Ekonomik krizler ve israf
Soru: Yakın geçmişte 5 Nisan (1994) krizini yaşadık. Herhâlde bu kriz ekonomiyi sarsmasının yanında bizim alışkanlıklarımızı ve hayat tarzımızı da ortaya çıkardı. Ne buyurursunuz?
Ülkemiz şimdiye kadar pek çok kriz görmüştür. Bu ekonomik krizlerden biri de 5 Nisan 1994’te yaşadığımız krizdir. Zannediyorum Müslümanca yaşayabilseydik bu ekonomik krizi daha ucuz atlatabilirdik. Kriz başa gelince tasarruf ve kanaate, daha doğrusu Müslüman gibi yaşamaya yönelmiş olduk. Bununla beraber bizler biraz daha kanaatkâr olduğumuz bu durumu, oldukça mükemmel ve çok fedakârca bir yaşama tarzı zannettik. Oysa Hazreti Sahib-i Şeriat, yemek yerken midenin üçte birini yemeye, üçte birini suya, diğer üçte birini de havaya ayırmak gerektiğini tavsiye etmişti.[1] Eğer biz, bütün hayatımızı, yeme adına verilen bu kıstasa göre ayarlayabilseydik en azından kendi yaşantımızda büyük bir tasarruf sağlayacak ve içinde bulunduğumuz krizin de biraz daha hafiflemiş olduğunu görmüş olacaktık.
Bir misalle konuyu biraz daha açmak istiyorum. Boy abdesti alırken kullanılması gereken su miktarı Efendimiz’in tavsiyeleri ile yaklaşık üç litredir. Bu hususa fıkıh kitaplarında da geniş yer ayrılmıştır. Bu miktarı “Ben biraz daha fazla istiyorum” diyen için dört litre olarak takdir etsek bile zannediyorum fıskiyenin altında harcadığımız su ile kıyaslandığında görülecektir ki biz çok büyük bir israf içindeyiz. İsterseniz boy abdesti alırken altınıza bir leğen koyarak kaç litre su ile yıkandığınızı ölçebilirsiniz. Bunu yaptığınız takdirde en iyi şartlarda dört litreye kadar harcamamız gereken su miktarının kaç litreye çıktığını görürsünüz.
Evet, fıkıh kitaplarında boy abdesti için harcanacak üç litre üstü su için israf denilmektedir.[2] Sahib-i Şeriat’ın tavsiyesine rağmen dört veya beş litre[3] olduğunu kabul etsek bile –Allah affetsin– leğende yirmi litre su birikiyorsa, on beş litre su fazla harcanıyor demektir. Aynı zamanda su öyle bir nimettir ki doğru kullanılmadığı takdirde, karşılığı iki veya üç misli ödenen bir israf kaynağına dönüşebilir. Muslukların da, en az su kullanmaya göre ayarlanması çok önemlidir. Zira kullanılan suyun en az israf edilmesi ancak böyle bir ayarlama ile mümkün olacaktır.
Başka bir misalle konuyu biraz daha açmak istiyorum. Şöyle ki bizim yaktığımız elektrikte yapılan israfın da haddi hesabı yok.. Allah’ın ışığı varken, gündüz çalışmak en güzelidir. Sabahlara kadar oturmak veya televizyon ve radyo deyip bütün bir gece boyu ışıkların açık kalmasıyla da çok ciddî israflara girilmektedir. Gerçi devlet bu mevzuda bir tasarruf kapısı aralamış, bütün dünyada devam ettiği gibi bizde de yaz ve kış günlerinde saati bir saat ileri veya geri alma şeklinde bir uygulama devam ettirmektedir. Ama bu konuda iş yine de fertlere düşmektedir ve devlete bu faaliyetlerinde yardımcı olmak gerekmektedir. Oysa bazı insanlar bu saatlere, değiştirilmiş saat nazarıyla bakıp onu sun’î saat diye nitelendiriyor ve meselenin tasarrufa bağlı olduğunu hiç mi hiç düşünmüyorlar. Meseleyi toparlayacak olursak, aslında gırtlağımıza kadar israfa girdiğimizi söylememiz mümkündür.
