Gönüllüler hareketi
Şu hasta halimde bile, hâla hakkımda cemaat lideri, tarikat şeyhi gibi yakıştırmalarda bulunanlar var. Bu sözler bana çok ağır gibi geliyor. "Fethullahçı" şeklindeki ifadelerden tiksinti duyuyorum. Aslında "cı", "cu"dan eskiden beri hiç hoşlanmam; bu ifadeleri toplumu bölücü unsurlar olarak kabul ederim. Ben kendime hiç "lider" demedim. Böyle denmemesi mevzuunda da direniyorum. Çünkü, ben düşüncelerimi otuz sene kürsülerde ifade ettim; aynı duyguyu, düşünceyi paylaşan insanlar alâka gösterdiler, saygı duydular; ben de bunu milletime hizmet için bir kredi gibi kullandım. Şahsım hakkında hüsnü zan edenleri hayırlı bildiğim işlere yönlendirmeye çalıştım. Meselâ dedim ki, ''Üniversite hazırlık kursları açın, okullar açın." Bu insanlar bana karşı saygılarının ifadesi olarak sözlerime kıymet verdiler. Gördüm ki, benim "okul" dediğim gibi bir sürü insan da "okul" diyor. Ve böylece binlerce insan millete hizmet yolunda belli bir çizgide buluştu.
Şu meselenin üzerinde ısrarla durdum: Allah (cc) hepimizi bir şekilde istihdam ediyor. Eğer bazı şahısları parlak görerek yapılıp edilenleri onlara nisbet ederseniz şirke girmiş (Allah'a ortak koşmuş) olursunuz. Alvar İmamı'nın çok tekrar ettiği bir sözü vardı; Azerî bir edayla, ''Herkes yahşî men yaman, herkes buğday men saman.'' derdi. Ben biraz o mülahazaya bağlı olarak bugün de aynı şeyi söylüyorum. Halkın şahsıma karşı teveccühünü, bir imtihan olarak değerlendiriyorum. Belki onlar yanılıyorlardır, belki içtihat hatası yapıyorlardır. Onlar bu mevzuda günaha girmezler; fakat ben bu hüsnü teveccühün verdiği makamlara dilbeste (aşık) olursam kendimi helâk etmiş olurum.
İyice bilinmesini isterim ki; öncülükten, liderlikten, şeyhlikten fersah fersah uzak bulunuyorum. Ben sadece düz bir Müslümanım. Herhangi bir tarikatla alâkam olsaydı onu da söylerdim; ama öyle bir alâkam da yok. Tarikatın kendine has disiplini, erkânı, seyr u sülûku vardır. Fert, evvelâ bir şeyhe bağlanır; rüşdünü ispat, kendisini ifade edebilirse, ona pâye verilir; ders verme imkânı sağlanır. Mevsimi gelince o da başkalarına ders vermeye başlar. Ve şeyhlikmüritlik bir silsile halinde Efendimiz'e (sav) kadar götürülüp dayandırılır. Benim takip ettiğim böyle bir silsilem; Kitap'ta, Sünnet'te olan ibadet ü tâat, evrâd ü ezkâr ve tesbihâtın dışında tarikatlarda olan şekliyle özel bir virdim ya da dersim, tarikatla alâkalı bir yanım yoktur.
Ayrıca, bir insanın milleti, ülke ve ülküsü adına bir şey yapması için herhangi bir pâyeye sahip olmasına da gerek yoktur. Ben bir vatandaşım. Milletim için yaptığım her şeyi bir vatandaş olarak yaptım. Vatandaşlığın üstünde de daha büyük bir pâye bilmiyorum. Meclisi, mülkiyeyi, adliyeyi oluşturan da vatandaştır. Ben de uzun zaman devletime, milletime severek hizmet ettim. İşte, bu arz etmeye çalıştıklarım gözardı edilerek, yapılan bu kadar hayırlı işin tek bir insana verilmesi çok ağırıma gidiyor.
Diğer taraftan, cemaat denen insanların kim olduğuna da bakmak lazım; bu kadar kalabalık nasıl oluyor da rahatlıkla bir araya geliyorlar? Bu insanlar pek çoğu itibarıyla, bir dönem bazı ticarî şirketler, holdingler veya İslâmî görünen bazı gruplarla beraber hareket etmiş, oralara girmiş çıkmış; fakat ne yazık ki o kesimler tarafından istismar edilmiş ve bundan dolayı ağzı yanmış, bıkmışusanmış, arayış içindeki kimselerdir. Güvenip itimat ettikleri bir insanın millet yararına uygun gördükleri sözlerini tasvip ederek bir araya gelmişlerdir. Daha sonra bu insanların dünya barışı adına yaptıkları hayırlı teşebbüsler diğer ülkelerin vatandaşları tarafından da kabul görmüş; onlar da kendi ülkelerinde aynı yolu takip etmişlerdir. Hatta bazı Hıristiyan, Mûsevî ve Budistler bile bu işi benimsemiş ve topyekün insanlığın mutluluğu için aynı şekilde çalışmak gerektiğine inanmışlardır. Öyleyse, bu insanların duygu ve düşünce beraberliğine cemaat diyemezsiniz.
