeli; sürçme ve düşme sürelerini en aza indirmelidir.
Kul kayıyorsa, bir inhiraf yaşıyorsa o mevzuda yapılması gerekli olan şey, hemen Allah’a yönelme; tevbe-inabe-evbe kulvarına girmedir. Kendisini affedebilecek bir Rabb’i olduğunu bilme, “Yine düştüm, yine sütü devirdim, bir daha yaramazlık yaptım; ama pişmanım ve hacâlet içindeyim” deme, içine düşülen kötü durumdan hemen uzaklaşmaya çalışma çok önemlidir.
Bu meseleyi çok tekrar etmemi garipsemeyin. Kendi akıbetim hakkında olduğu gibi, kardeşlerimin akıbeti hakkında da korkuyor, ürperiyor ve en hayatî mesele olan ebedî saadeti yakalama mevzuunda birbirimizi teyakkuza davet etmenin gereğine inanıyorum. Hafizanallah, hiç kimsenin, mesela, birine bağırıp çağırırken, kin duyarken, kalben biraz kirlenmişken ölüme yürümesini arzu etmiyorum.
Belki Allah’ın hususî bir iltifatı vardır onun yolunda başkalarından farklı gayret gösterenlere. Bunu da Üstad, Kur’ân talebelerinin imanla kabre girecekleri şeklinde müjdeliyor. Diyor ki, herkes birbiri hakkında duacı olduğundan dua külliyet kesbediyor. Kur’ân dairesindekiler sadece tek bir şahıs olarak dua etmiyor, milyonlar ağızlar şeklinde duaya duruyorlar. “İhvânenâ, ehavâtinâ...” (Kardeşlerimiz, bacılarımız...) deyince, ne seviyede olursa olsun, işin tam altına girmişlerin yanında, Kur’ân hizmetinin kenarından köşesinden tutmuş, “Sadece duayla bile olsa benim de payım bulunsun” diyen her insan, o sözün içine girer.
Bir ikinci mesele de, asrın Kur’ân tefsirinin verdiği ders-i mârifetle iman-ı billah, insanın lâtifelerine öyle siniyor ve işliyor ki; inşaallah o eserlerle meşgul olanlara şeytanın eli ulaşamaz. Fakat o noktada mıyız, orada duruyor muyuz, duruşumuzun hakkını verebiliyor muyuz? İşte bunlar endişe verici şeyler. Bu iş samimiyet ister, vefa ister, sadâkat ister ve ihlâs, illâ ihlâs ister.
Hastalıklı halinde insan bunları daha derinden hissediyor. Hissetmeli de aslında. Paniğe, ölüm endişesine kapılacağına, nasıl olsa yolculuk bir vak’a ve önü alınmıyor o daracık hayat koridorunu veya hendeğini atlarken o atlama işini çok iyi değerlendirmeli. Bütün benliği ile Allah’a bağlanmalı ve böylece öbür tarafta temiz bir yere düşmeli.
- tarihinde hazırlandı.