Takdim Yerine
Bir zamanlar bu coğrafyada, metafizik enginliklere açık, sulh u sükûnun hâkim olduğu, emniyet ve güvenin soluklandığı, atmosferinde üfül üfül huzurun estiği bir medeniyet tesis edilmişti. Uhrevî derinlikli bu vicdan medeniyeti kendine has rengi, şekli, deseni ve ruhuyla çok iyi biliniyor; bilindiği ölçüde yaşanıyor ve müntesiplerine semavîleşme yollarını gösteriyordu. Ne var ki, bir taraftan düşmanlarının amansız ve imansız hücum ve tahribatı, diğer taraftan da müntesiplerinin kendini yenileyemeyişi ve vefasızlığı sonucunda bu güzelim dünyanın insanları adım adım kendinden uzaklaştı, kendi değerlerinden koptu, kendine yabancılaştı; yabancılaştı ve yıllar boyu sürecek ferdî ve içtimaî pek çok hastalıklara maruz kaldı. Ancak her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı olduğu gibi, birkaç asırlık zulmetin ardından bizim dünyamızda da yeniden diriliş rüyaları görülmeye başlandı.
Evet, asırlık hasret ve hicrandan sonra insanımız yeniden kendine dönüyor, özünü arıyor, yabancılaşmadan kurtulup kendini bulmaya çalışıyor. İşte bu noktada toplum olarak kendi medeniyetimizi, düşünce dünyamızı çizgi çizgi bize yeniden anlatacak, resmedecek; tabir caizse “dirilişimizin yol haritasını” ortaya koyacak rehber eserlere ihtiyacımız var: Asrın getirdiği problemlere çözümler sunacak, ortaya atılan sorulara doyurucu ve ikna edici cevaplar verecek, yıllar boyu zihinlerde oluşturulmaya çalışılan şüphe ve tereddütleri izale edecek ve aynı zamanda bizi biz yapan değerleri natürel ve saf bir şekilde yeniden ruhumuza içirecek, gönlümüze duyuracak eserlere...
Kanaatimizce, elinizde tuttuğunuz bu kıymetli eser, işte böyle bir niyet ve azmin, ceht ve gayretin ürünü. Elbette ki kitabın isminden de anlaşılacağı üzere, Muhterem Müellif bu mevzuda herhangi bir iddiada bulunmamaktadır; aksine bu eseri, sadece o istikamette ortaya konan bir heceleme gayretinden ibaret görmektedir. Fakat yayınevi olarak eserin muhtevasını ve o muhtevanın takdim keyfiyetini göz önünde bulundurduğumuzda, öyle inanıyoruz ki, insanımız, günümüzde zihinleri kurcalayan, aslı, iç yüzü bilinmediğinden dolayı şüphe ve tereddütlere yol açan pek çok sorunun cevabını bu eserde bulacaktır.
Evet, 1970’li yıllardan itibaren farklı zamanlarda sorulan, Hz. Âdem’i harekete geçiren nefha-i ilâhîden farklı dillerin, renklerin, ırkların meydana geliş keyfiyetine; “İslâm sosyalizmi” tabirinden beşer tarihi boyunca ihtilâlleri meydana getiren içtimaî hastalıklara; mezheplerin doğuşu ve çok oluşunun hikmetlerinden kabir hayatında verilecek hesaba kadar çok çeşitli ve farklı konular, bu eserde Kur’ân ve Sünnet perspektifinden ele alınmaktadır.
Aynı zamanda bu eserde, milletçe topyekûn yeniden dirilişimizin temel esasları da farklı sorulara verilen cevaplarda tahlil edilmektedir. Meselâ, “Osmanlı Devleti’ndeki “devlet-i ebed müddet” düşüncesini ayakta tutan dinamikler’in ele alındığı makale aynı zamanda bize yeniden dirilişin temel esaslarını da göstermektedir:
“Bizim anlayışımıza göre devletin ebed müddet devamı için hayatta dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, dindir. Din, hayatın hayatı, hem nuru hem esasıdır. O olmadan, özellikle de şark akvâmı için hiçbir başarının elde edilemeyeceği rahatlıkla söylenebilir. Evet, ayakta durabilmek için din ruhu önemli bir faktördür.
Bir diğer dinamik de ilimdir. İslâm tarihine genel olarak baktığımızda bir mânâda ilimde ve fünûn-u medeniyede (pozitif bilimler) İmam Gazzâlî dönemine kadar ciddî bir ihmal görülmez. Bu yönüyle de o döneme kadar ilimlerle tam içli dışlı görünürüz. (…) Ayrıca, fünûn-u müsbete dediğimiz Allah’ın kudret ve iradesinin yazdığı âyât-ı tekvîniye, Selçuklular’ın sonuna kadar belli ölçüde bir meşher gibi temâşâ, bir kitap gibi mütalaa edilmiş, okunmuş ve değerlendirilmiştir. Batı karanlıklar içinde yüzerken –ki onlar o dönemlere zaten “İlk Çağ” ve “Karanlık Çağ” diyorlar– biz hicrî beşinci asrın başında doğuda bir Rönesans gerçekleştirmişizdir ki, bu yenilik Endülüs yoluyla uzun asırlar batılılara ışık tutmuştur.”
Muhterem Müellif, başka bir soru münasebetiyle de bu dinamiklerin günümüz şartlarında ifade ettiği mânâ üzerinde durur ve akıl ve kalbin izdivacıyla, din ve ilmin birleşik noktasında ortaya çıkacak güzel semereleri nazara verir:
“Bana göre kalbi kafayla evlendirmenin zamanı gelmiştir. Bir taraftan fünûn-u medeniye dediğimiz fizik, kimya, matematik ve fen bilimleri, diğer taraftan da ulûm-u diniyeyi imtizaç ettirmenin tam zamanıdır. Ayrıca fünûn-u medeniyede terakki ancak ulûm-u diniyeye sarılmakla mümkündür. Evet, müspet ilimlerde ilerleyebilme, kâinatın basiretli bir şekilde okunup yorumlanmasına, âdeta bir meşher gibi temâşâ edilmesine ve bir kitap gibi gözden geçirilip değerlendirilmesine bağlıdır. Kısaca, oturmuş bir imana ve Kur’ân’ın ufkunu yakalamaya bağlıdır. Geleceğin ilim adamları bu hususu kat’iyen ihmal etmemelidirler.”
Hâsılı, insanımızın yeniden kendi değerlerine yöneldiği, değişik aşağılık komplekslerinden sıyrılıp kurtulduğu, hummalı bir diriliş gayreti içine girdiği ve aynı zamanda bütün bir yeryüzü için de ümit ve diriliş kaynağı olduğu şu günlerde “Çizgimizi Hecelerken”, bize, hece hece geleceğin hülyalı dünyasından bahisler açmakta, çizgi çizgi bize o dünyayı resmetmektedir. Siz kıymetli okuyucularımızı, daha nice böyle feyizli ve bereketli eserlerle buluşturmak ümit ve duasıyla, hayırlı okumalar!
- tarihinde hazırlandı.