Kader İnancının Getirdikleri
Kader meselesine vâkıf olan ve merhale merhale vicdanında kadere ait sırları düğüm çözüyor gibi çözen bir insan ise, neticede bütün her şeyi Cenâb-ı Hakk'a verir ve:وَاللهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَâyetinin anlattığı hakikate ulaşır.
Âyet: 'Sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı.' (Saffât, 37/96) buyurmaktadır.
Bizim her türlü fiilimizi yaratan Allah'tır. Yememiz, içmemiz, yatmamız, kalkmamız, düşünmemiz ve konuşmamız hep Allah tarafından yaratılmaktadır. Aslında yaratılmış olarak ne varsa hepsi Allah'ın mahlûkudur. İşte müntehî, bu hakikati çok çıplak olarak görür. Bir başkasının gün ortasında güneşi görmesi ne ise, müntehînin vicdânî sülûkuyla elde ettiği görüş berraklığı da aynı şekildedir. Durum böyle olunca, müntehînin de cebre düşmemesi oldukça zordur.
İş, Cenâb-ı Hakk'a verile verile, neticede teklif ve mes'ûliyet ortadan kalkmasın diye irade devreye girer. İnsana 'Sen mes'ulsün' der, ona mes'ûliyetini hatırlatır. Yapılan güzel işler karşısında gurura düşmemek için de kader devreye girer. 'Mağrur olma yapan sen değilsin!' diyerek insanı gurura düşmekten kurtarır. Böylece insan dengeyi kurar.. ve böyle yaşadığı müddetçe de hep dengeli kalabilir.
İnsan kendisinden sadır olan güzellikleri sahiplenemez. Çünkü bütün o güzellikler Cenâb-ı Hakk'ın plânıdır. Aksi halde, gizli bir şirk içine girilmiş olunur. Çünkü güzellikleri veren doğrudan doğruya Allah'tır. İnsanın nefsi hiçbir zaman güzeli ve güzel şeyleri istemez. Elbette ki burada 'güzel'den kastımız, bizâtihi güzel olan şeylerdir. Yoksa biz, nefsin hoşuna gidecek şeyleri güzel olarak kabul etmiyoruz. Evet, nefis hakiki güzelin ve güzelliğin daima düşmanı olagelmiştir, her zaman da düşmanı olacaktır. Çünkü nefsin yapısı budur.
Kötülüğü isteyen ise nefistir. Öyleyse kötülüğe ait mes'ûliyet tamamen nefse aittir. İşte âyet, bu iki ana esası birleştirir ve şöyle buyurur:
مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللهِ وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ
'Sana gelen her iyilik Allah'tandır, her kötülük de nefsindendir.' (Nisa, 4/79)
Sen, sana ait mehasin ile mağrur olamazsın. Çünkü o mehasin bizzat senin değildir. Güzellik adına ne varsa hepsi Cenâb-ı Hakk'ın sana ihsanıdır. İhsan ise şükür ve mahviyet ister. Günahlara gelince, onların yaratılmasında senin cüz'î ihtiyarın bir şart-ı âdidir. Öyle ise mes'ûliyet senin nefsine aittir. Zira sen neye meyletmiş, ne yapmayı düşünmüş veya meylinde nasıl tasarruf yapmışsan Cenâb-ı Hak da onu yaratmıştır. Ancak bütün bu anlattıklarımız da yine hâl ve vicdanla anlaşılacak hususlardandır. Yani, içinden geçen meyile veya meyildeki tasarrufa tek şahit vardır; o da vicdandır. Cenâb-ı Hak, kendi ilmine ve kendi bildiğine senin vicdanını şahit tutmuştur.
Mübtedî, yani işin daha başında olan bir insan da kadere inanır, ama o, maziye ve başa gelen musibetlere kader açısından bakar ve binlerce belâ u musibetle çepe-çevre kuşatılmış olduğu bir hengâmda, 'Cenâb-ı Hakk'ın benim hakkımdaki takdiri budur' der ve ümitsizliğe düşmekten kurtulur. İstikbâl ve ma'siyete bakarken de irade açısından bakar. 'Nasıl olsa elde edeceğim her şey kaderimde varsa olacaktır.' deyip tembel tembel oturamaz veya niyetlendiği günaha karşı kaderi, kendisi için bir teselli vasıtası olarak kullanamaz. Zira Cenâb-ı Hak:وَاَنْ لَيْسَ لِِلإنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعَى'Doğrusu insan için çalıştığından başkası yoktur.' (Necm 53/39) buyurmaktadır. Evet, iyiyi de kötüyü de Allah yaratır. Çünkü yaratma sadece O'na mahsustur. Fakat kötülüğü kim isterse cezayı da o çeker. Bu şekilde inanma işin başındakiler için bir esastır. Bunun ötesinde bir mübtedînin daha da ileri gidip, kader meselesini kurcalaması, teferruata ait meseleleri dile dolaması tecviz edilemez. Zira kader, çok hassas ve ayakları kaydıran bir meseledir. İmam-ı Azam, talebelerini, bu gibi meseleleri münakaşa etmekten men'ederdi. Kendisine 'Sen niçin konuşuyorsun?' dediklerinde 'Ben, başımda bir kuş var da onu uçururum endişesiyle tir tir titreyerek konuşuyorum' buyururlarmış. Yani demek istiyor ki, 'Sizler konuşurken hasmınıza galip gelmek için konuşuyorsunuz. Hasmınızın yanılmaları sizi sevindiriyor. Onun için de sizi böyle meseleleri konuşmaktan men ediyorum.'
Bu mevzûdaki hassasiyet, anlatılan meselenin mantıkî oluşuna gölge düşürmez. Fakat bazı meseleleri konuşurken ulu orta konuşmak doğru değildir. Bilhassa kader meselesi, mahir bir kuyumcu veya bir kimyager titizliği istemektedir.
- tarihinde hazırlandı.