Enbiya, Ulema ve Evliyanın Allah’a Olan Nazar ve Teveccühü
Ulemâ-i amilîn ü muhlasîn ve evliyâ-ı kamilînin de, Hakk’ın halifeleri ve O’nun da vârisleri olmaları itibarıyla, Hakk’a bakışları tam, teveccühleri muhlisâne ve ihatalı, arkalarındakilere nazarları da –biavnillâh– müessirdir. Bunlar, gönüllere nüfuz etme, ruhları yönlendirme ve Hakk’ın müsaadesiyle bazı tabiatları değiştirip dönüştürme mevzuunda icraât-ı sübhâniyenin birer perdedarı mesabesindedirler ki, tasavvufta "nazar" dendiğinde de işte böyle bir teveccüh anlaşılmaktadır.
Onlar bakarken yukarı âlemlere de, aşağı âlemlere de gözleriyle değil basîretleriyle bakarlar. Göz ancak, şu cevher u araz, şu elvân u eşkâl âlemini görebilir. Basîret ise, mülkle beraber melekûta, mâverâ-i tabiata ve hakikate nazırdır. Zira o, melekûtun ilk rasathanesi sayılan "latîfe-i rabbâniye" gibi zâhir ve bâtının iltisak noktası ve Cenâb-ı Hakk’ın da nazargâhı sayılan fuâdın görmesidir. İnsan kendi nihâî ufkunu ancak o rasathaneden temâşâ edebilir; ilâhî feyiz sağanakları boşalınca oraya boşalır; Hazret-i Müşâhid-i Ezelî’nin insanlarla olan muamelesi de oranın mâmur veya harâbe olmasına göre cereyan eder. Bu itibarla, her zaman insanın nazarı O’nda, gönlü de O’na tam müteveccih ve mütemâdî bir bekleyiş içinde olmalıdır ki, hep lâl ü güher yağsın o beyt-i Huda’ya ötelerden.
Enbiyâ ve hakikî evliyânın bakışları, teveccühleri böyledir; onlar ilâhî feyizlerin ümmet ve müntesiplerine sirâyetleri adına da birer nuranî vasıta mesâbesindedirler. Sadece nazar değil, el tutmak, sohbetinde bulunmak, onun atmosferini paylaşmak birer sirâyet vesilesidir. Bütün tasavvuf yollarında nazara önem verilmekle beraber, Mevlevî ve Melâmîlerde onun daha özel bir yeri vardır. Bunlar arasında, nazarı seyrin bir rüknü görenler de olmuştur ki, onlara göre tâlib veya sâlik, üstad ya da mürşidin bir nazarıyla –biiznillâh– cezb u incizab ufkuna yükselir ve çok uzun seyr ü sülûklara vâbeste rûhânî mesafeleri birden kat’eder ki buna "nazar-ı hâkanî" derler.
- tarihinde hazırlandı.