Nasıl ki, Cuma namazını kılmak için insanlar değişik camilerde bir araya geliyorlar. Hiç kimse bunun için baskı yapmıyor; ama Cuma namazı kılma gayesinde olanlar tabiî bir beraberlik meydana getiriyorlar. Aynen öyle de bu oluşum, milletimizin maddeten ve mânen yüceltilmesi amacıyla hareket eden insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir harekettir. Bir "Gönüllüler Hareketi"dir.
Ayrıca, ben yanıma gelen insanların yüzde yetmişini tanımam. Bu insanlar da birbirlerini tanımazlar. Onlardan kimisi İstanbul'da, kimisi Ankara'da, kimisi de İzmir'de anlatılan şeyleri doğru bulup hareket etmişler; okullar açmışlardır. Sonra da "Bu hareketi yurt dışına taşıyalım." deyip yurt dışına açılmışlardır. Ciddi fedakarlık yapmış, yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmişlerdir. Yurt dışına giden öğretmenler sadece geçimleri için çok az bir maaşa razı olarak gitmişlerdir. Dünyanın dört bir yanına dağılmış bu civanmert Türklerin yaptığı fedakârlıkların benim gibi hasta ve zayıf bir insana verilmesi çok yanlış bir düşünce; aynı zamanda, bu fedakârlığı yapan insanların haklarına da tecavüzdür. Hususiyle son birkaç aydır ben kolumu kımıldatacak derman bile bulamıyorum kendimde. Beş yaşından beri hiç terk etmediğim namazımı dahi oturarak kılıyorum. Bu da bana eziyet veriyor; ama ne yaparsınız!..
Bende bir fazilet aranacaksa o; kendim hakkını veremesem de şu necip millete hizmet edenleri hayatım boyunca hep alkışlamış olmamdır. Onlar arasında, insanlardan bir insan olarak vazife yapmaya talip oldum. Malî yönden sıkıntılar içinde kaldığım zamanlar oldu. Ama yaşadığım senelerin bir saniyesinde bile çalıp çırpmayı, milletin hakkını yemeyi aklımın ucundan geçirmedim. Komşusunun bahçesinden hayvanlarını geçirirken ağızlarını bir bezle bağlayıp hayvanlarının haram yememesine dikkat eden bir babanın kanatları altında yetiştim. Ben de hayat boyu hep bu çizgiyi takip ettim.
Hiçbir mal varlığım olmadı ve hâlen de yok. Giydiğim elbiseler ve günlük yediğim yemek sayılmazsa herhangi bir lüksüm de yok. Ama soframa konan bir üçüncü çeşit yemek bile zakkum gibi geliyor bana; üzerinde gezindiğim halıyı sırtımda taşıyormuşum gibi ağırlığını hissediyorum. Zaten milletin parası ile alınan halıya basmamaya her zaman gayret gösterdim. Bir vakıfta üzerine bastığım sergiler için bile yıpranma parası verdim. Yediğim, içtiğim her şeyin ücretini ödemeye çalıştım. Değil vakıf ya da başka bir yer, ablamın evinde içtiğim bir bardak çayın parasını dahi vermeye kalkışınca onun, gözyaşlarına karışık "...burada da mı?" sızlanışına muhatap oldum. Ama başka türlü de davranamazdım. Zira, sürekli, hakkım olmayan bir yudum suyu içmekten ve tek bir lokmayı yemekten de ahirette hesaba çekileceğim korkusuyla yaşadım.
Bir ömür boyu milletin ihyası adına çalışıp ardından bir câni gibi yargılanmak da bana çok ağır geliyor. Bu meselenin rahatsızlık veren yönü sadece şahsımla alâkalı da değil. Şahsıma revâ görülen bu muameleden ziyade, bu harekette gönül birliği yapan ve dünyanın değişik yerlerinde hizmet eden insanların zan altında bırakılması çok üzücüdür. Dört kıtaya dağılıp, bir kültür elçisi gibi vazife gören bu insanlar her ne kadar şahıslarına ait her şeyden ferâgat etse, bir istekleri olmasa, herhangi bir beklentiye girmeseler de bu millete düşen bu hareketi götürmeye çalışan insanları desteklemek olmalıydı ve olmalıdır da.
Vatanımın bir karış toprağını cennetlere değişmem. Şu anda rahatsızlıklarım el verse hemen yurduma dönerim. Ama dönsem dahi artık orada uzun kalabileceğimi de zannetmiyorum... Bu durumda olmak da bana çok dokunuyor ve vatanımdan uzaklık adeta içimi kanatıyor.
- tarihinde hazırlandı.