İnsan Yetiştirme
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de insan yetiştirme, yetiştirip istidat ve kabiliyetleri yerli yerince değerlendirme büyük önem arz etmektedir. Ancak, bu çok önemli vazifenin yapılabilmesi için öncelikle sağlam bir alt yapının oluşturulması şarttır. Bunun için de en başta sağlam bir aile yapısı, her türlü melanetten arındırılmış bir sokak ve en iyi şekilde dizayn edilmiş değişik terbiye müesseseleri gerekmektedir. Günümüzde böyle bir alt yapıdan bahsetmek oldukça zordur. En başta, çocuk yetiştirme düşüncesine bağlı bir aile yapısı kalmamış, sokaklar çirkinliklerle dolup taşmakta.. mektepler ise büyük ölçüde kendilerinden bekleneni eda edememekte ve uygulanan sistemle âdeta istidatları köreltmektedir.
Eskiden medreselerde hakaike, tahlil ve terkibe kapalı "hafız-ı Kur'ân" yetişirdi, günümüzde de okullarda, sadece "hafız-ı kimya", "hafız-ı fizik" vs. yetişmekte. Ezbercilik muhakemenin önünde, zekâ dogmalara bağlı ve dumur yaşamakta, buna karşılık şablonculuk gırla gitmekte... İşte böyle bir ortamda -Einstein ruhlu insanlar olsa bile- hiçbir zaman o ayarda dâhiler yetişmeyeceği açıktır. Çünkü zemin, böylelerinin yetişmesine müsait değildir; kalıplar önceden konmuş ve ona uygun insanlar yetiştiriliyor. Öyle ki o şablonun dışına çıkanlar asi sayılıyor. Bu itibarla, en başta bu yanlışlığın düzeltilmesi gerekmektedir.
Yine iyi bir idarecinin yetişmesi için de, aynı şekilde yetiştirici esaslarıyla işleyen iyi bir devlet mekanizmasının olması gerekmektedir. Ufku dar ve kapalı bir sistem içinde insanüstü dâhileri bile istihdam etseniz ve onlara, "Siz sadece size gelen emirleri uygulayın, başka bir işe karışmayın." deseniz, onların dâhiler olarak kalmaları şöyle dursun, normal insanlık kabiliyetlerini de kaybedecekleri bedihîdir. İşte böyle bir politika çarkı içinde bir idarecinin, bir içtimaiyatçının kendi istidat ve kabiliyetini inkişaf ettirmesi mümkün değildir. Her şeyiyle sürüm sürüm böyle bir sistemde sloganlar, atıp-tutmalar vardır ama, başarı yoktur. Yanlış anlaşılmasın; ümitleri yıkıp, bir şey yapamadığımızı/yapamayacağımızı söylemek istemiyorum. Demek istiyorum ki bu hâlimizle devletler muvazenesinde bir cihan devleti olmamız mümkün değildir. Bir zamanlar ülkemiz, kritik bir dönemden geçiyordu. Düşmanlarımız, âli bir devletten geriye kalan bir milletin kolunu kanadını kırmak, ondan da önemlisi azmini, ümidini parçalamak için bahaneler arıyor ve "Sizin dışarıda işiniz yok; size çizilen sınırlar içerisinde kalacaksınız..." diyorlardı ki, böyle bir dönemde, "cihan" davası güdülemezdi. Değil cihan davası, ülkemizin hasımları en küçük bir adaya dahi müdahale hakkı vermezlerdi. Bu yüzden o gün bir maslahat için söylenmiş bazı sözler olabilir. Ancak günümüzde şartlar olabildiğine değişmiştir; dolayısıyla o sözlere takılıp kalınmamalı ve yeni stratejiler takip edilmelidir.
Mevzu ile alâkalı olarak bir misal daha vermek gerekirse; bizler ilim telâkkisi konusunda da ifratlardan kendimizi kurtaramamışızdır. Şöyle ki, Mustafa Reşit Paşa'nın, Auguste Comte'nin sadık bir talebesi olmaya soyunduğu Tanzimat yıllarında biz, ilimde batıdan daha pozitif olmuşuzdur. Şüphesiz pozitif metodun ilimde tartışılmaz bir yeri vardır; ancak pozitif mülâhaza, suiistimal edilmezse, ilmîliğin televvünlerinden sadece biridir. Ama aydınımız bu konuda da ifrat etmiş ve yanlış yapmıştır. Bu konuda, Attila İlhan'ın söylemiş olduğu bir sözü nakletmek istiyorum. O, bir televizyon programında, "Tanzimat'tan bu yana Türkiye'de işleri hep aydınlar bozmuş, arkadan halk gelip onu düzeltmiştir." demişti.
Evet, ilim çok önemlidir, bu yüzden dinimiz de ona büyük ehemmiyet atfeder. Ancak ilim, ne sadece aklî yollarla elde edilen şeyler ne de "havass-ı selîme" dediğimiz duyu organlarının ihsasıyla ulaşılan neticelerdir; bunların yanında o, mütevatir haberi de kapsayan geniş bir referans alanına sahiptir. Bu itibarladır ki eğer ilim vahyin tayfları altında şekillenmez ve Allah'a teslim olmazsa, ilim müesseseleri günümüzde olduğu gibi farklı mecralara kayar ve kendisinden bekleneni eda edemez. Hatta belli ölçüde bu müesseseler devletin istikrarına, milletin ümidine indirilmiş birer darbe olabilir. Netice itibarıyla, her şeyi, kıymeti miktarınca kabullenmek ve değer atfetmek çok önemlidir.
Son olarak bir hususa daha işaret etmek gerekirse; biz millet olarak tarihten bugüne çok istidat ve kabiliyetli insanların başını yemişizdir. Yıllardır ülkemizde bir kaht-ı ricalin yaşanması da Cenâb-ı Hakk'ın bize vermiş olduğu bir ceza sayılabilir.
- tarihinde hazırlandı.