İrade
Herhangi bir şey yapıp yapmama hususunda, karar verme gücü veya 'eğilim' diye tarif edeceğimiz 'İrade muhtariyeti' insan olmanın şiârı ve ahlâkın biricik esasıdır. O olmadan ne fazîletten ne de insanlıktan bahsetmeye imkân yoktur.
Bir insanda irâde şuuru, onun kendi kendini idrak etmesi demektir. Bunun aksi ise ferdin deformasyonu ve bozulmasıdır ki böyle bir bozulmaya maruz kalan fert, hareketlerinde kararsız, düşüncelerinde de şaşkınlık içindedir. Onun bu kararsızlık ve şaşkınlıktan kurtarılması; dönüp yeniden kendini bulması ve irâdesiyle bütünleşmesi sayesinde mümkün olacaktır. Yoksa onun ne ruhunda istikrar, ne hareketlerinde denge, ne de 'kendi olma' yolunda bir gayrette bulunması kat'iyyen tasavvur edilemez.
İradeli hareket, bir ilk plân ve karara muhtaçtır. Bu da zihnin hayat ve faaliyetlerine bağlıdır. Bu itibarla, tanıyabildiğimiz varlıklar arasında, irâdeli hareket yalnız ve yalnız insanoğluna has bir keyfiyettir. Yüce Yaratıcı'nın insanı şereflendirme ve kendi irâdesine bir davetçi, bir ilk sebep kılma maksadıyla onun derûnuna yerleştirdiği irâde, öyle bir şifre-çözen ve meş'aledir ki; bu meş'ale nerede yanarsa bütün kevn-ü mekânları idare eden Zat'ın nuru ve irâdesi de orada tecellî eder. Cüzî irâdesini Yaratıcı'nın sonsuz irâdesiyle bütünleştiren insan, sınırlı irâdesiyle sınırsızlığa ulaşır; iktidarsızken güçlü, âcizken kuvvetli, katre iken derya, zerre iken güneş ve bir hiçken bütün bir varlık kesilir!..
Evet, sınırlı dahi olsa insan irâdesi, Hakk'ın nâmütenahî irâdesinden, yeryüzünün bu en güzîde varlığına aksetmiş ilâhî bir armağandır. Bu armağanı şifreli bir anahtar kabul edip kullanabilenler, en muğlak mes'eleleri çözmeye, en karanlık noktaları aydınlatmaya, en muhkem görünen kapıları açmaya ve hazinelerin en kıymetlisini elde etmeye muktedir olabilirler.
İrade, sadece bir düşünce olmadığı gibi, bir hamle de değildir. O; ruh gücünün, gönül zindeliğinin, bedenî faâliyetlerin en birinci kaynağı ve dayanağı olduğu gibi, imkânlarının sınırlılığı içinde insana, sonsuzlaşma yollarını açan biricik sebeptir. Bu sebebi elde etmenin şuurunda olanlar, bir hamlede, dünyalar dolusu problemleri çözmeye muktedir olabilecekleri gibi, cehennem kapılarını kapayıp yıldız yıldız cennetlere uzanan yolları da keşfedebilirler.
Her dava ve düşünce evvelâ, irâdenin plân ve projeleriyle varlığa erer. Onun itici gücü ve çekici kuvvetiyle en sarp ve derin engebeleri aşarak zirvelere ulaşır. Sonra da yine onun yukarı âlemlere bağlı esrarlı oyunlarıyla, devamlılık kazanır ve yerinde kalır. Ay'la aramızdaki mesafe, şahlanan irâdenin kanatlarıyla aşıldı. Ağrı'nın zirvesi onunla didik didik edildi. Okyanuslar, küllî irâdenin tecellisine vesile, insanoğlunun elindeki bu meşaleyle aydınlandı. Önümüzdeki günlerde, fezanın büyük bir kısmı da yine bu ışıkla nurlanıp okunan bir kitap haline gelecektir.
