Merhum Hayati Kalaycı
4 Ocak 2008 Cuma günü eski bir eğitim gönüllüsü olan fedakâr bir insanla Bursa'daki eğitim hizmetleri üzerine sohbet ederken söz Hayati Kalaycı'dan açıldı. Açılmaması da mümkün değildi zaten. Zira Nilüfer Koleji'nin temelinde onun da gayretleri vardır.
1980'li yılların başına kadar Nilüfer denince Beşevler semtinin yakınından akmakta olan bir çay ismi akla gelirdi. Henüz o sırada Bursa'nın Nilüfer diye bir ilçesi de yoktur. 12 Eylül 1980 sonrasında yeni bir süreç başlamış ve artık yurt hizmetlerinin yanı sıra okul ve kolej düşüncesi de gelişmeye başlamıştır. Bu yönde bir avuç fedakâr eğitim gönüllüsü esnaf ve öğretmen tarafından Bursa'da da bir okul projesi [1] hayata geçirilmek istenmiştir. Okulun adı ne olsun denildiğinde de sözüne inandıkları birisi "Nilüfer olsun" [2] diye teklif eder. Hayati Kalaycı, Bursa'daki eğitim müesseselerine "Nilüfer" [3] ismi verilirken ecdadımıza ve tarihimize karşı ayrı bir vefa ve saygıdan dolayı bu ismin teklif edildiğini söylemektedir. Bu vefa borcu yerine getirilirken Nilüfer çayı da adeta kendine bir komşu bulmuş gibidir. Yıllar sonra 1987 yılında Beşevler ve çevresi ilçe olacağı sırada yetkililer ilçenin adının Nilüfer olmasına karar verirler. Böylece çay ve okul isminden sonra ilçenin adı da Nilüfer [4] olmuştur.
Hayati Bey uzun yıllar Zaman Gazetesi'nde ve eğitim hizmetlerinde görev almıştı. Üç sene önce 2005 yılı sonunda İzmir Akyazılı Vakfı'nda ziyaret edildiğinde. "Benim zamanım artık daralıyor, önümüzdeki sene hacca gideceğim. Ondan sonra ne kadar ömrüm kalır bilemiyorum, elinizi çabuk tutsanız ve bir an önce gelseniz de şu hatıraları not etseniz iyi olur" demişti.
Bir Anadolu çocuğu
Hayati Kalaycı, çiftçi bir ailenin çocuğu olarak 15 Ocak 1944 yılında Manisa'nın Kırkağaç ilçesinde doğdu. Babası Mehmet Emin, annesi Sariye hanımdır. Üç kardeşten en küçükleri olan Hayati Kalaycı'nın Necati adında ağabeyi ve Samiye adında bir ablası vardır.
İlkokulu Kırkağaç'ta bitirdikten sonra ailece İzmir'e göçmeleri üzerine ortaokulu Karataş Lisesi orta kısmında bitirdi. Küçük yaşta ağabeyi ile birlikte ticarete atılınca lise tahsiline devam edemedi fakat daha sonradan imtihana girerek liseyi de dışarıdan bitirdi.
Askere gidene kadar bakkallık yaptı. 1964 yılında İstanbul Hadımköy'de başladığı askerliğini inzibat olarak 1966 yılında bitirerek terhis oldu.
Askerden sonra bir müddet Kemeraltı'nda Tariş Kooperatifi'nde çalıştı. Bu arada babası Hatay Üçyol'da bir bakkal dükkânı satın aldı. Maksadı oğlunun bakkallığa devam ederek geçimini sağlamasıydı.
Askerlik sonrası İzmir'de bazı arkadaşlarla tanışan Hayati Kalaycı marangoz Ali adında bir arkadaşı vasıtasıyla Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Kestanepazarı Camii'nde vaaz verdiğini duydu. Aynı tarihlerde yani 1966 yılı baharında Fethullah Gülen Hocaefendi Edirne'den İzmir Kestanepazarı Camii'ne gelmiştir.
