• Anasayfa
  • Berat Kandili - Fethullah Gülen Web Sitesi
1979 Berat Kandili Vaazı

Bu sayfada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 9 Temmuz 1979'da İzmir Hisar Camii'nde Berat Kandili münasebetiyle verdiği ve muhabbet fedaileri'nin hususiyetlerini anlattığı vaazı dinleyeceksiniz.

  • Dua ve giriş...
  • İki beraat ve Rablerinden uzaklaştırılan insanımızın günümüzdeki durumu...
  • Efendimizin müjdelediği topluluk ve misyonu...
  • Dinin yeniden gönüllere girmesi için riayet edilmesi gereken iki husus...
  • "Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?"
  • Uhut'ta gösterilmiş dillere destan kahramanlıklardan örnekler, Hz. Nesibe'nin (r.anha) eşine ender rastlanan kahramanlığı ve Efendimizin ona iltifatları.. Eşini ve üç çocuğunu Uhut'ta şehit veren Hz. Sümeyrâ'nın tek tesellisi...
  • Yeni neslin en belirgin vasfı, muhabbet...
  • Azmin kırıldığı, ümitlerin tükendiği devirlerden günümüze ve müjdeli bir rüya...
  • Rabbimizin beraatımızı vermesi, bahşedilen engin lütuflarının devamı adına yapılmış bir duâ, bir yakarış...

339. Nağme: Berat Gecesi Duası

Fethullah Gülen Hocaefendi, Berat Gecesi ile alakalı hadis-i şeriflere işaretlerde bulundu:

Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurur ki:

“Allah Tealâ, Şaban ayının onbeşinci (Berat) gecesinde -rahmetiyle- dünya semasına tenezzül buyurur, orada tecelli eder ve Kelb Kabîlesi’nin koyunlarının tüyleri sayısından daha çok sayıda günahkârı affeder.”

Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehaya vetteslimat) bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurur:

“Şaban’ın ortasındaki (Berat kandili) geceyi ibadetle ihya ediniz, gündüzünde de oruç tutunuz. Allah Tealâ o akşam güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, ‘Yok mu Benden af isteyen, onu affedeyim! Yok mu Benden rızık isteyen, ona rızık vereyim! Yok mu bir musibete uğrayan, ona afiyet vereyim! Yok mu şöyle, yok mu böyle!’ der.”

Peygamber Efendimiz’in Şaban ayına ve özellikle bu ayın içindeki Beraat gecesine ayrı bir önem vererek onu ihya ettiğine dair bir kısım rivayetleri göz önüne alan bazı âlimlerin bu geceyi namaz kılarak, Kur’ân okuyarak ve dua ederek geçirmenin çok büyük sevaba vesile olacağını söylediklerini hatırlatan muhterem Hocaefendi, bu geceye has bir ibadet olmamakla beraber kimi kaynaklarda Salâtü’l-Hayr/Hayır Namazı denilen yüz rekatlık bir namazdan bahsedildiğini ve kazaya kalmış onca namazlar da düşünülünce nafile ya da kaza kabilinden böyle bir namaz kılınabileceğini belirtti.

Bu umumî af ve rahmet gecesinde tevbe, istiğfar ve duaların kabul edileceğine değinen Hocamız, bilhassa külliyet kesbeden duanın kabule karin olacağını, aynı taleple çarpan yüreklerin sayısı arttıkça o niyazın Hak katında kabul olma ihtimalinin de artacağını ifade etti. Bu mübarek gecede ülkemiz, ümmet-i Muhammed (aleyhissalatü vesselam) ve bütün insanlık için dua etmek gerektiğini vurguladı.

Bediüzzaman Hazretleri bu gecenin değeri ve değerlendirilmesi ile alâkalı şöyle buyurmaktadır:

“Beraat Gecesi, bütün senenin kutsî bir çekirdeği ve insanlığın kaderinin programı olması açısından, Kadir gecesi gibi mukaddestir. Kadir gecesinde her bir amelin, okunan Kur’an’ın her bir harfinin sevabı otuz bin olduğu gibi, Beraat gecesinde de yirmi bine kadar çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’ân’la, istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”

Evet, “Berat Gecesi” olarak bilinen bu mübarek zaman dilimi, Hazreti Üstad’ın ifadesiyle, içinde beşerin kader programı nevinden bir İlâhî icraat yapıldığı için Kadir gecesi kudsiyetindedir ve bütün senenin bir çekirdeği hükmündedir. Bu gece, mahlukatın bir sene içindeki rızıklarına, zengin veya fakir, aziz veya zelil olacaklarına, yaşayıp yaşamayacaklarına, ecellerine ve hacıların sayılarına dair hükümlerin verildiği hadislerde beyan edilmektedir.

