Kendi Derinlikleriyle İnsan (1)
"Muhakkâr bir varlığım" diyorsun ey insan eğer bilsen.(Mehmet Akif)
İnsanın en önemli yanlarından biri, onun kendi kendinin şuurunda olması ve kendi kendini kontrol edebilmesi olsa gerek... Ne gariptir ki, çoğumuz itibariyle en fazla ihmal ettiğimiz husus da budur.
Evet, sık sık kendini kritiğe tabi tutan kaç insan gösterebilirsiniz? Kaç insan gösterebilirsiniz ki, zaafları-kabiliyetleri, boşlukları-güç kaynakları, kaybettikleri ve kazandıklarıyla her gün bir kere daha yeniden kendini keşfediyor ve kendi derinliklerinde dolaşıyor? Muvakkat bir hayret, geçici bir tecessüsle değil, hatta fenalıklarını deşeleyip kendini aşağılamak suretiyle de değil, belki, benliğini araştırma ve tanıma ihtiyacıyla, nefsini karşısındaki bir kanepeye oturtup, sonra da insaflı, hâzık ve rasyonel bir hekimin hastasını muayene etmesi gibi, onu gerçekçi bir anlayışla ele alan kaç ferd gösterebilirsiniz.
Sokrates'in medresesinin alnına yazılı olduğu söylenen.. ve kendisinin de sık sık tekrar ettiği: "Ey insan kendini bil!" dünya kadar hikmete açık ilim yuvalarında bir bayrak gibi tüllendikten sonra, seyrini bizim tasavvuf mekteplerimizde sürdüren, sürdürürken de, lahut buudlu az bir değişiklikle:"Kendi benliğinin sırlarını kavrayan Rabbini de bilmiştir" şeklini alan bu ulu söz, bilmem kaç kadirşinas yorumcu ve kaç seviyeli temsilciye rastlamıştır..? Ben sayılarının çok fazla olacağına ihtimal veremiyorum.
Kendinden habersiz kendine yetmezlerin ve kendini keşfedememiş dar ufukların, başkalarını ve başka şeyleri bilmeleri imkânsız; onlar hakkındaki hükümleri de sathî ve tutarsızdır. Bir baştan bir başa küre-i arzın temaşası, dağların mehip ve vakur konumları, nehirlerin ebediyyet duygusuyla inleyen çağıltıları, semanın her gün ayrı bir donanma gecesi gibi insanın rikkatine dokunan, onu büyüleyen en sehhâr, en baş döndürücü armonilerden daha sihirli ışık ve derinlikleri.. sonra bütün bu tenteneli perdeler arkasında sürekli bize ışıyıp duran ve vicdanlarımıza gamze çakan sonsuzluk televvünleri, gerçek manâ ve değerlerini ancak insanın derûnundaki marifet prizmasından geçirilmek suretiyle elde edebilirler. Yoksa, levh-i mahfuz tezgâhında dokunmuş şu her biri birer mücessem lafız ve manidar kelimeler mecmuası olan topyekün varlığın bir manâ ifade etmesi şöyle dursun onun kaostan farkı kalmaz.
İnsan, dikkatleri üzerine çektiği günden bu yana, sathî ve derinden, kabaca ve hassasiyetle, kuş bakışı ve etraflıca pek çok defa ele alınmış, üzerinde durulmuş.. fizîkî ve rûhî, cismânî ve kalbî, hissî ve aklî yanlarıyla tekrar tekrar değerlendirilmiş önemler üstü öneme hâiz bir varlıktır. Ancak o, bazen, bal-kay-mak gibi şirin, bazen öğürtü hâsıl edecek kadar cıvık ve müteaffin.. bazen sonsuza açık ve âdetâ nâmütenâhî, bazen aptallığıyla sınırlı ve dapdaracık.. bazen tevazu ve mahviyetiyle sımsıcak, bazen kibir ve gururuyla takır takır ve yapayalnız.. bazen olabildiğine sinsi ve hâin, bazen alabildiğine açık, şeffaf ve emniyet buğulu.. bazen bencil ve ego yörüngeli, bazen diğergam, fedâkâr ve engin himmetli.. bazen vahşi, mütecâviz ve gaddar, bazen mûnis, hakperest ve merhametli.. bazen sahte, mürâî ve mütebasbıs, bazen yürekten, muhlis ve dobradop.. bazen basiretli, müdrik ve bakış zaviyesi sapasağlam, bazen de miyop, aptal ve şaklaban gibi birbirinden çok farklı ve birbirine zıt sıfatlarla karşımıza çıkar. Bütün bunlara rağmen o yine insandır.. ve bu farklılıkların, bu zıtlıkların temelde onun özüyle alâkası da yoktur. Temelde onun özüyle alâkası olmadığı gibi, bazılarının zannettiği şekilde onun iç güdüleriyle, korunma insiyakıyla ve üreme sevk-i tabiisiyle de hiç mi hiç alâkası yoktur.. ve aynı zamanda bunları, insanın, kendi kendini ne yapmak istiyorsa o olduğu (existansializm) düşüncesiyle irtibatlandırmak da kat'iyyen doğru değildir.