Günden güne arkadaş çevresini genişleten Hayati Bey, Yusuf Öztanzan ve Ahmet Serbest'le de tanışarak Hocaefendi'ye gitmeye karar verirler. İlk gidişlerinde vaazı dinledikten sonra Kestanepazarı'nın avlusundaki o tahta kulübecikte Hocaefendi'nin elinden çay içer, helva yerler.
Hayati Bey, o tanışmadan sonra Hocaefendi'nin peşini bırakmaz olur. Hocaefendi, Kestanepazarı'nın idareciliği yanı sıra civar ilçe ve köylere de vaaz ve sohbetlere gitmektedir. "Hocaefendi bu akşam nerede konuşacak" diye mutlaka sorup öğrenir ve elinde teybiyle peşinden gider. Cahit Erdoğan, Mehmet Dönmez ve İhsan Doğan'la birlikte Hocaefendi nereye gitse teybiyle dolaşan dört kişiden biridir. Bütün maksatları kahve sohbetleri, konferanslar ve cami vaazlarını kayda alarak çoğaltıp insanlara dinletmektir.
Yıllar akıp gitmektedir. Hocaefendi'yle birlikte çok sık çevreye gidip gelmesi üzerine bakkallığı yürütemez ve bakkal dükkânını satar. Eldeki paranın bir kısmıyla küçük bir kamyonet alır ve nakliye işine girer. Evin geçimini de temin etmek zorundadır. Günlük bir-iki iş yaptıktan sonra sürekli Hocaefendi'nin yanına koşar.
"Hocam ben geldim"
1973 yılında bir gün kararını verir ve Hocaefendi'nin kaldığı eve gider. O sırada Hatay Kardeş apartmanında kalmakta olan Hocaefendi'ye "Hocam ben geldim, artık bundan böyle sizinle birlikte hizmet etmek istiyorum, şu an için evlenmeyi de düşünmüyorum. Nereye gönderirseniz gitmeye hazırım." diyerek kendini eğitim hizmetlerine vakfeder. Hocaefendi'nin kaldığı eve gelip giden talebelere yemek yapmak, bulaşık yıkamak, evin temizliği ve misafirlere çay yapmak gibi başladığı hizmetlerine arabasıyla Hocaefendi'yi sohbetlere getirip götürmek suretiyle devam eder.
Nakliye işini de 1974'lerde bırakan Hayati Bey elde ettiği az bir sermaye ile tek-tük araba alıp satmaya başlar. Vaktinin çoğunu Hocaefendi ile birlikte geçirdiğinden kendisini bir yere bağlayacak sabit bir iş düşünmemektedir. Vaaz ve sohbetlerin dışında esnaf ziyaretleri yaparlar Hocaefendi ile birlikte. Yeni yeni insanlarla tanışırlar. Günden güne dost çevresi genişlemeye başlar.
Mesir Turizm'le yolculuk!
Hocaefendi İzmir dışında Edremit ve Manisa'da vaaz verdiği yıllarda oralara ya otobüsle ya da bulunursa bir esnafın arabasıyla giderdi. Bir defasında Manisa'ya Hocaefendi'yi götürecek araba bulamaz Hayati Bey. Çok üzgündür. Ne yaptıysa arabasını verecek bir esnaf bulamamıştır. Sonunda Hocaefendi'ye gider ve "Hocam ben bu sefer araba bulamadım" der. Hocaefendi hiç istifini bozmadan "Mühim değil Hayati Bey, Mesir Turizm ile Doğan Birlik var ya" der. O zamanlar İzmir'den Manisa'ya Mesir Turizm ile Doğan Birlik'in minibüsleri çalışmaktadır. Minibüse beraber binerler ve Manisa'ya giderler. O zamanlar minibüslerde boğucu sigara dumanı ve aşırı müzik gürültüsü altında yolculuk yapılırdı. Hocaefendi bu eziyetlere rağmen vaaz vermekten geri kalmaz.
Yazları Edremit ve Manisa civarında kurulan dinlenme kamplarına da Hocaefendi'yi getirip götüren Hayati Kalaycı, uzun yıllar Hocaefendi'nin yanından ayrılmamıştır.
