Işık Belde
Rengi, deseni, ışığı mâzi kıt’asından,
Tarih enginliğinde süren bir sırlı dünya;
Güneş gibi doğar karanlıklar arasından,
Büyülü maviliğiyle o füsûnkâr rüyâ...
Ufuklar şimdiden göklerle sarmaşır gibi,
Yol boyu yeşillik, ilerde sihirli bir yaz;
Belirir birdenbire o rûh ufku sır gibi,
Duyulur şanlı geçmişin sesi âvâz âvâz...
Geceler ne bilinmezlere kapı aralar,
Öteler duygulara açılır perde perde;
Gökler kandillerle köpürür ve pâr pâr parlar,
Duyulmazlar duyulur bu ışıklı şehirde.
Güneş sabaha yürür, doğar sihirli akşam,
Neş’e ve sevinçle tüllenir halvet demleri;
Yükselir ukbâ râyihaları buram buram,
Şimdiye kadar yükseldiğinden de ileri..
Bu şehirde renk, desen, nakış asla eskimez,
Mevsimler değişse de çiçekler hep salınır;
Burada renkler kış günü bile hazan bilmez,
Bu iklimde rûh kendini cennetlerde sanır..
İrem Bağları bu şehri görse utanç duyar,
Çiçeklerine öteden hep şebnemler iner..
Nergisi, yasemini etrafa koku yayar,
Saksağan bülbüle, dikenler de güle döner.
Her yanda buğu buğu ne güzellikler tüter!
Tıpkı şehrâyin gibi geçer her gün, her gece;
Dört bir yanda en taze sesli kumrular öter,
Yaşarsa insan, bu iklimde yaşar gönlünce...
Sızıntı, Kasım 1996, Cilt 18, Sayı 214
- tarihinde hazırlandı.