Hak dostları, bu mübarek geceyi ihya etmek için ciddi gayret göstermişler; hatta ehlullahtan pek çokları Berat’i bir yeniden doğum fırsatı olarak görmüşler; istiğfar, tevbe ve inabeleriyle kalbî ruhî hayatın yepyeni iklimlerine ilk adımı bu gece atmışlardır. Bunu yaparken de Berat’in hususiyetlerini nazar-ı itibara alarak, ilhamını hadis-i şeriflerden alan çok içli yakarışlarla dergah-ı ilahinin kapısını çalmışlardır.

İşte bu nağmede Hocamızın yukarıdaki değerlendirmelerini aktarmakla beraber, dualarınıza vesile olacağı ümidiyle, Gümüşhanevî Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin “Mecmuatü’l-Ahzâb” adlı üç cildlik eserinden istifade ederek hazırladığımız Beraat Gecesi duasını ve kırık dökük de olsa tercümesini bahsettiğimiz içli yakarışlara misal sadedinde nakletmek istiyoruz.

Bu vesileyle Beraat Kandilinizi gönülden tebrik ediyor; başta ülkemizin insanları olmak üzere bütün ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselam) her türlü musibetten kurtulup selamete çıkması, maddî manevî sıkıntılardan sıyrılıp inşiraha kavuşması, şerirlerin oyunlarının bozulması, özellikle de inananlar arasında vifak, ittifak ve uhuvvet ruhunun canlanması ve kalblerimizin, akıllarımızın, fikirlerimizin, fiillerimizin fitneye, fesada bütün bütün kapalı olacak şekilde ıslahı talebiyle yapılacak dualara iştiraklerinizi diliyoruz.

Berat Gecesi Duası

اَللهُ أَكْبَرُ كَبِيرًا وَالْحَمْدُ للهِ كَثِيرًا فَسُبْحَانَ اللهِ بُكْرَةً وَأَصِيلاً

اَلْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ. وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

اَللّٰهُمَّ إِنْ كُنْتَ كَتَبْتَ اسْمِي فِي دِيوَانِ السُّعَدَاءِ فَأَثْبِتْهُ، وَإِنْ كُنْتَ كَتَبْتَ اسْمِي فِي دِيوَانِ الْأَشْقِيَاءِ فَامْحُهُ، فَإِنَّكَ قُلْتَ ﴿يَمْحُو اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ﴾ ‏‏

أَعُوذُ بِعَفْوِكَ مِنْ عِقَابِكَ، وَأَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ، جَلَّ وَجْهُكَ، لاَ أُحْصِي ثَنَاءً عَلَيْكَ أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِكَ ‏‏

اَللّٰهُمَّ يَا ذَا الْمَنِّ وَلاَ يُمَنُّ عَلَيْكَ، يَا ذَا الْجَلاَلِ وَالْإِكْرَامِ، يَا ذَا الطَّوْلِ وَالْإِنْعَامِ، لاَ إِلٰهَ إلاَّ أَنْتَ، يَا ظَهِيرَ الرَّاجِينَ، وَيَا جَارَ الْمُسْتَجِيرِينَ، وَيَا صَرِيخَ الْمُسْتَصْرِخِينَ، وَيَا أَمَانَ الْخَائِفِينَ، ويَا دَلِيلَ الْمُتَحَيِّرِينَ، وَيَا غِيَاثَ الْمُسْتَغِيثِينَ، وَيَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ ‏

‏ اَللّٰهُمَّ إِنْ كُنْتَ كَتَبْتَنِي فِي أُمِّ الْكِتَابِ عِنْدَكَ شَقِيّاً فَامْحُ عَنِّي اسْمَ الشَّقَاوَةِ، وَإِنْ كُنْتَ كَتَبْتَنِي عِنْدَكَ سَعِيدًا غَنِيّاً فَأَثْبِتْهُ، وَإِنْ كُنْتَ كَتَبْتَنِي فِي أُمِّ الْكِتَابِ عِنْدَكَ مَحْرُومًا مُقَتَّراً عَلَيَّ رِزْقِي فَامْحُ عَنِّي حِرْمَانِي وَتَقْتِيرَ رِزْقِي وَاكْتُبْنِي عِنْدَكَ غَنِيّاً مُوَفَّقًا لِلْخَيْرِ، مُوَسَّعاً عَلَيَّ رِزْقِي، فَإِنَّكَ قُلْتَ فِي أُمِّ الْكِتَابِ ﴿يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيُثْبِتُ وَعِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ﴾ ‏

