Hayvanları korumada İslâm ufku
İslâm, evrensel bir dindir. Dolayısıyla İslâm'ın "haklar" meselesine verdiği ehemmiyet ve bakış açısı, sadece insanları değil, bütün varlığı kuşatıcı mahiyettedir. Evet İslâm, bütün "haklar"ı koruma altına almıştır. Onun "haklar" mevzuundaki bu geniş perspektifinde hayvan hakları da önemli bir yer işgal eder.
Allah Rasulü'nün (s.a.s.) hayat-ı seniyyelerinde, konuyla alâkalı pek çok örnek bulmak mümkündür: Bir keresinde O, bir muharebeden dönüyordu. Dinlenme vaktinde, sahabeden bazıları bir kuş yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıvermişlerdi. Tam o sırada anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde görünce, başları üzerinde uçmaya başladı. Allah Rasûlü buna muttali olunca fevkalâde celâllendi ve hemen yavrularının yuvaya konulmasını emir buyurdu. Sadece Allah Rasûlü'nün (s.a.s.) bu misaldeki heyecanı bile, İslâm'ın - diğer konularda olduğu gibi - 'hak' mevzuunda da her şeyi kucaklayan bir sistem olduğunu ispata kâfidir ve bir başka sistemde bu seviyede engin bir hak düşüncesini bulmak da mümkün değildir.[1]
Nebiler Serveri (s.a.s), değil insanlara, hayvanlara bile fevkalade hassas bir şekilde davranmış, onlara verilen en küçük rahatsızlık karşısında ciddi olarak rencide olmuş ve bu konuda etrafındakileri uyarmıştır. Hayvanlara karşı tavrı bu olan Allah Resulü'nün insanlara karşı davranışı bundan daha ötedir.[2]
İslâm'ın ruhundaki sevgiye uyanmış ve Sahabe'den sonra geldikleri için Tabiûn ve Tebe-i Tabiîn denilen kutlu nesiller döneminde öyle insanlar yetişmiştir ki, farkına varmadan bir çekirgeye basmışlarsa, hemen halifeye gelip, bunun cezasının ne olduğunu sormuşlardır. Ayrıca camilerimizin ve minarelerimizin ışık saçan çehrelerine baktığımız zaman, alınlarında kuşlar için yapılmış yuvacıkları görürüz. İşte bu, cedlerimizin sevgideki derinliklerinin bir ifadesidir. Evet şanlı tarihimiz, insanların yanında hayvanları bile koruma adına öyle müthiş ve baş döndürücü insanî davranışlarla örülüdür ki başka bir yerde bunlardan hiçbirini göstermek mümkün değildir.[3]
Hayvanlara karşı da emin olmak
Allah Resûlü'nün emniyet ruhu ve emniyet anlayışı sadece insanlara karşı değildi. O'nun emniyet kuşağına bütün bir varlık giriyordu. Bir sahabinin, atını yanına getirmek için, sanki elinde atın yiyebileceği bir şey varmış gibi davranması, O'nu öyle rahatsız etmişti ki, bu sahabiyi çağırdı ve azarladı. Evet O, hayvanlara karşı dahi olsa emîn olmaktan vazgeçilmemesi gerektiğini söylüyordu.
Sanki O, yapılan bu hareketin, yeryüzünde emniyetin temsilcileri olma durumundaki insanlara yakışmayacağını ifade buyuruyordu...[4]
Hayvanlara da şefkat
Allah Resûlü, hayvanlara karşı şefkatli davranmayı şöyle ibretli ve müşahhas misallerle anlatır. Allah Resûlü'nün anlattığı bu iki örnek unutulacak gibi değildir:
"Allah (celle celâluhu) bir köpek yüzünden, ahlâksız bir kadını affedip Cennet'ine aldı. Köpek bir kuyunun başında, susuzluktan dili sarkmış bir vaziyette soluyup duruyordu. Tam o esnada oradan geçmekte olan bu kadın, köpeğin hâlini görünce dayanamadı. Hemen belinden kemerini çıkarıp ayakkabısına bağladı, bununla kuyudan su çıkarıp köpeğe içirdi, böylece köpek ölümden kurtuldu. İşte bu kadının bir köpeğe karşı bu davranışı onun affına vesile oldu ve Allah (celle celâluhu), onu Cennet'ine koydu."
Aksi kutupta ikinci örneği de Allah Resûlü şöyle anlatıyor:
"Bir kadın bir kedi yüzünden Cehennem'e girdi. Ne o kediye yedirdi, içirdi ne de salıverdi. Ve kedi açlıktan öldü. O kadın da bu yüzden Cehennem'e girdi."[5]
Allah Resulü'nün şefkati hayvanları da içine alıyordu. Bir kadının bir kedi yüzünden nasıl Cehennem'e girdiğini; yine ahlâksız bir kadının bir köpeğe su içirmesiyle nasıl Cennet'e "Buyur!" edildiğini arz ettim.
