Takdim yerine
Dünden bugüne, medeniyetlerin çözülüş ve yıkılışları, ölüm ve göçüşleri incelendiğinde görüleceği üzere, bir dönem hangi yüksek konumda bulunursa bulunsun eğer bir medeniyetin mirasçıları kendi ruh ve mânâ kökleriyle irtibatını koparmış, özünden uzaklaşmış, geçmişi ve tarihî dinamikleriyle zıtlaşmışsa o medeniyetin ayakta kalması, varlığını sürdürmesi, hür olarak yaşaması mümkün olmamıştır. Zira mânâ kökleriyle irtibatını kesmiş, kendinden kaçan ve kendine yabancılaşmış toplumları fıtrat hiçbir zaman affetmemiş ve onlar hakkındaki hükmünü “hayatın dışına itilme, müzelik hale gelme ve tarihe malzeme olma” şeklinde vermiştir. Başka bir ifadeyle, tarih boyu, kendini, kendi değerlerini inkâr eden milletlerden iflâh olan görülmediği gibi, kendi olarak kalanlardan da bütün bütün tarihten silinip giden olmamıştır.
Esasında, şanlı geçmişimize bakıp; “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz!” (Mehmet Âkif) diyerek hayıflanıp iç geçiren günümüz nesilleri olarak bizler, yukarıda dile getirilen hakikatin çarpıcı, hüzünlü ve canlı bir misalini teşkil etmekteyiz. Zira asırlar boyu insanlığın hayranlık duyup imrendiği bir konumda bulunsa da, 18. asır, bizim dünyamız itibarıyla özünden uzaklaşanların ve muhakemesiz mukallitlerin; 19. asır, kendini değişik fantezilere kaptırmışların, geçmişiyle ve tarihî dinamikleriyle zıtlaşanların; 20. asır, bütünüyle yabancılaşanların, kendini inkâr edenlerin, dolayısıyla da ışık ve rehberini hep dışarıda arayanların çağı olmuştur.
Üç asır boyunca yaşanan bu hazin tecrübeleri müşahede eden 21. asrın yamaçlarındaki bizlere gelince, bugün biz, bir kez daha diriliş yaşamak, var olabilmek, varlığımızı sürdürebilmek ve geleceğe güçlü bir şekilde yürüyebilmek için kendi değerlerimizi yeniden keşfe çıkmalı ve bizi, biz yapan o mânâ ve ruhu arayıp bulmaya çalışmalıyız.
Bu noktada durup yanlış anlaşılabilecek bir hususa dikkatleri çekmekte yarar var: “Kendi değerlerimize yönelme, öze dönme, kendi ruhumuzu arama” derken, kastedilen “içe kapanma, sadece geçmişi yaşama, maziye hapsolma” şeklindeki bir anlayış değildir. Zira var olabilmenin, varlığını sürdürebilmenin en önemli esası kendini yenileyebilmektir. Kendini yenileme irade ve cehdini gösteremeyenler ise canı çekilmiş ceset gibi, çürümeye, dağılmaya maruz kalır. Fakat şurası da hiçbir zaman unutulmamalı ki, gerçek yenilenme, kök ve çekirdekteki safvetin korunması, verâset yoluyla geçmişten süzülüp gelen bütün kıymetlerin bilinmesi; bilinip onların hâlihazırdaki düşünce ve irfan buğularıyla sentezinin yapılmasıyla mümkündür. Köklerinden kopuk bir ağacın meyve verdiği görülmüş müdür? Böyle bir ağacın değil meyve vermesi, ayakta durması bile mümkün değildir. İşte toplumlar da tarih boyu kazandıkları ve nesilden nesile intikal ettirdikleri değerlere bağlı kalıp, yaşadıkları çağın getirdiği zenginliklerden istifade ederek köklerine bağlı inkişaf ettikleri takdirde ayakta kalıp meyve verebilirler. Bu itibarla bizim “öze dönmek”ten, “kendi ruhumuzu aramak”tan kasdımız, maziden tevârüs ettiğimiz âlemşümul değerleri, dinin ruhu ve ilmin ışığıyla bugün yeniden kendi kültür potamızda yoğurup şekillendirme; kendi düşünce tarzımızın, hayat felsefemizin, medeniyet telakkimizin çerçevesini kendi hür irade ve tercihlerimizle ortaya koyabilmektir.
İşte baştan sona tetkik edildiğinde görüleceği üzere, soru-cevaplardan oluşan elinizde tuttuğunuz bu eser, kendi ruhumuzu keşfetme yolundaki böyle bir niyet ve azmin, böyle bir cehd ve gayretin sonucudur. Sorulan sorular, unutturulmaya çalışılan değerlerimize insanımızın yeniden yönelişinin, onları aslî kaynaklarıyla öğrenme arzu ve isteğinin bir neticesi; bu sorulara verilen cevaplar ise, muhataplarının gönüllerine o diriltici ruhu üfleme heyecanının, kendimiz olma çırpınışlarının bir meyvesidir.
Kitap, dört bölümden oluşmaktadır. “Perspektif” adlı birinci bölüm, önce kendi milleti, sonra da bütün insanlığı yeniden ihyaya kendini adamış diriliş süvarilerinin özelliklerini, mefkûre muhacirlerinin sahip olması gereken donanımları, yollardaki tehlikeleri ve yol boyunca, güzergâh emniyeti adına dikkat edilmesi gereken prensipleri ele almaktadır. “Düşünce Boyutu” adlı ikinci bölüm, madde-mânâ münasebetinden uykunun mahiyetine çok farklı konularda günümüz insanının merakını celbeden konuları ihtiva etmektedir. “Din Ekseni Etrafında” adlı üçüncü bölümde tevhid mertebeleri, köle ve cariye hukuku, fetret devrinde işlenen günahlar gibi İslamî ilimlerdeki farklı sahalarla alakalı günümüz insanının akıl ve zihnini meşgul eden sorulara cevap verilmektedir. “Büyüteç” adlı dördüncü bölümde ise, bir projektör gibi insanımızın yoluna ışık tutan çok veciz ve çok özlü bazı anahtar cümlelerin şerh ve izahı yapılmaktadır.
Kendi ruhumuzu arama istikametinde seyahatlerin tertip edildiği, geçmişten süzülüp gelen değerlerimizi yeniden keşfetme adına hummalı gayretlerin görüldüğü şu diriliş günlerinde böyle bir eseri sizlerle buluşturmamıza vesile olduğundan dolayı Muhterem Hocamıza gönül dolusu teşekkürlerimizi arz eder, sıhhat ve afiyet içerisinde daha nice eserlere vesile olmasını Rabbimiz’den niyaz ederiz. Hayırlı okumalar!
- tarihinde hazırlandı.