1975 yılında Bozyaka yurdu açıldığında yurdun çöpleri binanın önünde dağ gibi yığılır. Belediye yurda ait bu çöpleri ne hikmetse almamaktadır. Hayati Bey arabasının arkasına bir römork yaptırır ve o çöpleri yükleyerek iki günde bir çöp toplama merkezine boşaltıp gelir. Günler "Hey gidi günlerdir" Okuluna gidemeyen çocukları arabayla yurttan götürüp getirme, gelirken ekmek veya sebze-meyve kasalarını yüklenip gelme günleridir. Lezzeti zahmetinde saklı güzel günlerde bir koşuşturma içindedir.
Aspirin gibi adam
1976-77'lere gelindiğinde İzmir'de kitapevi ve market açma düşüncesi oluşur. Amaç oradaki insanların güvenli ve sağlıklı alışveriş yapabileceği ortamlar hazırlamaktır. Hayati Bey esnaflıktan gelme bir insan olduğundan bu işi götüreceği düşünülür. Önce Kemeraltı'nda Mina-Merve, ardından da Bornova'da Safa-Zemzem adında iki kitapevi açılır. Kitapevini işlettiği sırada 1976 yılında hacca gider.
Kitapevi açıldıktan sonra market açma teşebbüsü olur. Bornova ve Hatay semtlerinde Hira Süpermarket adıyla iki market dükkânı açılır. Bunların sevk ve idaresini de yine Hayati Bey yapmaktadır. Şu anda hepsi kapanan bu market ve kitapevleri o zamanlar en uğrak ve işlek yerlerdi.
İzmir'den Bursa'ya
Günler 12 Eylül 1980 ihtilaline gelip dayanır. O sırada İzmir'de market işletmekte olan Hayati Bey bu görevini bir başka arkadaşına devreder. Çünkü tek başına bu iş ona ağır gelmeye başlamıştır.
1980 yılının başlarında Bursa Beşevler semtinde yurt inşaatına başlanmıştır. Fakat inşaatın başında duracak, orayı sevk ve idare edecek birisine ihtiyaç vardır. Kendisine "Bursa'ya gidip inşaatı nezaret eder misin" şeklinde yapılan teklifi kabul eder ve çantasını aldığı gibi doğruca Bursa'ya gider. Bekâr olduğundan inşaatın bahçesindeki kulübede yatıp kalkar. Bursa'nın öncülerinden Ahmet Evci ve Ahmet Hacet gibi müteahhitler inşaatı devam ettirmektedirler. Fakat işçilerin yemeği, inşaata lazım olacak malzeme ve para bulma hususları hep Hayati Bey'e bakmaktadır.
Beşevler'de yurt inşaatı devam ederken bir yandan da okul açma çalışmaları devam etmektedir. Bursa'da beş-on insanla birlikte Hayati Bey bir o yana bir bu yana koşturup durmaktadır. Hüseyin Akan adında değerli bir insandan devralınan Akan Koleji, Özel Nilüfer Ortaokulu olarak 11 Ocak 1983 tarihinde Bursa-Yalova yolu üzerinde Ovaakça köyünde eğitime açılır ve ilk defa kurucu müdür olarak Hayati Bey görev alır. Henüz ihtilal dönemi devam etmekte olduğundan çekilen sıkıntıların haddi hesabı yoktur.
Geçici olarak bu binada eğitime devam eden okul 1986 yılında Nilüfer Koleji adıyla Beşevler'de inşaatı biten binaya taşınır. Zor ve zor olduğu kadar şimdi elemi gitmiş lezzeti kalmış o günlerde Bursa'ya gelip yerleşen Hayati Bey'in okul inşaatının devam ettirilmesindeki gayret ve emekleri unutulacak gibi değildir. Onu bu haliyle tanıyan yakın arkadaşları işine ne kadar düşkün ve ciddiyetle sarıldığını ifade etmektedirler.