Ondaki bu televvün; daha yaratılırken her şey olmaya müsâit ve "a'lâ-yı illiyyîn" den "esfel-i sâfilîn"e kadar hem nâmütenâhî yükselmelere hem de korkunç alçalmalara açık hususî fıtratında.. ve mahiyetine hem ruhânîlik hem de nefsânîlik nüvelerinin yerleştirilmesinde; dolayısıyla da, insan tabiatının ezeliyet hedefli ve peygamber yörüngeli bir gayeye yönlendirilebilmesinde veya yönlendirilemeyişinde.. ruhundaki insânî cevherlerin idrak edilişinde veya edilemeyişinde.. özündeki potansiyel gücün sezilip değerlendirilmesinde veya değerlendirilemeyişinde.. ledünnî derinlikleri araştırılırken kalbin katmanlarına inilişinde veya inilemeyişinde.. iradenin hakkının verilişinde veya verilemeyişinde.. şuurun perde arkası sırlarının sezilişinde veya sezilemeyişinde.. hissin mâverâiliğe yönlendirilişinde veya yönlendirilemeyişinde.. vicdan mekanizmasının işleyiş keyfiyetinin bilinişinde veya bilinemeyişinde aranmalıdır.
Hayatlarını ruhun enginliklerinde, kalbin derinliklerinde ve her zaman vicdan eksenli sürdürebilenler, yer yer tabiatlarının bir yanındaki tümseklere, fıtratlarının çevresindeki dikenlere takılsalar da hep "a'lâ-yı illiyyîn"e doğru yürürler. Bütün ömürlerini beden ve cismaniyetin mahbesinde geçirenler ise, bir girdâbın etrafında dönüyor gibi, her an biraz daha gayyâlara gömülür ve hep "esfel-i sâfilîn" e doğru sürüklenirler.
İnsanı sadece aklıyla, şuuruyla, şuuraltıyla, hayvânî ihsaslarıyla veyâ içtimâî temayülleriyle ele alanlar, onun özüyle alâkalı hiçbir şey söyleyememiş, ciddî hiçbir şey ortaya koyamamışlardır. Bir şey söyleyip, bir şey ortaya koymak şöyle dursun, onu iyice müphemleştirmiş, muğlaklaştırmış ve âdetâ bir ucûbe haline getirmişlerdir. Bu akl-ı evvellerin kimine göre o "düşünen hayvan", kimine göre, hayatı, sindirim-dolaşım-ıtrâhâta göre programlanmış bir hayatzede, kimine göre de her şeyiyle cismânî hazlara göre plânlanmış, şuuru da, şuuraltı da "libido" mezbeleliği ve insanda öğürtü hissi uyaran cıvık bir varlık...
Oysa ki, mahiyetinde; aklında, şuurunda, şuuraltında, içtimâî temayüllerinde önemli birer yeri bulunan insan, bütün bunların verâsında, o ister, kader de yoluna su serperse, dünyada her şey aşılabilecek mahiyettedir.. ve zaman zaman aşmıştır da. Evet o, hem kendini hem de bütün cihanları aşabilecek bir iç dinamizme sahiptir. O, eğer cevherinde bulunan o sırlı, sihirli güç ve imkânları, bütün o güçlerin, o kuvvetlerin, o imkânların gerçek kaynağına yönlendirebilse kendini de aşar, fâniliği de aşar ve varlığın kokan, çürüyen, dağılan bütün değersiz parçalarına, değerler üstü manâ ve mahiyet kazandırarak onları ebediyete namzet hale getirebilir.
Bugün, göklerdeki yıldırımları avuçlayıp insanlığın istifâdesine sunan, atomun, o küçüklerden küçük dünyasına girip, partiküller âlemine seyahat düzenleyen, milyonlarca sene ötelerdeki âlemlerle diyaloğa geçip, bu uzak mesafelerdeki varlıkları gören, işiten, hatta getirip gözler önüne seren.. duygularıyla, düşünceleriyle, tasavvurlarıyla, keşif ve icatlarıyla mesafeler üstü mesafeleri aşan insan, kendini hayvanî meralarda aramanın ve özündeki manâ ve muhtevâyı anlayamamanın cezasını çekiyor. Onun bütün vahşeti, bencilliği, hak-hukuk tanımamazlığı, ihtirasları, nemelâzımcılığı, rahata düşkünlüğü, rehâvet zaafı bu inhirafında aranmalıdır.
Evet o, dünyaları aşan dehasına rağmen, kendini yanlış manâlandırmanın, yanlış yorumlamanın kahrına uğramıştır.
Sızıntı, Mayıs 1993, Cilt 15, Sayı 172
- tarihinde hazırlandı.