‏ إِلٰهِي بِالتَّجَلِّي الْأَعْظَمِ فِي لَيْلَةِ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ الْمُكَرَّمِ الَّتِي ﴿فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ﴾ وَيُبْرَمُ، اِكْشِفْ عَنِّي مِنَ الْبَلاَءِ مَا أَعْلَمُ وَمَا لاَ أَعْلَمْ، وَاغْفِرْ لِي مَا أَنْتَ بِهِ أَعْلَمُ، إِنَّكَ أَنْتَ الْأَعَزُّ الْأَكْرَمُ

اَللَّهُمَّ اجْمَعْ شَمْلَنَا أُمَّةَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، لاَسِيَّمَا شَمْلَ إِخْوَانِي وَأَخَوَاتِي وَأَصْدِقَائِي وَأَحْبَابِي وَأَحِبَّائِي فِي كُلِّ أَنْحَاءِ الْعَالَمِ، وَفِي كُلِّ نَوَاحِ الْحَيَاةِ

اَللَّهُمَّ اجْمَعْ شَمْلَنَا، وَأَلِّفْ بَيْنَنَا، وَأَيِّدْنَا بِرُوحٍ مِنْ عِنْدِكَ

اَللَّهُمَّ وَفِّقْنَا إِلَى مَا تُحِبُّ وَتَرْضَى

وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

Büyük Sensin Allahım. Her türlü hamd ü senâ Yüceler Yücesi Senin hakkındır ve sabah-akşam tesbîh ile anılmaya layık yalnız Sensin. Âlemlerin Rabbi Yüce Allahım, Sana sonsuz hamd ve şükür, Kâinatın Medar-ı Fahri Efendimize, âline ve ashabına da nihayetsiz salât ü selam ederek Sana el açıyorum.

Allahım, şayet benim ismimi da bahtiyar kullarının adlarını kaydettiğin Saidler Divanı’na yazmış isen, o yazıyı orada sabit eyle. Şayet, talihsiz zavallı kulların adlarının yazıldığı Şakîler Defteri’ne benim ismim de yazılmışsa, bahtına düştüm, kurban olayım, ismimi o bahtsızların arasından silip salih kullar zümresine dahil eyle. Çünkü Sen Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyurdun: “Allah dilediğini siler, iptal eder, dilediğini de sabit bırakır. Bütün kitapların aslı O’nun indindedir.” (Ra’d 19/39)

Ya Rabbi, ikâbından affına sığınırım, gazabından rızana sığınırım, Senden Sana sığınırım. Sen izzet ve celal sahibisin. Zatını sena ettiğin gibi Seni sena etmekten, ululuğuna yaraşır beyanlarla Sana kulluğumu sunmaktan ve Sana azametine yakışır sözlerle içimi dökmekten acizim.

Ey bolca veren, fakat verdikleri ile minnet etmeyen ve başkalarından bir iyiliğe muhtaç olmayan, asla minnet altına girmeyen Allahım! Ey celal ve ikram sahibi! Ey kudret ve nimet sahibi! Hiçbir ilah yok, ancak Sen varsın! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, kemal sıfatlar ile de tavsif ederim. Ey ümit edenlerin yanıltmaz yardımcısı/dayanağı! Ey sığınmak isteyenlerin yegane barınağı! Ey çığlık çığlığa feryad edenlerin biricik teselli kaynağı! Ey korkanların güvencesi, yolunu şaşırmışların delili, medet isteyenlerin yardımcısı ve ey merhametlilerin en merhametlisi!..

Allahım! Eğer ismimi Levh-i Mahv ve İsbat’ta şakîler (talihsizler, kötüler) defterine yazmış idiysen, ne olur, onu oradan silmeni bir kere daha istiyorum, benden kötülük ismini gidermeni diliyorum. Eğer ismimi saidler (mutlular, iyiler) divanına yazmış idiysen, onu da orada sabit kılmanı dileniyorum. Eğer ismimi katındaki Levh-i Mahv ve İsbat’ta mahrum bırakılan ve rızkı dar kılınan diye yazdın ise, onu sil ve rızkımı çoğalt, beni zengin/başkalarından müstağni yaz, hayra muvaffak kıl, rızkımı genişlet, artır. (Sen istersen bunları yaparsın). Çünkü beyanının şefaatine sığınarak tekrar ikrar ediyorum ki Sen Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyurdun: “Allah dilediğini siler, iptal eder, dilediğini de sabit bırakır. Bütün kitapların aslı O’nun indindedir.” (Ra’d 19/39)

İlahî! Mükerrem Şaban ayının ortasında, “her türlü hikmetli işin belirlenip yazıldığı ve onaylandığı” şu Beraat gecesindeki büyük tecellin yüzüsuyu hürmetine, benim bildiğim veya bilmediğim bütün belâları üzerimden kaldır, def et! (Hata kabilinden olup) sadece Senin bildiğin şeyleri bana bağışla, beni affeyle. Zira yegane aziz ve yegane kerim Sensin!..