"Hayati Bey'in yuvası"
Eğitim hizmetlerine koşturmak için Hocaefendi'ye verdiği "şimdilik evlenmeyeceğim" sözünün üzerinden 10 yıla yakın zaman geçer ve Hayati Bey 38 yaşına dayanır. Bursa'da bulunduğu sırada 1982 yılında kendi memleketi Kırkağaç'a giderek Sıddıka hanımla evlenir. Tekrar Bursa'ya dönerek okula yakın bir ev kiralar ve oraya ailece yerleşirler. Sıddıka hanımla olan bu evliliğinden Halid, Yasir ve Said adlarında üç oğlu dünyaya gelir.
Ziyarete gideyim derken hapis
1983 yılı Şubat ayında İzmir'de 15 arkadaşıyla gözaltına alınırlar. Dönem sıkıyönetim dönemi olduğundan birçok insan ve kurum takip altındadır. Mehmet Özyurt hoca hacdan yeni gelmiştir. Hem onu ziyaret etmek hem de yeni bir ev satın alan başka bir arkadaşını tebrik etmek maksadıyla İzmir'e gider. Mehmet Özyurt hoca ile buluşup Ahmet Akdoğan'a tebrik ziyaretine giderler. Gittikleri evde yapılan bir baskın sonucu sıkıyönetimce tutuklanarak arkadaşlarıyla birlikte emniyete götürülürler. Bir buçuk ay kadar gözaltında kalırlar. Tahliye olduktan sonra tekrar Bursa'ya döner. Bu sırada eşi Sıddıka hanım birinci çocukları Halid'e hamiledir. Çok sıkıntılı günler geçirir. Havalar karlı ve hayli soğuktur. Sıkıntının biri bin paradır.
Hayati Kalaycı,1983 yılında yaşadığı bu tutuklanma hadisesinden sonra sıkıntılı günler geçirir. Okul işlerinden ayrılarak bir süre serbest çalışır. Bursa sanayide yedek parça üzerine bir arkadaşıyla iş yaparlar. 1985 yılına gelindiğinde ise Bursa'dan ayrılarak başka bir yere gitmesi gündeme gelmiştir.
Bursa'dan Van'a
Kendi tabiriyle aspirin gibi adam olduğundan bu sefer bir başka müessesenin temellerinin yükseltilmesi için Serhad diyarı Van'a doğru yola koyulur. Hacı Kemal Erimez Van'da devam etmekte olan okul inşaatını gözetecek birini aramaktadır.
1985 yılında bir gün ziyaret için İstanbul'a gider. Hacı Kemal Erimez'in de bulunduğu bir yerde Hayati Bey içeri girer girmez, Hacı Kemal Erimez'e "Bakın lafın üstüne Hayati Bey geldi, o gitsin Van'a" denir.
Hayati Bey bu sözü duyunca anlar ki Van'a yol göründü. Hiç tereddüt etmeden doğunun yolunu tutar ve orada temelleri yeni atılmış Serhad Koleji'nin inşaatıyla yakından ilgilenmeye başlar. İki seneye yakın Van'da kaldıktan sonra okulun kaba inşaatı biter. Sonra istek üzerine çantasını toplar ve Ankara'nın yolunu tutar.
Ve sona doğru
Van'daki işi bitince 1987 yılı sonlarında Ankara'ya döner. Zaman Gazetesi Ankara tesislerinde matbaa ve müessese müdürü olarak işe başlar. Beş yıl burada kalır. İlk geldiğinde gazeteyi tanıtmak ve büro açmak için aylarca Anadolu'yu dolaşır. Kısa zamanda gazetenin tiraj ve satışı artmaya başlar.
Beş sene sonra kendi yerine İzzet Çal'ı bırakarak 1992 yılında İzmir temsilciliğinde göreve başlar. Annesi yaşlı ve bakıma muhtaç olduğundan İzmir'e gelmiştir. 1997 yılına kadar 5 yıl da İzmir Zaman temsilcisi olarak görevine devam eder. İşlerin yoğunluğu ve yaşının ilerlemesi nedeniyle temsilcilik görevini bırakarak sadece matbaa ile ilgilenmeye başlar. Matbaadaki görevi de 2002 yılına kadar devam eder ve emekli olur.
