Hak ve Kuvvet Muvazenesi
Hak, bütün şubeleriyle Allah'ın 'Hakk' isminin değişik dalga boyundaki şuâlarından ibarettir.. ve ne kadar saygı duyulsa değer. Hikmet, bütün esaslarıyla Cenâb-ı Hakk'ın hususî meşîetinden gelmiş bir ziyâdır; nerede bulunursa alınmalı ve insanlığa mâl edilmelidir. Ne var ki, bir yerde hak da, hikmet de zorba ve mütegalliblere karşı kuvvetle desteklenmelidirler ki, hayata geçirildikten sonra uzun ömürlü olabilsinler.
Yakın geçmişimiz itibariyle bizim tarihimiz, bir katliamlar, tagallübler, esaretler, tahakkümler ve zilletler tarihi olmuştur. Evet, bir-iki asır süren bu karanlık dönemde gözümüzün yaşına bakılmadan milletçe katliamların en ürperticisine, tagallüblerin en ızdıraplısına, esaretlerin en acısına, tahakküm ve zilletlerin de en utandırıcısına maruz bırakılmışızdır. Hem de, insanlık, medeniyet, hukuk, müsâvât, sulh ve hürriyet terânelerini dillerinden düşürmeyen, sözüm ona bir kısım insâniyetperver dostlarımız tarafından! Bunlardan insanlık mı? Zerresini görüp-duyan varsa söylesin! İnsan haklarına saygı mı? Hakkı, hikmeti kuvvetin emrine verenlerden beklendiği kadar beklenmeli! Şefkat ve merhamet mi? Müslümanları hristiyanlaştırmak için, bir kısım misyonerlerin riyâkârca beyan ve davranışlarından başka bir şey işiten varsa gelsin beri! Hürriyet mi? Bölücü ve anarşistlerin daha rahat mefsedette bulunabilmeleri için koskocaman bir eski yalan olduğunu bilmeyen mi kaldı..?
Bir-iki asır var ki, milletimiz hep bu aldatmacalarla iğfal edildi ve bu yaldızlı sözlerle uyutuldu.. o uyutuldu ama, yıllardan beri onu değişik meralarda dolaştırıp ot yemeye alıştıranlar, bir an bile kendi diş ve pençelerini bilemeyi ihmal etmediler. Keşke şu anda olsun bunu tam manâsıyla anlayabilseydik.! Anlayıp da, en buhranlı dönemlerimizde 'Allah'a dayanıp sa'ye sarıldığımız', kuvvetin hikmet-i vücudunu kavrayıp kılıçlarımızın hakkını da verebilseydik; verebilseydik de, hareket haline geçmeyen ve geçme istidâdında da olmayan düşünce urbası giymiş heva ve heves kılıflı fantezi şeylerden vazgeçerek, hak buudlu, hikmet televvünlü şu kudretler, liyakatlar dünyasında laf üretmek yerine biraz da kuvvet ve aksiyonla kendimizi anlatabilseydik! Yani koyunlar gibi canavar gölgelerinden dahi korkup titreyeceğimize tahdis-i nimet nev'inden olsun, birkaç fasılda diş ve pençelerimizden bahsedebilseydik...
Yirminci asır, insanlık için bir imtihan ve iptilâ asrı oldu. Harpleri kargaşalar, kargaşaları da harpler takip edip durdu.
Birinci Cihan Harbi bir nizam ve sistem mücadelesi değildi. Onda, içtimaî, iktisadî, idarî ve siyasî hiçbir değişiklik hedeflenmemişti.. taraflar sadece ve sadece toprak peşinde, müstemleke arayışında ve çıkar avındaydılar. Tabiî, yine en çok dillerde dolaşan şey de: Mazlum milletlere hürriyet, müstemlekelere istiklâl ve cihanşümûl adaletin te'sisi.. gibi aldatmacalardı.. ve bunlarla, topyekün insanlık, pastırma kokusuyla kapana kıstırılan fare gibi derdest ediliyordu.
İkinci Cihan Harbi askerî olduğu kadar aynı zamanda içtimaî buudluydu.. dolayısıyla beraberinde dünya çapında büyük komplikasyonlar da getiriyordu. Denebilir ki, bu harpte dünya muvazenesi, o güne kadar hiç bozulmadığı şekilde bozuldu, bütün değerler altüst oldu, topyekün kriterler değişti; derken, insanlık tam yarım asır devam edecek olan bir bocalama devresine girdi. Bu geniş zaman diliminde, değişik sistem arayışı ve sistem denemelerinin yanında çok korkunç içtimaî gelgitler yaşandı: Yığınlar kâh sağa tos, kâh sola tos bir girdaptan başka bir girdaba koşup durdu ve âdetâ bir mahşer dehşeti yaşadı. Bugün hâlâ duyup durduğumuz, sosyalizm, komünizm, maoizm, leninizm, nasyonel sosyalizm ve proleterya hakimiyeti gibi tâbirler, o karanlık günlerin acı hatıralarıdır ve ilerde, içtimaî hareketler tarihi medfeninde birer müstehâse 'fosil' olarak sık sık hatırlanacak ve bu 'veyl' çağına lanetler yağdırılacaktır.
