Izdırap İnsanı
Mumlar gibi titrer ve sızlar sînesi zâr zâr,
Gezinir şafakların ağardığı dağlarda.
Kendi Cennette olsa da rûhunda mağmalar,
Hep hülyâlarıyla dolaşır mutlu çağlarda...
Ufku tıpkı kupkuru bir çöl gibi simsiyah,
Simsiyahtır bütün mor tepeler, şûh adalar;
Hazanla sarsılıverir sînesi her sabah,
Rûhunu döve döve hep delinir havanlar.
Kalbi kuşlar gibi ürkek, gözleri hummâlı,
Tokmak sedâsı verir rûhunda hâdiseler;
Her gece saatle savaşır, her gün hülyâlı,
Her zaman ızdırap türküleri söyler-gezer.
Yer yer ümitle coşar, içinde sırlı bir haz,
Başı fânileri Sonsuz’dan ayıran yerde;
Haykırınca polattan sesiyle âvâz âvâz,
Ra'şeler uyarır gönüllerde perde perde...
Sevdâyla sızlar sızlarken en kuytu yerlerde,
İnler-dolaşır dâim, inler onunla yollar;
Her gün bir şikâr peşinde, her gün bir siperde,
Ufukların ağaracağı mevsimi kollar...
Bazen vefâ ses vermez ve her şey lâl kesilir..
Hep rûhuna saplanır kan kırmızı tırnaklar;
Bazen burcu burcu bahar kokuları gelir;
Bakarsın bin râyihayla ninni söyler rüzgâr...
Sızıntı, Ekim 1989, Cilt 11, Sayı 129
- tarihinde hazırlandı.