Zaman Gazetesi'nden emekli olduktan sonra kendini hayır işlerine adar. 2003 yılında Akyazılı Vakfı mütevelli heyetinde görev alır. 2005 yılına geldiğinde rahatsızlığını iyice hissetmeye başlar. 2006 yılında son kez hacca gider. 2007 yılında bir ameliyat daha olur ve vaktinin büyük çoğunluğunu evde geçirmeye başlar.
Kanser teşhisi
Hayati Bey'in bağırsak kanseri teşhisi 1990'lı yılların başına yani onbeş sene öncesine dayanmaktadır. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin İzmir'de bulunduğu günlerde yanına giderek "Hocam benim ameliyat olmam lazımmış" diyerek durumunu açar. Bağırsaklarında bir kist vardır ve doktorlar bunun alınmasını söylerler. Ameliyat olduktan sonra gözlerini açtığında başucunda Hocaefendi'yi görür. Vefa insanı onu hastanede de yalnız bırakmaz. Bu ameliyattan sonra sağlığına kavuşur ve on sene içinde bir şikâyeti olmaz. Fakat 2003 yılına gelindiğinde tümör yeniden nüksetmiş ve büyümüştür. Doktorlar yeniden ameliyat ederler ve kisti alırlar. Beş sene içinde altı defa ameliyat olur ama bir türlü netice alınamaz.
Hayati Bey 2007 yılının son aylarında İzmir Şifa Hastanesinde yeniden ameliyat olur. Bağırsaklarının tamamen iş görmez hale geldiği ve gıdaları tahliye etmediği görülür. Son ameliyatından sonra da evinde sıvı gıdalarla beslenerek geri kalan ömrünü devam ettirmeye çalışır. 2008 Şubat ayına gelindiğinde vücut direnci iyice düşer. Evde bakımı zor olduğundan hastanede yoğun bakıma alınır. Bir daha eve dönemeyen Hayati Bey hastanedeki tedavileri devam ederken 17 Mayıs 2008 Cumartesi günü akşam saatlerinde meşakkat ve mihnet yurdu bu dünyadan dostlar diyarına göç eder.
Velhasıl-ı kelâm
Bütün gönlünü ve ömür sermayesini eğitim hizmetlerine veren Hayati Bey "Velhasıl-ı kelam" diyerek şunları söylemektedir:
"Hocaefendi bir vefa insanıdır. Onda gördüğüm vefayı kimsede görmedim. Çocuklarımın adlarını hep o verdi. Halid'in ismini koyarken bunun sonu "t" değil "d", Halid olacak demişti. Kırkağaç'taki yurdun temeli atılırken beraber gidip, kazmayı beraber vurmuştuk. O buradayken her şeyimizi ona sorar hata yapmazdık. Eğer Hocaefendi'yi tanımasaydık bomboş bir hayatımız olurdu. O bize çok şey vermeye çalıştı ama bizim alıcılar ne kadarsa o kadarını alabildik.
20 sene kadar önceydi bir gün odasında oturuyorduk. Duvarda dünya haritası vardı. Eliyle bir ülkeyi gösterdi.
"Hayati Efendi bu ülke neresi biliyor musun?" dedi.
"Bilmiyorum hocam" dedim.
"Burası Filipinler, seni bir gün buraya gönderelim" dedi.
Biz de temenni kabilinden "İnşallah hocam" dedik. Meğerse o yirmi-otuz sene öncesinden gönlündeki hizmetleri planlamış. Bize rüya ve hayal gibi gelirdi. Filipinler nere, biz nere derdik. Ama şimdi Türkiye'nin adı ve Türk bayrağımız Allah'ın izniyle dünyanın her tarafında dalgalanıyor."