Ümmet-i Muhammed’e dirlik ver! Fikrimizin, ruhumuzun, havl ve kuvvetimizin dağınıklığını Sana şikayet ediyor ve bizi bu durumdan kurtaracak yegane tasarruf sahibinin Sen olduğuna inanıyorum. Bizi bu durumdan kurtar Allah’ım! Özellikle de gerek cihanın dört bir yanında, gerekse hayatın her ünitesinde, insanlarla Senin arandaki engelleri kaldırmaya kendini adayan, sa’ylerine terettüb edecek semere itibariyle, Rıza ve rıdvânından başka hiç bir şey hedeflemeyen kardeşlerimin, bacılarımın, erkeğiyle kadınıyla dostlarım ve gönüldaşlarımın dağınıklığını gidermeni, yaralarını sarmanı, enis ve celîsleri olmanı, onları her türlü kem göz ve kötü niyetlilerin şerrinden muhafaza buyurmanı, onları kendi gözlerinde mahiyetlerinden daha küçük, ancak temsil ettikleri misyon itibariyle büyük mü büyük göstermeni diliyor ve dileniyorum.

Ey her şeye gücü yeten Kâdir Rabbimiz! Bizi kesret dağdağasında boğulmaktan kurtaracak ve vahdet tecellileriyle dirliğimizi sağlayacak yegâne güç sahibi Sensin. Sırlı alem olan kalblerin anahtarı Senin elindedir. Dilediğin gibi kalbleri evirip çevirme kudretine sahipsin. N’olur, kalblerimizi te’lif buyur! Biliyoruz ki, yeryüzünde ne var ne yok, hepsini bu uğurda sarf etsek de iki gönlü te’lif etmeye muvaffak olamayız. İnsanı yaratan Sen.. Gönüllerin Efendisi de Sensin. Gönül aynamızı duru eyle ve gönüllerimizi te’lif buyur. Ta birbirimize karşı tevahhuş hissetmeyelim.. birbirimizin enis u celisi olalım.. birbirimizin ayıbını araştırmayalım.. kınayanın kınamasından müteessir olmayalım, övenin övgüsünü üzerimize almayalım. Ey iyilik ve ikramda bulunan Kerîm Rabbimiz! Bizleri katından bir güçle te’yid buyur..

Ey kullarının dualarına icabet eden Mucîb Allah’ım! Bizleri, sevdiğin ve râzı olduğun işlere muttali kıl, onları bize sevdir, onları hayata taşımaya ve başkalarına duyurmaya bizleri muvaffak eyle!

Niyazımızın sonunda, dualarımızın kabul edilmesine en büyük vesile olarak gördüğümüz Efendiler Efendisi’ne, âl ve ashabına salat ü selam eylemeni dergâh-ı uluhiyetinden diliyoruz ya Rab!

Berat Gecesi

Soru: Berat gecesinin önem ve fazileti nedir, bu gece nasıl değerlendirilmelidir?

Cevap:Berat gecesi, mübarek üç aylardan Şaban ayının 14’ünü 15’ine bağlayan gecedir. Bazı müfessirler; Duhan suresinde geçen إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ “Gerçekten Biz Kur’ân’ı mübarek bir gecede indirdik. Biz haktan yüz çevirenleri uyarırız.” (Duhân sûresi, 44/3) âyet-i kerimesinde zikredilen gecenin Berat gecesi olduğunu söylerler. Sıhhati söz götürse de bu gecenin fazilet ve sevabıyla ilgili hadisler vardır. Gerçi diğer bir kısım müfessirler, إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ “Biz, Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik.” (Kadir sûresi, 97/1) âyetinden yola çıkarak burada geçen gecenin de Kadir gecesi olduğunu söylemişlerdir. Duhan suresinde geçen gecenin Berat gecesi olduğunu söyleyen âlimlere göre Kur’ân’ın tamamı Berat gecesinde dünya semasına inmiş, Kadir gecesinde ise peyderpey inmeye başlamıştır. Fakat bu konuda Kur’ân ve Sünnet’te kesin bir nas bulunmadığı için, meselenin mahiyetini ve detaylarını Allah’ın ilmine havale ederiz.