Yeme ile alâkalı diğer bir misal; bugün biz, kalori olarak bize yeten gıdanın üç katını harcıyoruz. Bu da şu demektir; aslında biz yeme, içme vs.de ihtiyacımız olan miktarın dışında iki kat israf yapıyoruz. Bizler asker veya sürekli hareket eden insanlar değiliz ki 2500 veya 3000 kaloriye ihtiyaç duyalım. Rahatlıkla söyleyebilirim ki ağır iş yapmayan normal yaşantısı olan insanlara 1800 kalori yeter de artar. Meseleye bize lâzım olan kalori açısından bakarsak zannediyorum israf içinde harcadığımız üç bin lira yerine bin lira bize yetecektir. İsterseniz deneyiniz. Şimdi bu meseleyi şöyle hulâsa edebiliriz: Biz Türkçe kazanıp Amerikanca yiyoruz. Millî hâsıladan herkesin geliri belli olmasına, kazanmada geri olmamıza rağmen Amerikalılar gibi yaşamak istiyoruz.
Üstad Hazretleri israfa, öncelikle bereketin kesilmesine sebep olması açısından yaklaşmaktadır. İsraf, bereketin kesilmesine sebep olunca[4] iktisat da bereketin sebebi sayılabilir.[5] O, bir okka balı üç ay boyunca kardeşlerine de birer çay kaşığı vererek kullandığını söylemektedir.[6] Bir okka, yaklaşık bir kilo üç yüz gram demektir. Ben 1983’te yani Üstad Hazretleri vefat ettikten tam 23 sene sonra Üstad’ın has talebesi Albay Hulusi Bey’e uğramıştım. Merhum Hulusi Ağabey bizzat o baldan olduğunu belirterek bana bir yemek kaşığı vermişti. Demek ki o zamana kadar o bal hâlâ bitmemişti. İktisadın sebeb-i bereket olduğunu söyleyen zat bunu hayatında misaliyle de göstermiştir.
Biz bugün suda, elektrikte, yemede, içmede ve belki de en önemlisi zamanda büyük bir israf yaşıyoruz. Evet, o kadar çok yiyen ve içen muhakkak ki zaman açısından israfa girecektir. İmam Nevevî’ye soruyorlar; “Niye yemiyorsunuz?” O şöyle cevap veriyor: “Helâ ile mutfak arasında gelip gitmekten Rabbime karşı hicap duyuyorum!” Daha sonra da “Yemek yemeyi günde bir kereye veya iki günde bir kereye indirmeye çalışıyorum.” diyor.
Günümüzde, bir eve bir taksi yetmezmiş gibi, ailenin her bir ferdinin özel bir arabasının bulunması oldukça yaygın. Örnek mi istiyorsunuz, Bostancı’dan Altunizade’ye kadar bir yolculuk yapsanız yaklaşık hemen hepsinin içinde sadece bir insan göreceğiniz bin arabaya şahit olursunuz. Bu, millî zayiat ve israf değil de nedir? Acaba bin arabanın her birine dörder insan binse, caddedeki arabaların sayısı iki yüz elliye inmeyecek midir? İnecek ve dolayısı ile de trafik seyrekleşecek ve arabalar hızlı hareket edecektir. Kıyamet kopmaz her hâlde bir gün insanlardan biri komşusunu arabasına alsa, ertesi gün de diğeri aynı şeyi yapsa. Veyahut da baba, diğer aile fertlerini bir arabaya bindirip her birini gideceği yere bıraksa. Acaba böyle bir yöntemle trafik yoğunluğu giderilmiş olmaz mı?
Görüldüğü gibi sistemin bu şekilde işlemesiyle ciddî bir zaman israfı söz konusu. Öyle ki bazen yarım saatte gidilebilecek bir yere ancak iki saatte gidilebilmekte ve dolayısıyla bir buçuk saat israf edilmektedir. Bu israf, her gün gidiş-geliş olarak günlük, haftalık, aylık ve yıllık hesap edildiği takdirde israf edilen zamanın ne kadar olduğu ortaya çıkacak ve bu korkunç israfın boyutları da görülmüş olacaktır. Necip Fazıl merhumun dediği gibi zaman âdeta çayın buğusu gibi tül tül eriyip gitmektedir.
