Türkiye - İran ve Batı dünyası ile ilişkiler
Ülkemizin içinde yer aldığı kuşakta şimdilerde istikbal vaadeden iki devlet var: Türkiye ve İran. Bunu çok çok iyi bilen bir kısım Batılılar, bu iki devleti mümkün olduğunca elinde tutmak ve kendi hesabına dengeleri korumak için ciddî bir gayret içindeler. Zira bu iki devletten birinin bu bölgede hâkimiyeti, Batılıların aleyhine dengelerin bozulması anlamına gelir. Bu ise adı geçen dünyanın, başta ekonomi olmak üzere, birçok alanda hem maddî çıkar, hem de itibar‑prestij kaybı demektir.
Meselâ, Türkiye kendi iç politikası itibarıyla emniyet ve istikrar vaad ettiği anda güçlenme ve büyüme startına basmış demektir. Bu durumda Türkiye din, dil, tarih, örf‑âdet birliği içinde bulunan Orta Asya devletlerini, keyfiyeti ne olursa olsun yanına alabilir. Aynı gelişme ve genişleme süreci Balkanlar için de geçerlidir.
İran’a gelince; İran Şiî bir devlet. Ve bu bölgede yaşayan tüm Şiî nüfusa sözünü geçirebilme konumundadır. Sadece Şiî nüfusa değil, Şiî sempatizanı olan kesimlere de. Meselâ, İran içindeki Türkmenlere ve diğer Şiî sempatizanı Türklere, Araplara veya Azerbaycan içinde gerçekten samimî olarak Şiîliğe inanan Azeri Türklerine veya Irak’ta Kâzımiye, Kerbela gibi şehirlerde yaşayan kimselere.
Öte yandan İran’ın, başta emirlikler olmak üzere, Yemen’e kadar nüfuzunu genişletmesi de söz konusudur. Bu arada İran, Suud‑Yemen çekişmesini de kendi lehine değerlendirebilir. Bu tablo karşısında potansiyel olarak büyüme güç ve kuvvetini veya daha doğru bir ifade ile büyüme dinamiklerini ellerinde bulunduran Türkiye ve İran’a, eğer Batılılar bunları kullanma imkân ve fırsatını verirlerse, neticede bu bölgede –hangisi hâkim olursa olsun– Batılıların aleyhine dengeler bozulur ve onlar bu değişiklikten mutlaka zararlı çıkarlar. İşte bu sebeple bir kısım Batılılar, gerek İran ve Türkiye içinde, gerekse onların nüfuz edebilecekleri ülkeler içinde gaileler çıkartarak veya devletler arası münasebette, ticarî ve sınaî alanda yapılabilecek gelişmeleri engelleyerek ve daha birçok yollarla buna fırsat vermiyor, mevcut istismar düzeninin devamını sağlamaya çalışıyorlar.
Bu merhalede bize düşen vazife, fert, şirket, sivil kuruluşlar... olarak neticede bizi büyüklüğe taşıyabilecek ve bizi yeniden muhteşem bir millet yapabilecek imkân ve fırsatları, hayatın her alanında, hiç vakit geçirmeden değerlendirmek olsa gerek. Her şeyi devletimizden bekleme yanlıştır. Evet, teşebbüs gücümüzü kullanarak mutlaka oralara gitmeli, ticarî, sınaî ve eğitim alanında tarih, dil, din beraberliklerimizi ön plana çıkararak yatırımlar yapmalıyız. Ben şahsen, Mehmed Âkif’in ifadesinde yerini bulan “Hakk’ın vaad ettiği günlerin bugün olmasa da yarın” bu yolla gerçekleşeceğine inanıyorum.
- tarihinde hazırlandı.