Bir hadiste Berat gecesinin fazileti şöyle ifade edilir: “Allah Teâlâ, Şaban’ın on beşinci gecesi geldiğinde -rahmet ve mağfiretiyle- dünya semasına tecelli eder ve Kelb kabilesi koyunlarının kıllarının sayısından daha fazla kişiyi bağışlar.” (Tirmizi, Savm 39; İbn Mâce, İkâme 191)

Bu konuda meşhur olan diğer bir hadis de şöyledir: “Şaban’ın ortasında gece ibadet ediniz, gündüzünde de oruç tutunuz. Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasına -rahmet ve mağfiretiyle- tecelli eder ve fecir doğana kadar, ‘Yok mu Benden af isteyen, affedeyim.. yok mu rızık isteyen, rızık vereyim.. yok mu bir musibete uğrayan, ona afiyet vereyim…’ der.” (İbn Mâce, İkâme 191)

Dünya semasının ne demek olduğunu da Cenab-ı Hakk’ın buraya nüzul buyurmasının mahiyet ve keyfiyetini de bilemiyoruz. Bunu galaksilerde, samanyolunda, Herkül burcunda veya uzayın daha başka derinliklerinde aramaya çalışmak, fizikî dünyanın darlıkları içinde bocalama demektir. Çünkü varlık, bilinen üç veya dört buutlu mekânla sınırlı değildir. Belki de bu, bizim bilebileceğimiz bir mekândan ziyade mele-i âlânın sakinlerinin muttali olabileceği bir ufuktur veya Cenab-ı Hakk’ın farklı bir buutta tecellisinden ibarettir. İnsanlar da kendi çaba ve gayretlerine göre bundan istifade ederler. Bunlar bizim idrak sınırlarımızı aşan meselelerdendir.

Bu gecede yüz rekât namaz kılmanın faziletinden bahseden rivayetler olsa da, hadis uleması bunları sahih bulmazlar. Fakat bir insanın, bu geceyi değerlendirme adına kalkıp yüz rekât namaz kılmasının bir mahzuru olmaz. Bilakis bunun sevabını alır. Yeter ki bunun dindeki yerini bilsin ve dinin muhkem bir emri gibi başkalarına dayatmasın.

Özellikle kaza namazı bulunanlar veya geçmişte kıldıkları namazların eksik ve kusurlu olduğunu düşünenler, bu tür geceleri bir fırsat olarak görüp kaza namazı kılarak değerlendirebilirler. Mesela yüz rekât, beş günlük kaza namazı eder. Eğer bir kişi, diğer mübarek geceleri de aynı şekilde değerlendirir, her birinde beşer günlük kaza namazı kılar ve bunu da adet haline getirirse, ömrü boyunca birkaç yıllık namazının kazasını yapmış, dolayısıyla bu kadar eksik ve gediği gidermiş olur.

Hem unutmamak gerekir ki bu gecelerde kılınan namazlar, normal zamanlarda kılınanlara nispetle, kişiye daha fazla sevap kazandıracaktır. Çünkü bazen ibadetler, içinde yapıldığı zaman ve mekâna göre ayrı bir kıymet kazanır. Mesela sadaka veren bir insanın elde ettiği bir sevap vardır. Fakat bu sadaka Cuma günü veya Ramazan ayında ya da bu tür mübarek gecelerde verilirse, elde edilen sevap katlanır. Zarfın kıymet ve değeri, içindeki mazrufu da derinleştirir ve daha kıymetli hâle getirir.

Aynı şekilde Arafat’ta, Kâbe’de, Mescid-i Nebevî’de veya Mescid-i Aksa’da yapılan ibadetler, sahibine, başka mekânlarda yapılanlardan daha fazla sevap kazandırır. Bu mekânlara ait değer, içinde yapılan amellere de akseder. Yapılan ibadetler, zarfın kıymetinden ötürü kabul referansı alır.

Yukarıdaki hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hakk’ın bu tür mübarek gecelerde insanlara farklı bir bakışı, farklı bir muamelesi vardır. Teşbihte hata olmasın, sultanlar tahta çıktıklarında çevresindekilere ulûfe dağıtırlar. Bunu yaparken de liyakate bakmazlar. Cülûs-u hümayuna (padişahın tahta çıkma törenine) iştirak eden herkese mutlaka bir şeyler verirler. İyi kötü herkes padişahın dağıttığı ulûfeden istifade eder. Aynen bunun gibi, mübarek gün ve geceler de Cenab-ı Hakk’ın rahmetine öyle açık ufuklardır ki, Allah bu gecelerde liyakate bakmadan kendisine teveccüh eden herkesi rahmet ve mağfiretine mazhar kılabilir.

