Çocuğun Dinî Eğitimi
Müslümanlıkta evlenmek çok ciddî bir konudur ve ciddiyeti ölçüsünde üzerinde durulmalıdır. Temelde anne-baba, aynı zamanda muallim ve muallime olma durumunda olduklarından eş namzetleri bu önemli misyonu eda edebilecek yaşa-başa ulaşınca izdivaç düşünülmelidir.
İmâm Cafer, talebelerinden bir müddet evliliklerini tehir etmelerini ister. Ebu Hanife de, talebesi İmâm Ebu Yusuf'u bir süre için evlilikten men' eder ve şöyle der: "Öncelikle talim ve terbiye safhasını tamamlamalı ve evlilik yapacağın vakte kadar öğrenmen gereken ilimleri mutlaka öğrenmelisin. Aksi takdirde tahsil hayatın yarıda kalır. Ayrıca, ailenin helâl bir şekilde geçimini temin edebilmen için de bir işin olmalıdır. Böyle bir duruma gelince, hayat çizgin daha bir belirginleşecektir." Evet Ebu Hanife, o biricik talebesi ki, Abbasiler döneminde şeyhülislâmlık pâyesine yükselmiştir; ona böyle nasihat ediyor.
Bu iki zattan biri büyük dimağ, nazarî hukukun bânisi Ebu Hanife Hazretleri ki, bizim mezhep imamımız... Diğeri de Ehl-i Beyt-i Rasûlullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) gelen ayrı bir imam... Bizim bu anekdottan anlamamız gereken husus, evlilik müessesesinin gayet ciddî bir müessese olduğudur. Bu itibarla, evlenecek kimselere bakılmalıdır; acaba bunlar, bir muallim, bir mürebbi gibi çocuk yetiştirebilecek seviyeye gelmişler midir? Veya bir eşle hayatı paylaşabilecek yaşta-başta görünüyorlar mı? Çocuklarınızı bizim düşünce dünyamıza göre hazırlama konusunda gerekli donanımları var mı?
Namzetler, bu sorularımıza "evet" diyebiliyor, kendilerinden de emin iseler, rahatlıkla böyle bir teşebbüste bulunabilirler. Ama namzetler, kendilerini idareden aciz, üç-beş insanla bile müşterek noktalar bulup geçinemiyor, her gün bir huzursuzluk çıkarıyorlarsa, evlenme ve çocuk yetiştirme adına henüz kıvama geldikleri söylenemez.
"Büyük Türkiye"nin geleceğine bir katkı -ki bu her vatandaşın mefkûresi olmalıdır- ideal fert ve ideal ailelerin mevcudiyetine vabestedir. Evet böyle bir mefkûreyi ancak Kâbe kadar temiz kalbe, Everest Tepesi gibi kamet ü kıymete sahip ve his yapısı, amûd-i nûrânî gibi tâ Sidretü'l-Müntehâ'ya uzanan kimseler gerçekleştirebilirler. Bu, kirli alınların, paslı vicdanların Mevlâ'ya başkaldıranların işi değildir. İç ve dış bütünlüğüne ermiş mamur ve münevver nesillerdir ki -Allah'ın tevfik ve inayetiyle- Büyük Türkiye idealini gerçekleştirecektir. Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Habbab İbn Eret'e söylediği üslûpla söylemek istiyorum: "Allah (cc) bu işi lütfedecektir ama sizin de sebeplere riayet etmeniz gerekiyor."
Alvarlı Efe Hazretlerine ait şu mısralar, söylemek istediklerimizi gayet güzel ifade etmektedir:
"Sular gibi çağlasan,
Eyyub gibi ağlasan,
Ciğergâhi dağlasan,
Ahvalini sormaz mı?
Sen Hakk'ın kapısında
Canlar fedâ eylesen,
Emrince hizmet etsen,
Allah ecrin vermez mi?"
Evet eğer biz her zaman sular gibi çağlar, başımızı taştan taşa vurarak "Var mı daha gidecek dünyalar?" diyebilirsek, her durakta, her konakta yeni bir bişaret mesajı alır, Allah'ın inayetini bir kere daha duyar ve hiçbir şeye takılmadan hep O'na yürürüz. Mevlâ hakkında inancımız, itikadımız bu merkezdedir. O'nun hüsnüzannımızda bizi yalan çıkarmayacağına dair kanaat-i kat'iyemiz ve iman-ı râsihimiz vardır.
Bu hususlara, dolayısıyla temas ettik. Esas belirtmek istediğimiz husus, neslin terbiye alanlarını millet ruhuyla besleme meselesiydi. Hatırlanacağı üzere bir evvelki bölümde, evimizin içinin bir mektep, bir terbiye ocağı hâline gelmesi konusu üzerinde durmuş, ana-babanın, şefkat, re'fet ve rikkatlerini ya da ileride yavrularında görmek istedikleri insânî davranışları bizzat kendilerinin yapması lazım geldiğini ısrarla arz etmeye çalışmıştık.
- tarihinde hazırlandı.