Her kavme peygamber
Kur’ân‑ı Kerim: “Biz peygamber göndermediğimiz kavme azap edecek değiliz.” (İsrâ sûresi, 17/15) der. Bir başka yerde de: وَإِنْ مِنْ أُمَّةٍ إِلَّا خَلَا فِيهَا نَذِيرٌ “Her bir millet için mutlaka onları (eğri yolun encamından sakındıracak bir) korkutucu peygamber bulunmuştur.” (Fâtır sûresi, 35/24) buyurmuştur. Bu ikinci âyet‑i kerimede dilin hususiyetleri de nazara alınacak olursa, nefy edatı olan إِنْ (in), إِلَّا (illâ) ile tekit görürse, bu üslûp “hasr” ifade eder ki, o da aksine ihtimal vermeyecek bir kesinlikte her ümmete bir peygamberin gönderilmiş olduğu mânâsına gelir. Ayrıca, burada peygambere vasıf olarak müjdeleyici anlamında بَشِيرٌ değil de korkutucu mânâsına نَذِيرٌ denmesi de dikkate değer bir inceliktir.
İmam Rabbânî Hazretleri Mektubat’ında birkaç yerde, Hindistan’a çok peygamber gönderildiğine keşfen şahit olduğunu söyler.[1] Ölümünden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ –min indillâh– tasarrufunun devam ettiği kabul edilen ve “Müceddid‑i Elf‑i Sânî” lakabıyla anılan İmam Rabbânî gibi yüce bir Hak dostunun, ulu orta konuşacağına zannediyorum kimse ihtimal vermez.
Şimdi bir taraftan âyet‑i kerimeler, öte taraftan hadis‑i şerifler ve velilerin beyanları bu meseleye, aksine ihtimal vermeyecek bir ölçüde kat’iyet kazandırmasına mukabil farklı iddialar bir mantık zaafı olsa gerek.
İşte bu resûl ve nebiler, Üstad Hazretleri’nin yaklaşımı içinde; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ubûdiyet gibi temel hususlarda ittifak etmiş, teferruata ait bazı hükümlerde ise, ittifakın yanı sıra, ihtilaf da ettikleri olmuştur. [2] Fakat bunların tespiti bugün imkânsız denecek kadar zordur. Zira İslâm dini haricinde hemen her din, pek çok defa tahrif ve tağyir çarkları arasından geçme tali’sizliğine uğramıştır.
- tarihinde hazırlandı.