Mübarek gün ve geceler hakkında kullanılan isimlerin de onlara yüklenen mana ile yakından alakası vardır. Bu geceleri hakkıyla değerlendiren bir insan, isimlerin delâlet ettiği müsemmaya nail olabilir. Mesela Allah’a sağlam bir şekilde teveccüh eden ve ibadet ü taatle O’na yaklaşmaya çalışan biri, Miraç gecesinde manevî bir miraca mazhar olabilir; Berat gecesinde günahlarından temizlenip Allah tarafından beratını alabilir; Kadir gecesinde kadr u kıymetini yükseltebilir.

Cenab-ı Hak, bu gecelere ayrı bir hususiyet bahşettiğine göre bize düşen vazife de bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmaktır. Başka gecelerden farklı olarak bu gecelerde daha fazla ibadet ü taate yönelmek ve bu mübarek zaman dilimlerini en verimli şekilde değerlendirmek suretiyle ahiretimizi mamur etmeye çalışmalıyız. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu gecelerde çok fazla namaz kılmalı, ibadet etmeli, Cenab-ı Hakk’ı tazim ü tebcilde bulunmalı, Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) bol bol salat u selam getirmeliyiz. Gönülden Allah’a teveccüh ederek, yüreğimizin sesini dillendirerek dua dua yalvarmalıyız. Özellikle ümmet-i Muhammed’e çok dua etmeliyiz.

Kısacası, bu mübarek gecelerdeki fırsatı fevt etmeme adına geceyi ibadetle, Kur’an’la, duayla, zikirle ihya etmeye çalışmalıyız. Gerekirse gönülleri yumuşatacak, gözleri yaşartacak, heyecanları diriltecek programlar yapmalıyız. Fakat umumi programların yanında mutlaka kimsenin olmadığı bir yerde tek başımıza Allah’a teveccüh etmeli, içimizi dökmeliyiz.

Öte yandan, belâ ve musibetlerin def u ref olması ve gaye-i hayal hâline getirdiğimiz meselelerin tahakkuk etmesi adına hacet namazı kılmalı, hâcet duası yapmalıyız. Hacet namazını kıldıktan, Efendimiz’den menkul duasını okuduktan sonra ellerimizi açıp, bizim için en önemli şeyler nelerse Rabbimizden istemeliyiz. Bazıları Allah’tan hayırlı bir evlilik, hayırlı bir evlât, huzurlu bir yuva, işlerinde muvaffakiyet, mal mülk sahibi olma gibi şeyler isteyebilirler. Bunların hiçbirini istemenin dince bir mahzuru yoktur. Sadece kendini düşünen ve dünyevi düzeninin ahenk içinde gitmesini arzu eden insanları da kınamaz ve bunlara kaybetmiş insanlar gözüyle bakmayız.

Ancak bir de himmeti âli yüce ruhlar vardır. Onların bu tür şahsî ve dünyevî istekleri yoktur. Bütün talepleri, bütün Müslümanlar ve topyekûn insanlıkla alakalıdır. Bu, ufkun genişliği, himmetin yüceliği vicdanın enginliğiyle ilgili bir meseledir. Bu tür enginliklere açılmak söz konusuyken insan darlığın kurbanı olmamalıdır.

Yüce himmet sahibi insanlar bu gecelerde ellerini kaldırıp, “Allah’ım, ne olur bizim kalblerimizi tehvid eyle, bizleri duygu ve düşünce birliğine ulaştır, derbederliğimizi izale ederek bize yeniden ayağa kalkma imkânları lütfeyle! Ümmet-i Muhammed’i içine düştüğü sefalet ve perişaniyetten halas eyle! Ruh-u revan-ı Muhammedî’yi dünyanın dört bir yanında şehbal açtır ve bizleri de bu mukaddes vazifede istihdam eyle! Şayet yeni bir diriliş için bizim canlarımız bir maya olacaksa şu seccadeden kalkmadan canımı al!” derler. Allah hepimize böyle bir ufka ulaşmayı nasip eylesin ve bizleri himmeti âlî olanlardan kılsın!

