Yusuf Sûresi-ahsenü’l-kasas
Soru: Yusuf Sûresi’ne “ahsenü’l-kasas - en güzel kıssa” denmesinin hikmeti nedir?
Kur’ân’ın her tarafı, her mesajı güzeldir. Ancak bazı meseleler vardır ki, –bu kıssa da olabilir– muhtevası itibariyle daha güzeldir.
Yusuf Sûresi, câmi (kapsamlı) bir kıssa olarak baştan başa âdeta bir insanî serencamedir. Bir nebinin sergüzeşt-i hayatını anlatması, bu sergüzeşt-i hayat içinde peygambere ait çizgilerin bulunması, hususiyle onun iffetine ait bir kısım hususların anlatılmış olması, sonunda meselenin gidip bir devlet yapısına dayanması, insanda cibillî olarak haset ve kıskançlığın bulunması, onun bir nebi evladı olması, nebi evinde nebi evladı olarak yetişse bile başına değişik şeyler gelebileceği gibi insan hayatıyla çok alâkalı, yerinde bizi sevindirip keyiflendirecek, yerinde de ciddi bir dram sayabileceğimiz ağlattıracak mevzuları ihtiva eden çok şümullü bir kıssa olması itibariyle “kıssaların en güzeli” denmiştir. Bir de, bu kıssada, pek çok sûrede ancak görülebilecek meselelerin bütünü birden nazarlara sunulmaktadır ki, bu yönüyle de o, kıssa mevzuunda bir örnek mahiyetindedir.
Kur’ân-ı Kerim, Yusuf Sûresi’yle anlatılan kıssaya bu ve daha bilemediğimiz sebeplerden dolayı ahsenü’l-kasas demektedir.[1] Bu konuda hikmet adına ilk etapta akla şu mülâhazalar gelmektedir:
Evvelâ, Yusuf Sûresi’nin öncesi ve sonrasında olan sûrelerde çeşitli nebilerden gayet mücmel olarak bahsedilmektedir. Yusuf Sûresi ise tamamen Hazreti Yusuf’a (aleyhisselâm) tahsis edilmiş gibi bir hususiyeti hâizdir. Bu sûrede Hazreti Yakub, Hazreti Yakub’un oğulları, Hazreti Yusuf ve onun sergüzeşt-i hayatı anlatıldıktan sonra Efendimiz’in nübüvveti de bir fezleke ile bu vak’aya bağlanır. İşte bu yönleriyle Yusuf Sûresi, diğer sûrelerden ayrılmış olur.
İkincisi, Sûre-i Yusuf bir içtimaî yapıya veya bir içtimaî yapının te’sisine namzet bir sûre-i celîle olduğu gibi aynı zamanda bu sûrenin bir de ledünnî yönü vardır. Yusuf Sûresi’nde kardeşler arasındaki kıskançlık, nebideki sabr-ı cemil, bir nebinin hem dünya hem de ukbâ işlerine ciddi olarak vâkıf olduğu hususu dile getirilir ki, bunların hepsi başlı başına birer önem arz eder. Aynı zamanda bu sûrede bir devletin iktisadî yapısının düzene konmasına, devletler arasında bir yardım fonunun iktisadî yapının gereği olarak teessüsüne dikkat çekilir ve Efendimiz’e bütün bu konularda âdeta dersler verilir. İşte bu sûre, bu tür meseleleri tam ve kâmil şekilde anlattığından, –tabir caizse– hayatlaştırıp realize yollarını gösterdiğinden sûreye ahsenü’l-kasas denmiştir.
Üçüncü olarak, Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi kavmi içinde daima rahatsız ve tedirgin edilmiş, en yakınları tarafından dahi çeşitli eza ve cefaya maruz bırakılmıştı. Allah, Yusuf Sûresi’nde baştan sona böyle bir hayatı destanlaştırarak âdeta Efendimiz’e şöyle buyurmuştur: “Hazreti Yakub ve Yusuf da birer nebidir, ama Yahudi kabilelerinin başı olacak Hazreti Yakub’un oğulları, ne Hazreti Yakub’tan ne de Hazreti Yusuf’tan gerektiği gibi istifade edememişerdir. Bu sebeple Sen sakın mahzun olma, bu yol hep böyle devam edegelmiştir.” İşte bu meseleyi arîz ve amîk dile getirdiğinden dolayı sûreye ahsenü’l-kasas denilmiştir.
Dördüncü olarak, bu sûrede aynı zamanda tamamen tasavvufî bir neşve içinde bize pek çok şey anlatılmaktadır. Sûrede, Hazreti Yakub, Hazreti Yusuf, kardeşleri, kuyuya atılması, satılması gibi esaslar sembolleştirilerek sırlı ve gizli ilâhî hikmetlere bağlanmaktadır.
Aslı var-yok, bir menkıbeye göre bir gün Hazreti Yusuf aynaya baktığı zaman boy, pos, eda ve endamı karşısında kendini çok beğenir ve “Köle olsaydım çok para ederdim.” der.[2] Allah karşısında bir nebi, nazar ve kadem vahdetine sahipken, yani ileride olacak şeyleri gözünün önünde cereyan ediyor gibi görme mevkiinde iken, “Köle olsaydım çok para ederdim.” gibi cismaniyeti itibariyle mukarrabîne uygun düşmeyen durumundan dolayı Allah onu şefkat tokadıyla kendine döndürmüştür. Bu hakikati âyet şöyle dile getirir: “Nihayet Mısır’a varınca, onu düşük bir fiyata, birkaç kuruşa sattılar. Zaten ona pek kıymet biçmiyorlardı.” (Yûsuf sûresi, 12/20) Yani adamlar, alışverişte gözleri tok, ihtiyaçları yok gibi davranmışlar ve böyle boyu, posu, endamı güzel birisini üç-beş kuruşa satıvermişlerdi.
Hazreti Yakub ailesinde daha evvel de böyle bir sirkat olmuş, Hazreti Yusuf’un beline bir şey sarılmış ve el konmuştu. Hazreti Yusuf’un doğrudan doğruya kuyuya atılması da ayrı bir ibtilâydı. Bu da bir mağaraya gidip nübüvvet için hazırlanma şeklinde düşünülebilir. Zira onun, Hazreti Yakub’un evinde bu mesele için hazırlanmasına imkân yoktu. Bu durumda Cenâb-ı Hak, mağara hayatını Hazreti Yusuf’a önce kuyunun dibinde yaşattı. Hılleti (yüce dostluğu) ikmal için de hapishane ile seyr u sülûk-i ruhanîye tâbi tuttu. Bundan dolayıdır ki, hapishaneye Medrese-i Yusufiye denilmiştir. Hapishanede insan, teslimiyeti, tevekkülü ve orada dahi semere vermeyi öğrenir. Hazreti Yusuf’un vak’asında bunu da görmek mümkündür.
Binaenaleyh tasavvufî bir espri içinde Ruhu’l-Beyan ve Hâzin gibi tefsirlerde bu mesele genişçe ve bütün yönleriyle anlatılır. Böyle bir tasavvufî seyr u sülûkta çeşitli işaret taşları insanın karşısına çıkar ki, bunlar bu sûre-i celîlede mevcuttur. Kur’ân sûreleri içinde bu imtiyaza sahip Yusuf Sûresi olduğundan ona “ahsenü’l-kasas” denmiştir.
وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ
لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللهُ
[1] Yûsuf sûresi, 12/3.
[2] Bursevî, İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyan 4/225.
- tarihinde hazırlandı.