Kader, Kaza ve Atâ Kanunları
Kaza, Levh-i Mahfuz'da, yani Ana Kitap'ta Allah'ın (celle celâluhu) takdir buyurduğu hükümlerin, mevsimi gelince kulun da iradesiyle eda ve icra edilmesi, yani takdirin infazıdır.
Atâ, 'verme' kökünden Arapça bir kelime olup, Cenâb-ı Hakk'ın vergisi, ihsanı, lütuf ve bahşişi demektir.
Levh-i Mahfuz'dan ayrı olarak, Allah'ın (celle celâluhu) bir de Levh-i Mahv ve İsbat'ı vardır. 'Levh-i Mahfuz', daha önce sözünü ettiğimiz gibi 'İmam-ı Mübin' veya 'Ümmü'l-Kitab' olup, kendinde değişme ve silinme olmaz. Levh-i Mahv ve İsbat ise, "Allah dilediğini siler, mahveder; dilediğini de yerinde bırakır; Ana Kitap O'nun katındadır."[1] âyetinde ifade olunduğu üzere, Allah'ın (celle celâluhu) 'atâ' kanunuyla takdiratından bazısını değiştirip, infaz buyurmadığı kitabının adıdır.
Atâ kanunu kazayı bozar. Meselâ, hakkındaki takdirin infaz edilebileceği, yani kaza buyrulabileceği herhangi bir kul, kendine has bir latîfeyi kullanarak Allah'la (celle celâluhu) münasebete geçer, kurbiyet kazanır.. veya dua ve sadaka gibi Cenâb-ı Hakk'ın hoşuna gidecek bir amelde bulunup, O'na yaklaşır ve kazandığı bu kurbiyetten dolayı Allah (celle celâluhu) kendisine hususî bir atâ-yı şahanede bulunur ve hakkındaki bir kazayı infaz etmeyip, lehinde değiştirir.
Meselâ, kul bir günah yerine gitmek niyet ve meyliyle evden çıkar.. o bu niyetle irade düğmesine dokunduğu için, Allah da meylinin neticesini yaratacak ve onu irade ettiği yere götürecektir. Fakat, o kulun güzel bir hâli, Allah'ın (celle celâluhu) hoşuna gidecek bir tarafı, sözgelimi gecesinin zülfünde iki damla gözyaşı ya da arabasıyla bir-iki arkadaşını bir sohbete götürüşü vardır da, bunlar rahmet-i ilâhiyeyi ihtizaza getirmiştir ve Allah (celle celâluhu) da yolda o kulun karşısına kendisini günah mahalline değil de gülzâra götürecek bir arkadaş çıkarır ve kulun iradesiyle hak ettiği hükmü değiştirir. İşte, Allah'ın (celle celâluhu) sebepli sebepsiz kulu hakkındaki bir hükmü veya bir kazayı onun lehinde değiştirmesi, O'na ait bir atâdır.
Bu değiştirmesinden dolayı Allah'a (celle celâluhu), "Niyet ettiği hâlde, neden o kulun meyhaneye gitmesine müsaade etmedin? Neden hakkındaki kazayı atâ ile değiştirdin?" diye sorma hakkımız yoktur. O, dilediğini dilediğine dilediği kadar lütfeder; dilediğini hidayete, dilediğini dalâlete sevk eder. Bu sebeple, bizim bütün hasenatımız Allah'ın (celle celâluhu) lütfu, bütün seyyiatımız ise kendi müktesebatımızdır.[2] Fakat çok defa Allah (celle celâluhu), seyyiatımız ve günahlarımızla baş aşağı düşeceğimiz zaman, elimizden tutup bizi kurtarır. Lütfudur bu; bu lütufla belâ ve musibetlerin önünü aldığı gibi, küfre, küfrana ve günahlara dalma izni de vermez. Bunlar, hak etmedikleri ve liyakatleri olmadığı hâlde bir kısım kullarına onun atâyâ-yı Sultaniyesidir.
Allah (celle celâluhu), atâsıyla kazasını bozmayıp, irademizi sarf etmek suretiyle yapmaya meylettiğimiz işi yaratsaydı, bu mahz-ı adalet olurdu.. ve yine kimse bir şey diyemezdi. Yaratmaması ise, hususî bir lütuf ve ihsandır. Kur'ân'da sık sık ifade edildiği üzere, Allah (celle celâluhu), çeşitli kavim ve milletlerin helâkini küfür, şirk, zulüm, tuğyan ve isyanda temerrütlerine bağlamıştır.[3] Ama Yunus kavmi, tam hak ettikleri belâ ve helâk gelmeye başlayınca duaya durmuş, bunun neticesinde de Allah (celle celâluhu) o belâyı kendilerinden def'etmiştir;[4] yani atâ, Yunus (aleyhisselâm) kavmi hakkındaki kazayı bozmuştur.
[1] Ra'd sûresi, 13/39.
[2] Bkz.: Nisâ sûresi, 4/79.
[3] Bazıları için bkz.: A'raf sûresi, 7/165-173; Hud sûresi, 11/95-102; Rum sûresi, 30/47; Neml sûresi, 27/45-51; Nahl sûresi, 16/113.
[4] Yunus sûresi, 10/98.
- tarihinde hazırlandı.