Japonya
Bizim “aydın”ımız hep başkalarını destanlaştırmaya alışmıştır. Bir zamanlar Avrupa ve bilhassa da Fransa onun mihrabıydı. O dönemde her vesile ile mutlaka Avrupa’dan bahsedilirdi. O, göklere çıkarılır, konuşmalar, paneller, konferanslar, yazılan eserler, hatta küçük gruplar hâlinde yapılan mini sohbetler hep, bir vazgeçilmez konuymuş gibi onun etrafında döner dururdu. Avrupa hayranlığıyla başı dönmüş entelimiz, buğulu bakışlarıyla etrafa bakar ve bütün yorumlarını bu zaviyeden yapardı. Sonra düşüncede bir zemin kayması oldu. Avrupa’nın yerini Amerika aldı. Bu defa da ona destanlar kesilmeye başlandı.
Şimdilerde ise Amerika ile atbaşı yarışan, hatta bazı noktalarda onu geçen bir başka harika ülkeden bahsediliyor: Japonya.
İkinci Dünya Harbi’nden sarsık, yıkık ve yenik çıkmış Japonlar, kısa zamanda kendilerine gelmeyi, ayakları üzerine doğrulmayı ve Batılılarla yarışmayı başardı.. başardı ve ilk hamlede Avrupa’yı, ikinci hamlede de diğer bütün gelişmiş ülkeleri geride bıraktı. Bugüne kadar araştırmacılar, onları böyle bir başarıya ulaştıran dinamikler üzerinde çok durdular.
Söylenenler özetle şunlardı:
1. Japonlar Batı tekniğini alırken, Batı’nın ahlâkî değer ve hükümlerine sürekli kapalı kaldılar. Buna bir bakıma “muhafazakârlık” da denebilir. Tabi günümüzde aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çünkü onlar da şimdilerde büyük bir çoğunluğu itibarıyla Batı ahlâkına motive olmuş durumdalar ve onlardaki bu yaklaşım diğer ülkelerden farksız seviyededir. Tabi buna “ulaşmak” mı, “inmek” mi demek gerekir, her zaman münakaşası yapılabilir... Ama, Japonların işin başında sergiledikleri muhafazakâr tutumun onların terakkisinde önemli bir rol oynamış olduğu her zaman söylenebilir.
2. Çalışmayı ahlâk hâline getirdiler. Onların kısa zamanda çok büyük mesafeler almalarında bu husus da oldukça önemlidir. Kişi mutlaka çalıştığının karşılığını görür. Bugün bunun en çarpıcı örneği Japonlardır...
3. Teknoloji transferinde hiçbir fedakârlıktan kaçınmadılar. Batı dünyasındaki bazı projeleri çalmak için seve seve canını veren Japon sayısı bir haylidir. Bu da milletine aşk derecesinde bağlı olmanın tabiî bir neticesidir. Japonlar, bu dinamiği en iyi kullanan ve en güzel temsil eden bir millet sayılabilir.
4. Japonlar büyük bir çoğunluk itibarıyla sade, gösterişsiz ve israfa da oldukça kapalı bir hayat yaşamaktadırlar. Küçük evler, basit mobilyalar günümüzde dahi Japon hayatının vazgeçilmez esaslarıdır. Evlerin pek çoğunda hâlâ yer yatakları kullanılmaktadır.
Bunlar ve bunlara benzer esaslarla, teknoloji maratonunda yarışı önde götüren Japonları şahsen ben de takdir ederim. Ancak onları bir harika veya mucize gibi yorumlamayı da fazla abartılı bulmaktayım.
Ayrıca, Japonların kopya ettikleri teknik yine Batı kaynaklıdır. Dolayısıyla Batı, teknikte tıkandığında Japonları da zor günler bekliyor, demektir. Ucuz işçilik ve fazla çalışmayla kapatılan ara, eğer bunlara yeni yeni şeyler keşfetme ve orijinal şeyler yakalama eklenmezse, çok uzun ömürlü olmayabilir. Zaten yukarıda söylenen bazı dinamiklerde çöküş de başlamıştır. Dolayısıyla Japonların da ilk dönemlerdeki performansı sürdürmeleri oldukça zor görünüyor.
Bununla beraber Japonlar bir süre daha ilgi odağı olmaya devam edeceklerdir. İslâmî hizmetler adına da bu böyledir. Nitekim birçok İslâm büyüğü Japonların umumi durumunu nazara alarak, onların topluca İslâm’a dehaletlerini beklemişlerdir. Bu mânâda müjdeler vermiş ve bu mânâda çeşitli çalışmalara girmişlerdir.
Günümüz Japonya’sına bakarsak, mazideki kanaate aynen katılmak imkânsızdır. Elbet bizim bu kanaatimiz, onların asla İslâm’a uyanmayacakları mânâsına gelmez. Ne var ki, çok ciddi ve uzun vadeli bir çalışma gerektiren böyle bir neticeyi, kısa vadede ve cılız gayretlerle beklemek de fazla ütopik olsa gerek. Japonya’da İslâm’ı tebliğ edecek insanların güçlü, ufku açık, alabildiğine fedakâr ve fevkalâde İslâmî kültürle mücehhez olmaları şarttır. Diğer taraftan, dünya işiyle bu kadar dolu insanlara bir şeyler anlatmak fırsatını yakalamak için beklenecek süre de ciddi bir sabır gerektirmektedir.
- tarihinde hazırlandı.