Trafiğin bu durumu ile alâkalı bir tespitte daha bulunmak istiyorum. Bu keşmekeş içinde ayrı bir israf da benzin israfıdır. İki yüz elli arabanın masrafı ile bin arabanın masrafı karşılaştırıldığında dörtte üç nispetinde bir tasarruf söz konusu olacaktır. Ayrıca durup kalkan araçların iki kat benzin yaktığı ve amortisman yıpranmasının iki kat fazla olduğu da bilinen bir gerçektir. Evet, bunlarla hem millî servet hem de şahsın serveti göz göre göre yok olmaktadır. Bunun üzerine çok hızlı yıpranan arabayı da o kadar hızlı değiştirmek gerekiyor ki bunların hepsi ayrı birer israf kalemi sayılabilir.
Evet, bugün biz tepeden tırnağa kadar israf içindeyiz. Türk gibi kazanıp Amerikalı gibi yaşamaya devam edersek bu israfın devamı da gelecek demektir. Bence 5 Nisan’da maruz kaldığımız sıkıntı da aslında bunun sıkıntısıdır. Bu krizde kimseyi kınamayalım. Ne dönemin başbakanını ne de bir başkasını… Oscar’ın dediği gibi, “Âlemin bize yaptığı ne kadar büyük olursa olsun, bizim kendimize yaptığımız hepsinden büyüktür.” Evet, bu krizi biz âdeta kendimiz icat ediyoruz.
Şimdi de pratik hayattan basit bir misal; bizim mutfak masraflarımız için bazılarımız bulunduğumuz yerde haram yenmesin diye suyunun, elektriğinin, yemeğinin parasını yüklenmiş durumdayız. Bazıları da bu hesaba kendi imkânları ölçüsünde, her ferde düşen hisse ile katılmış olabilirler ki burada bulunanlar şüpheli bir şey yiyip içmesinler. 5 Nisan’daki istikrar paketi açıklanmadan on beş-yirmi gün öncesine kadar sanki böyle bir kriz çıkacakmış gibi Cenâb-ı Hak bizi düşünce plânında bu işe hazırlamıştı. Vâkıa, ben bir-iki senedir bu arkadaşlara bir çeşit yemek çıkmasını söylüyorum. Hatta Allah da şahittir ki bu konuda bazen kavga bile ettiğim oluyor. “İsraf etmeyelim, Allah’a hesap veremeyiz, bir çeşit kahvaltı çıksın.” deyip durduk. Evet, istikrar paketinden bir ay kadar evvel böyle bir işe giriştik. Sonra anladık ki bizim plânımız bir istikrar paketi imiş. Daha sonra elektrik adına da çok ciddî bir tasarrufumuz oldu.
Biz toplum olarak yemeklerde de israf ediyoruz. Bugün her şey gibi yiyecekler de pahalılaşıyor. Para sürekli değer kaybediyor. Eğer biz ayağımızı yorganımıza göre uzatmaz isek israftan daha çok çekeriz. Eğer herkes evinde bu şekilde tasarruf etse çok ciddî bir israftan kaçınılmış olacak ve Allah’ın (celle celâluhu) lütuf ve ihsanları da artarak devam edecektir.
Öyle zannediyorum ki bu mesele az bir dikkatle ayarlanıp uygulanabilir. Aslında biz bir hesapsızlık krizi yaşıyoruz. Şu anda İbn Haldun gibi devâsâ bir kâmet de yaşamış olsaydı zannediyorum bu meseleye biraz daha akıllıca, benden daha derli topluca yaklaşır, benim gibi işi dağınıklığa dökmez ama bunlara benzer şeyler söylerdi. Eğer dağınıklık bizde ise, devlet onu toparlayamaz. Kriz insandan kaynaklanıyorsa devlet onunla başa çıkamaz. Problem insanda ise onu devlet çözemez. Gelin israf mevzuunu kendi kendimize çözelim ve bu meselede devletin işini kolaylaştıralım.
[2] Muhammed eş-Şeybânî, el-Mebsût 1/223; es-Serahsî, el-Mebsût 1/45.
[3] Buhârî, gusl 2, 3; Müslim, hayz 40, 41, 42.
[4] Bediüzzaman, Lem’alar s.174 (On Dokuzuncu Lem’a, Birinci Nükte).
[5] Bediüzzaman, Lem’alar s.181-185 (On Dokuzuncu Lem’a, Yedinci Nükte).
[6] Bediüzzaman, Lem’alar s.179-180 (On Dokuzuncu Lem’a, Beşinci Nükte).
- tarihinde hazırlandı.