İnsanoğlunun, kalbî hayatını koruyup kollaması, çevresini saran binbir musibete karşı mukavemeti ve şehevanî arzularını aşarak insanlığını idrak etmesi de yine irâdenin dil ve duasına bağlıdır. Azim ve irâdesiyle, Rahmet-i Sonsuz'la münasebete geçen insan, O'nun kuvvetine dayanmış, himayesine girmiş ve nefsâniliğin gayyâlarına yuvarlanmaktan kurtulmuş olur. Evet, her var oluş ve yükseliş irâdenin kanatlarına bağlı olduğu gibi, her yıkılış ve tükeniş de o kanatların kırılmasıyla yakından alâkalıdır.
Birer kartal gibi zirveleri kollayan Bel'am ve Bersisa'nın irâde isteyen küçük bir husus ve bir anlık gafletle baş aşağı olmalarına karşılık; Mısır azîzinin sarayında, dört bir yanı şehvetle sarıldığı bir zamanda, nefsin olanca saldırılarını Hakk'ın bir bürhanıyla tersyüz eden Azizoğlu Aziz, şahlanan ruhuyla fâni güzellik ve görkemine bir başka renk katıyor ve başı gökler ötesi âlemlere ulaşıyordu!..
Hayatın her dönemecinde, insanoğlunun zaaflarını kollayan bir sürü ifritten mes'ele ve gulyabâniler karşısında, ancak; irâde gücüyle kanatlanıp kâinatları elinde tutan, Sonsuz Kudret'le rezonans olmuş babayiğitler mukavemet edebilirler. Her yeni hâdiseyle biraz daha bilenen, her musibetle sertleşip gerilime geçen ve gelip etrafını alan düşmanlıklar üzerine bir tufan gibi yürüyen babayiğitler...
Her gürültüde paniğe kapılan, sarsıntının en küçüğüyle yıkılıp giden, dişini sıkıp dayanması gerektiği yerde dağınıklığa düşen, duygu ve düşünceleriyle oturaklaşamamış acemî ruhlar, muvakkaten göz kamaştırıcı ışıklar neşredip, yürekleri hoplatsalar bile, ebedî aydınlatıcı olamaz ve kitleleri şaşkınlık berzahından kurtaramazlar. Kurtarmak şöyle dursun, böylelerinin çıkardığı her gürültü, hasım dünyaların tahrik olmasına ve hizmet cephesi için şartların ağırlaştırılmasına sebebiyet verecektir. Asırlık kin ve nefretlerle bilenmiş, hasım bir dünya tarafından sezilmeden, hiç olmazsa belli bir süre için, aşma mecburiyetinde olduğumuz zaman tünelini, emniyetle geçebilmemiz için:
'Dışıyla mukassî, içiyle muallâ olmak;
Fevvâre değil, girdap gibi muammâ olmak...'
gerektir. Bunun içindir ki yıllarca, asırlarca beklemesini bilen, dört bir bucaktan gelip etrafını saran fırtınalara 'pes' demeyen ve sonsuzluk yolunda bir Hakk-dostuna rehberlik yapan kedi gibi3 başı dönmeden, bakışı bulanmadan 'yâ ebed!' deyip coşan ulu irâdeli, sarsılmaz yürekli, diri ruhlar olma mecburiyetindeyiz.
Rica ederim bana, bir yumurta başında ortalığı velveleye veren farfaracılardan bahis açmayınız!.. Bugün ruh-u perişanım, denizlerin derinliklerinde, ızdırap yudumlayıp gözyaşı soluyan ve bir kanlı çile içinde inleyip duran, mercandan bir nağme beklemektedir. Köpek balıklarına inat sahildeki insanları coşturacak bir nağme!.. Sadece ruhların sezebileceği, alabildiğine sessiz ve gösterişten uzak bir nağme!.. Durak ve beklemeleri yerinde, gönüllere sindire sindire, bu mübarek yolun karasevdalılarının iniltilerini aksettiren bir nağme!..
Sızıntı, Ekim 1983, Cilt 5, Sayı 57
- tarihinde hazırlandı.