Son bir husus olarak şunu da belirtmek gerekir ki, insanın bu tür gecelerin feyiz ve bereketinden istifade edebilmesi için, Allah’ın bu gecelerde ekstra bir teveccühü ve umumî bir rahmet tecellisi olduğuna, liyakate bakmaksızın bu gecelerde kendisine teveccüh eden herkesi rahmet ve mağfiretiyle kuşatacağına inanması, heyecanla şahlanması ve affedileceği beklentisiyle Allah’a yalvarıp yakarması gerekir.


Bu yazı, 3 Ağustos 2009 tarihinde yapılan sohbetten hazırlandı.

Fetret Devri mi?

Hiç kimsenin ölürken nasıl öldüğünü bilemeyiz. Hadis-i şerifte ifade buyrulduğu gibi, bazıları mü’min olarak doğar, mü’min olarak yaşar fakat kâfir olarak ölürler. Bazıları da kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar fakat mü’min olarak ölürler. (Tirmizî, Fiten 26) En küçük iyilikleri bile zayi etmeyen ve rahmeti gazabına sebkat etmiş olan Allah Teâlâ; Hıristiyan, Yahudi, Budist veya daha başka bir dine mensup olarak doğan ve kendi dinine bağlı yaşayan bazı kimselerin de yapmış oldukları bir kısım iyiliklerden ötürü son demlerde gözlerini İslam’a açabilir ve onlara Müslüman olarak ölmeyi ve öylece ahirete yürümeyi nasip edebilir.

Öte yandan, hayatını mü’min olarak geçiren bazı kimseler de imanlarındaki zafiyet veya bir kısım hata ve günahları sebebiyle -Allah muhafaza- son demlerinde imanlarını kaybedebilirler. Dolayısıyla biz hiç kimsenin nasıl öldüğünü de öldükten sonra nasıl bir muameleyle yüz yüze geleceğini de kesin olarak bilemeyiz. Bilemediğimiz için de bir şahıs hakkındaki nihai hükmü Allah’a bırakırız.

Fetret Dönemi İnsanları

Bu gibi konuları ele alırken, İmam Gazzâlî ve Bediüzzaman gibi âlimlerin fetret dönemiyle ilgili yorumlarını akıldan çıkarmamak gerekir. Malum olduğu üzere onlar, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâlu aleyhi ve sellem) insanlığa gönderilişinden sonra da fetret dönemi olabileceği ve kendilerine hüviyet-i asliyesiyle İslâm mesajı ulaşmamış insanların da Allah katında fetret dönemi insanlarının tâbi tutulduğu muameleye tâbi tutulabileceği ihtimali üzerinde dururlar.

Maalesef İslâm günümüzde akla, mantığa, vicdana ve duygulara hitap eder bir tarzda sunulmuyor. İyi bir temsil ortaya konulamadığı gibi, temsilde temadi de sağlanamıyor. Tabiri caizse meyhane ile cami arasında gelgitler yaşayan kalabalıklar söz konusu. Hidayete eren insanlar tamamen Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu. Yoksa hakikati arayan, Müslümanlığı araştıran insanlar, bizi gördüklerinde yürüdükleri yoldan gerisin geriye dönebilirler. İşte bütün bunlar da zihin karışıklığına sebep oluyor.

Dolayısıyla günümüzün bazı insanlarına fetret zamanı insanı nazarıyla bakılsa yeridir. Bu da ölen kişilerin akıbeti hakkında kesin hüküm vermekten bizi men eden diğer bir faktördür. Fakat her fırsatta küfrünü ortaya koyan, onu ilmî kaidelere dayandıran ve onun bayraktarlığını yapan insanları bu değerlendirmenin dışında tutmak gerekir.

Bununla birlikte dinde zahire göre amel etmenin bir esas olduğu da unutulmamalıdır. Kimsenin kalbini yarıp bakamayacağımız için, zahire nazaran insanların Müslüman olup olmadıklarına hükmederiz. Ölen kişilere de buna göre muamele yaparız. Eğer bir insan Müslüman olarak yaşamışsa ve son anına kadar da onunla ilgili bu bilgimizi değiştirecek bir durumu olmamışsa, öldükten sonra onu İslamî hükümlere göre teçhiz ü tekfin eder ve Müslüman mezarlığına defnederiz. Buna karşılık eğer bir insan Allah’ı inkâr ederek öbür âleme yürümüşse, muamelemiz de buna göre olur. Evlâtlarının, yakınlarının veya dostlarının küfür üzere öldüğünü bildikleri bir kişi hakkında rahmet ve mağfiret dilemeleri de doğru olmaz.

