Aile Terbiyesi
Herkesin mutlaka üzerinde durup düşünmesi çok elzem olan bu hususlara; "Umûmî ahval hakkında kanaatiniz nedir? Etrafınızda cereyan eden hadiseleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Kabul etmediğiniz gayr-i ahlâkî davranışlara karşı tavrınız nedir? Ahlâkî problemlerin çözümü konusunda ne düşünüyorsunuz?" gibi sorularla dikkatleri çekmeye çalışmıştık.
Dünyanın mevcut durumundan memnun değilsek, bazı olumsuzluklar içimize bir mızrak gibi saplanıyorsa; bu ortamı hazırlayan, sonra da bütün bu şeylere vaziyet eden kimselerden hoşnut değilsek; çare ve önerilerimiz nelerdir? Evet bütün bunları bilmemizde zaruret var.
İnanan insanlar, namaz kılmamayı ve onu hafife almayı, oruç tutmamayı ve onu sıkıntılı bulmayı, sokaklarda avare gezmeyi ve şuna-buna dalaşmayı -bazıları bunları hürriyetin gereği görseler de- lâahlâkilik saymaktadırlar. Binaenaleyh biz Kur'ân-ı Kerim'in ışığı altında ve onun prensipleri çerçevesinde analiz ederek ahlâkı, ahlâksızlığı; terbiyeyi ve ondan ne anladığımızı ortaya koymaya çalışacağız.
Ahlâkın en önemli esası inanç ve akîdedir. Ancak her şey, sadece akîdeden ibaret de değildir. Akîde eğer pratik hayatla, yani amelî aktivite ile takviye edilmez ve insan, inandığı şeylere göre bir çizgi takip etmezse, o inanç sadece bir kanaat olarak kalır. Bu durum, ferdin ne şahsî hayatında ne de ailevî ve içtimaî hayatında etkili olmadığı gibi yönlendirici de olamaz. Gerçi iman bir ışık ve kuvvet kaynağı, imansızlık bir zaaf, bir boşluktur ama, hakikî iman, gücünü amelle ortaya koyar. İnanmamış bir insanın toplumuna faydalı olduğu görülmemiştir; faydalı olanlar da o kadar nadirdir ki, sayıları parmakla gösterilebilecek kadar azdır. Meselâ, biri inanmaz ama, iffetlidir. Temel kıstaslarımız açısından böyle zatlar faziletli sayılır mı sayılmaz mı bilemeyeceğim. Çünkü gerçek fazilet, imana ve muhasebe duygusuna dayalı olan fazilettir. Evet Allah'a, ahirete, kitaplara, haşre ve neşre, Cennet ve Cehenneme iman, hayatımızı biçime koyan ve ona melekler seviyesinde bir şekil veren, sonra düzenli yaşamamızı temin eden çok önemli unsurlardır.
İnanılan bu hususların gereğini yerine getirmek çok hayâtîdir. Ahiret, dünyada var oluşun hesabını vermenin mahkemesi, burada bizi insan olarak yaratan ve en mükemmel biçime koyan Allah'a şükredip etmediğimizin hesap mahallidir. Dünyada yığın yığın zalim, nankör ve Cenâb-ı Hakk'ı anlamamada, O'nun gözler önüne serip teşhir ettiği sanatlarını görmeme hususunda ısrar eden, hatta gözlerini kapayıp görülecek onca güzelliği görmezlikten gelen; binlerce renk, ses, desen, şive, nizam ve ahenge rağmen bir hayli körler, sağırlar, kalbsizler de var.. Allah, işte hem bunlar için hem de inananlar için haşr u neşir yapacak, cennetini, cehennemini hazırlayacak; iyi, faziletli, kalbî ve ruhî hayata açık, maâliyâta (yüceliklere) müştak hislerle yaşayan insanları, hesapları görüldükten sonra, bu dünyada nasıl "a'lâ-yı illiyyîn-i insaniyet"e çıkmış, mükemmel, faziletli kimseler olarak yaşamışlarsa, ahirette de faziletli insanlara vadedilen cennetlerle serfiraz kılacaktır.
Evet mümin, işte bunları düşünen ve hayatını ona göre tanzim eden insan demektir. Bu itibarla evvelâ, hem fertte hem de cemiyette akîde 'inanç' çok sağlam olmalıdır ki, saptıran değişik hisler karşısında imanın gücüyle istikamet korunabilsin. Bazen inanıyor bazen inanmıyor görünen fertlerin teşkil edecekleri ailede de, toplumda da hayır yoktur. Böyle bir cemiyette ve onların teşkil edeceği millette de hayır yoktur. İnsanlar evvelâ çok iyi inanmalıdırlar ki; dahası, yarına çıkacağına inancından daha kat'î bir şekilde dünyanın yarını olan ahirete gidileceğine de inanmalıdırlar ki, Allah'a yakın, topluma da yararlı birer unsur hâline gelebilsinler.
Evet hemen her ferdin, çalışmadığı zaman aç kalacağı endişesini taşıdığı kadar; amel etmediği, iş yapmadığı ve pratikte inancını yaşamadığı zaman Allah'ın huzurunda ağır bir sorguya çekileceğine inanacak kadar sağlam bir akîdeye sahip olması çok önemlidir. Böyle bir imana sahip olan fert, bu kanaatin meydana getireceği bir kuvve-i anilmerkeziye (merkezkaç kuvveti) ile salih amellere yönelecek ve yüzünün akı ile Allah'ın huzuruna çıkabilmek için yerlere yüz sürecektir.
Böyle fertlerden meydana gelen aileler konusunu ayrı bir bölümde; ailenin çeşitli yönlerini, aile içinde yetişecek gençlerin, delikanlıların, küçüklerin, daha küçüklerin nasıl ahlâk-ı âliye-i İslâmiyeyle mütehallık kılınmaları gerektiğini Kur'ân-ı Kerim'den âyetler ve sünnetten bazı hadislerin ışığı altında ileride ele alacağız.
Evlât ve mal dünyanın süsü, ziynetidir.[1] Değerlendirilebilirse, ahiretin de zâd-u zahîresidir. Allah (cc), insanların gönüllerini bunlarla sevince, sürura ulaştırır. Bunları göze ziynet, kalbe gıda yapar. İnsan bu ziynetleri gördükçe, pratikte dünya mutluluğunu, ümitlerinde de ötelerin saadetini duyabilir. Ne var ki siz bu ziynetleri eğer bâkîleştiremezseniz, mutlu olamazsınız; olsanız da buruk yaşarsınız.. evet evlâdınız, torununuz, dünyanız sizi rahatsız edebilir. Aksine fâni ve zâil olan bu şeyleri bâkileştirip kâinatın Yaratıcısı adına bakıp gördüğünüz, O'nun yolunda ve O'nun istediği istikamette kullandığınız ve geliştirdiğiniz zaman, son zannedilen her noktanın bir başlangıç olduğunu göreceksiniz. Dünya hayatının hitâma erip kapanmasıyla biten bütün fâni ve zâil ziynet, debdebe, ihtişam öbür âlemin açılmasıyla en mükemmel şekle bürünerek orada da devam edecektir.
[1] Bknz; Kehf, 18/46
- tarihinde hazırlandı.