Şimdilerin zulmü, gadri, tecavüzü, tasallutu ise, perdesiz, hâilsiz, mümâşâtsız, açıktan açığa ve mazlumun, mağdurun gözünün içine bakıla bakıla icrâ ediliyor. Buna ister hakkın kuvvete yenik düşmesi, isterse kuvvetin çılgınlığı, hak ve hikmet bilmezliği densin, netice değişmez.. geçmişte beş-altı asırda işlenmiş bütün cinayetlerin, yıkılan hânumânların, harâb olan umranların, bilmem kaç katının, şu beş-altı seneye sıkıştırıldığını ürpererek müşâhede etmedik mi? Saray-Bosna'dan Cezayir'e, Habeşistan'dan Suriye'ye, Filistin'den Asya Stepleri'ne kadar çok geniş bir dairede, yıllardan beri görüp duyduğumuz vahşet değil de ya nedir.? Ve, daha kim bilir ne kadar yerde duyulmayan ne kadar zâlim 'Hay Hu'yu ve mazlum çığlıkları inleyip duruyor..?
Yeryüzünün gerçek mirasçıları dünya muvâzenesindeki yerlerini alacakları güne kadar bu fırtınaların dineceğini ve bu âh u efgânın kesileceğini beklemek beyhûde olsa gerek. Evet, belki zaman zaman bu vahşetlere sebebiyet veren sâikler, piyonlar değişebilir ama kat'iyyen anarşi dinmez ve terör bütünüyle bertaraf edilemez; çünkü bunların arkasında dünyayı idare eden güçler var. Dün Yunanla, Bulgarla, Ermeniyle, Slavla her yerde kargaşa çıkarıp başımıza gâile açanlar, şimdi de Sırplıyla, PKK ile, Ermeniyle, Nusayriyle, Râfıziyle aynı şeyi yapıyorlar.. ve vazgeçeceğe de benzemiyorlar.
Ne var ki, bütün bu fecâetler, şenâetler, bir taraftan zehirli birer hançer gibi sînelerimize saplanırken, diğer taraftan da hamiyet-i İslâmiye ve hamiyet-i millîyemizi bir hayli tahrik etti.. bu güne kadar sessiz ve sâmit infialleriyle bekleyişte bulunan İslâmî ve millî ruhu, İslâmî ve millî ruhun altındaki içtimaî râbıtaları uyardı.. ve aynı kaderi paylaşan bütün mazlumları, mağdurları aynı çizgide düşünmeye sevk etti.
Evet, böyle durumlarda, İslâmî ruh ve millî düşünce şahsî iştihâları susturur; egonun yerini diğergamlık ve kollektif şuur alır; derken bütün ferdî çıkarlar arka plânda kalır.. ve yine böyle hallerde, birbirini tanımayan fertler, kendileri gibi kimselerin varlıklarını hisseder ve hemen herkes içtimaî bir varlık olduğunu yeniden bir kere daha duyar ve yaşar.
Evet, böyle dönemlerde, mensubu bulunduğumuz milletler manzumesinin kaderine ait meseleler, herkeste fevkalâde bir merak uyardığı için, bu milletlerin tarihlerine, idare şekillerine, içtimaî, iktisadî, siyasî davâlarına ait çok geniş etütler yapılır ve bundan da bir kısım fikrî akımlar, cereyanlar doğar. İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbânî, Mevlânâ ve Bediüzzaman gibi büyük mütefekkirlerin eserleri, böyle buhranlı dönemlerin, sarsıntılı çağların bereketli semereleridir. Hemen bütün dünyada, en derli toplu düşünce eserlerinin, en seviyeli edebiyat ve sanatın doğuşu da yine, harplerin, kargaşa ve büyük çalkantıların olduğu devrelere rastlar.
Bu itibarla, içinde bulunduğumuz ve duyup yaşadığımız hâdiselerin, insanımızın aşk u heyecanı, fikir ve aksiyon hayatı, sanat ve edebiyat telakkisi üzerinde büyük tesiri olacağı muhakkaktır. Öyle ise daha şimdiden, çok büyük tesir ve değişiklikler arefesinde olduğumuzu söyleyebiliriz.
Evet, diyebiliriz ki, bugün duyup yaşadığımız bu felaketlerde kaybımız bir ise -inşaallah- kazancımız bin olacaktır.
Ciddî bir tenebbüh için bir değil, bin bela da olsa ne leziz!
Sızıntı, Ekim 1992, Cilt 14, Sayı 165
- tarihinde hazırlandı.