Gayrimüslimler Hakkında Af Talebi

Bir insanın, kâfir olarak öldüğünü bildiği bir kişi hakkında Allah’tan af ve mağfiret dilemesi, arzu ve hissiyatını Cenab-ı Hakk’ın bu konudaki muradının önüne geçirmesi demektir. Eğer imansız olarak ölen, ahirete imansız olarak intikal eden biri hakkında şefaat etme, Allah’tan af ve mağfiret dileme veya hüsn-ü şahadette bulunma caiz olsaydı, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ömrü boyunca kendisine destek çıkmış ve hiçbir kötülüğü dokunmamış amcası Ebû Talib hakkında bunu yapardı.

Kur’ân-ı Kerim, şu âyetiyle müşrik olarak ölen kimseler hakkında af ve mağfiret dilemeyi kesin bir üslûpla yasaklamıştır: مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا أُولِي قُرْبَى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ “Kâfir olarak ölüp cehennemlik oldukları kendilerine belli olduktan sonra, yakını bile olsa, müşriklerin affedilmelerini istemek, ne Peygamberin, ne de mü’minlerin yapacağı şeydir.” (Tevbe sûresi, 9/113)

Konuyla ilgili Kur’ân-ı Kerim’in Hz. İbrahim (aleyhisselâm) hakkında vermiş olduğu bilgiler de meselenin iyi anlaşılması adına oldukça önemlidir. Kur’ân, Hz. İbrahim’in, babası hakkında yaptığı şu duaya yer verir: وَاغْفِرْ لأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ “Babamı da bağışla, o yolunu kaybetmiş, dalalete sapmıştı.” (Şuara sûresi, 26/86) Şu âyette ise Hz. İbrahim’in, daha sağlığında iken babası için istiğfarda bulunma sözü verdiği beyan buyrulur: قَالَ سَلاَمٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا “(İbrahim, babasına şöyle dedi:) Sana selâm olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı pek lütufkârdır.” (Meryem sûresi, 19/47; Ayrıca bkz. Mümtehine sûresi, 60/4)

Tevbe sûresinde yer alan şu âyet-i kerime Hz. İbrahim’in müşrik olarak ölen babası hakkında yaptığı istiğfarın önceden verilmiş bir söze dayandığını, bununla birlikte babasının durumu kendisine zahir olduktan sonra istiğfardan vazgeçtiğini anlatır: وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ إِبْرَاهِيمَ ِلأَبِيهِ إِلاَّ عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَا إِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ أَنَّهُ عَدُوٌّ لِلَّهِ تَبَرَّأَ مِنْهُ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَأَوَّاهٌ حَلِيمٌ “İbrahim’in, babası için af dilemesi ise, sırf ona yaptığı vaadi yerine getirmek için olmuştu. Fakat onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, onunla ilgisini kesti. Gerçekten İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe sûresi, 9/114)

Ölçü, Merhamet-i İlahiyedir!

Bu tür konularda konuşurken bir taraftan dinin muhkem hükümlerine bağlı kalmaya, diğer yandan da doğru bir üslup kullanmak suretiyle insanları rencide etmemeye ve kırmamaya çok dikkat edilmesi gerekir. Anne-babası veya yakın akrabaları İslâm’la şereflenememiş insanların yanında konuşurken dikkatli olmak zorundayız. Hatta “Eğer onlar Allah’ı tanıyarak, O’na iman ederek ahirete intikal etmişlerse, O’nun engin rahmetinden öyle ümit ediyoruz ki O, bunu da zayi etmeyecektir.” gibi kayıtlı ve temkinli ifadelerle hem gerçeği ifade edebilir hem arzu ve isteklerimizi izhar edebilir hem de insanların gönlünü alabiliriz.

Bununla birlikte bu gibi durumlarda Allah’tan istenmeyecek şeyleri isteyerek, birilerine Cennet’te yer hazırlayarak, O’na karşı saygısızlığa girmemeye dikkat etmeliyiz. Akıbetini bilemediğimiz bu gibi durumlarda, “Allah’ım, falanı Cennet’ine koy, Firdevsinle sevindir.” gibi şeyler söyleyecek olursak, muradımızı, murad-ı ilâhinin yerine koymuş oluruz. En güzeli, bu gibi konularda dinin ortaya koyduğu hükümlerin ötesine geçmemek, meseleyi Allah’a havale etmektir. Şunu unutmamalıyız ki Allah bizden çok daha şefkatli, daha merhametlidir. Hz. Pîr’in de belirttiği gibi merhamet-i ilâhiyeden daha fazla merhamet, merhametsizliktir.


Bu yazı, 4 Ağustos 2009 tarihinde yapılan sohbetten hazırlandı.

Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.