Evet, O'nun rahmeti hayvanları da kuşatıyordu. Zaten Allah, geçmiş peygamberlerden birini karınca yuvası yüzünden itap etmemiş miydi? Bu peygamber farkına vararak veya varmayarak karıncaları yakmış.. arkadan da Allah'tan azar işitmiştir. Şimdi bu ve emsali vak'aları bize nakleden Allah Resûlü'nün başka şekilde davranması mümkün mü?
Sonra, O'nun ümmetinden öyleleri yetişecektir ki, adları "Karınca çiğnemez efendi" olacaktır. Çünkü onlar ayaklarına zil takacak ve yolda böyle yürüyeceklerdir. Ta haşereler zilin sesiyle uzaklaşsın ve ayak altında kalıp ezilmesinler...
Aman Allahım! Bu ne derin, bu ne cihanşümul bir şefkat ve merhamet örneğidir. Evet, O'nun rahmet dairesinden karıncalar dahi istisna edilmemiştir. Karıncayı bile ezmeyen bu insanlar acaba başkalarına zulmedebilirler mi? Hayır, bilerek ve kasıtla onların haksızlık yapmaları mümkün değildir!..
İbn Abbas anlatıyor: "Allah Resûlü'yle bir yere gidiyorduk. Birisi, kesmek üzere bir koyunu bağlamış, koyunun gözü önünde bıçağını biliyordu. Allah Resûlü bu şahsa: "Onu defalarca mı öldürmek istiyorsun?" buyurdu. Bu, bir bakıma o şahsa itaptı.
Abdullah b. Mesud ve Ya'lâ b. Mürre (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Allah Resûlü, yanında birkaç sahabiyle zayıf mı zayıf bir deve gördü. Deve, Allah Resûlü'nü görünce sicim gibi gözyaşı dökmeye başladı. İki Cihan Serveri hemen devenin yanına gitti. Bir müddet o devenin yanında kaldı, sonra devenin sahibini çağırtarak, deveye iyi bakması hususunda onu gayet sert ikaz etti."
Günümüzdeki hümanistlerin iddia ettikleri sevgi ve şefkatin çok ötesinde merhametle dopdolu olan Allah Resûlü, bu cihanşümul rahmetini de her türlü ifrat ve tefritten korumasını bilmiş ve o her şeye yeten fetaneti sayesinde hiç mi hiç ifrat ve tefrite düşmemiştir.[6]
Bütün canlılara merhamet
İnsan, içinde yaşadığı topluma, insanlığa, hatta bütün canlılara, bir insanlık borcu olarak merhamet etme mükellefiyetindedir. O, bu yolda merhamet ettiği nispette yücelir; gadre, zulme, insafsızlığa düştüğü ölçüde de horlaşır, hakirleşir ve insanlığın yüzkarası olur.
Bir bâğiye, susuzluktan kıvranan zavallı bir köpeğe, merhamet edip su içirdiği için, cennetlere yükseldiğini ve evindeki kediyi, aç bırakıp, ölümüne sebebiyet veren bir başkası ise, yıkılıp Tamu'ya gittiğini, en doğru sözlüden işitiyoruz.
Merhamet edin ki, merhamete mazhar olasınız! Yerde merhamet eden bir ele, gökler ötesi âlemlerden bin muştu gelir.
Bu sırrı kavrayan atalarımız, her yerde bin merhamet ocağı tüttürdüler. İnsanları da aşarak, hayvanları koruma ve himaye etme vakıfları tesis ettiler. Bu, onlardaki derin merhamet anlayışının, bir karakter, bir huy hâline gelmesinden başka bir şey değildi.
Ayağı kırılmış bir kuş, kanadı sakatlanmış bir leylek, kim bilir hangi merhamet erini tâ ciğerinden vurdu ki; menziline varamamış garip kuşlar için, huzur evi yapar gibi, ona, hayvânî barınaklar yapma fikrini ilham etti.
Ah! Keşke, onların, hayvanlara merhamet ettiği kadar, insanlarımıza merhametli olabilseydik... Heyhât! Kendimize merhamet etmediğimiz gibi, neslimizi de, alabildiğine bir umursamazlık ve merhametsizlik hissiyle mahvettik. Evet, şu bin bir boğucu hâdisenin ve artık içinde durulmaz hâle gelen içtimâî atmosferin, gerçek müsebbipleri bizleriz.[7]
[1] Hoşgörü ve Diyalog İklimi
[2] Fasıldan Fasıla-2, Perspektif
[3] Prizma-3, s.70
[4] Sonsuz Nur-1, s. 202
[5] Sonsuz Nur-1, s.400
[6] Sonsuz Nur-1, s. 412-414
[7] Çağ ve Nesil-1, s.67
- tarihinde hazırlandı.