Sahibimiz Öyle İstiyor
Hayati Bey kendi durumunu anlatırken "Allah bize kol vermiş, bacak vermiş, göz-kulak vermiş. İstediğini istediği zaman alacak, sahibimiz böyle istiyor, bizimkini de böyle yavaş yavaş alacak. Bütün mülk O'nun, vücudumuz da O'nun. O'na "hayır" demeye hakkımız var mı? Yok. Öyleyse ona teslim olmaktan ve sabretmekten başka çare kalmıyor. Allah'ım bana çektiğim bu ıstıraptan ötürü şikâyet ettirme" demekteydi.
Allah ona gani gani rahmet eylesin. Geride kalan eşi, çocukları ve akrabalarına sabırlar versin.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin taziyesi
Hayati Kalaycı Bey'in uzun zamandır rahatsızlığını yakından takip eden Hocaefendi her ameliyat oluşunda onu telefonla arayıp "geçmiş olsun" diyordu. Vefatını öğrenince 19 Mayıs 2008 günü Zaman Gazetesi'nde verdiği taziye mesajında şöyle diyordu:
Hayatını Hakk'a ve halka hizmet endeksli yaşayan vefakârlardan Hayati Kalaycı Beyefendi'nin Yar-ı Baki'ye rıhletini öğrenmiş olmanın teessürü içindeyim. Hayati Bey'e Cenab-ı Erhamürrahimin'den rahmet ve mağfiret, yol arkadaşlarına, ailesi başta olmak üzere tüm akraba ve sevenlerine sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
Oğlu Halid Kalaycı babasını anlatıyor
Rahmetli babamla ilgili hatıralarımı düşündüğümde aklıma gelenler aslında kelimelerle anlatılınca çok yalın kalır kanaatindeyim. Çok cesur olan babamı, her daim kul hakkından korkan, yaptığı her işin hakkını vermek için gece gündüz çalışan ve bazen içine sinmediği için geceleri uykuları kaçan, bütün bunların yanında çocuklarının eğitimini ve geleceğini düşünen gerekli her fedakarlığı yapan biri olarak görmüşümdür.
Babamı iyi tanıyan yakın çevresindeki arkadaşlarının da ifade ettikleri gibi hayata sıfırdan başlayıp çalışıp çabalayarak çevresinde saygın bir yer edinen babam, hizmet etmeyi hep öncelikli bilmiştir. Eğitim hizmetleri, okul ve yurtlar için gece gündüz koşturmaktan geri durmayan, gerekli olduğuna inandığından dolayı hastalığının son yıllarında bile Türkiye'nin doğusundan batısına birçok ili araba ile dolaşan fedakâr ve hizmete gönül vermiş bir insandı.
Hayati Bey'in vasiyeti
Muhtereme eşim ve sevgili çocuklarım.
Sizlerle bazen mutlu, bazen acı günler geçirdik. İnanın o acı anıların içinde bile düşünülecek olursa ayrı bir lezzet vardır.
Size vasiyetim Allah'ın dinine sahip çıkın. Kendi namusunuz gibi koruyun. Hangi şart altında olursanız olun sakın namazınızı terk etmeyin. Hizmetlerin içinde olmasanız bile mutlaka bir ucundan tutmaya çalışın.
Benim yapamadığımı sizler yapacaksınız. Ben de kabrimde memnun ve mesrur olarak huzur duyacağım. Rabbimin vaat ettiği o cennet bahçelerinde Allah dostlarıyla gezerken sizlerin daha güzel cennet makamlarını kazanacağınızı görür gibi olacağım.
Bedenen dünyadan ayrılsam bile manen sizlerin yanında olacağım. İyi işler yaptığınızda tebessüm ettiğimi, beğenmediğim işleri yaptığınız zaman da üzüldüğümü unutmayın.
Sizlere maddi olarak bir miras bırakamadım ama o "Gönül İnsanı"nın yanında olmaya çalıştım. Kimsenin bulunmadığı zamanlarda arkadaş olmaya çalıştım. Yeri geldi şoförü oldum, yeri geldi sırdaşı oldum. Ne davama ne de O'na ihanet etmedim. Umarım Cennet-i Âla'da beraber oluruz.
Gelecek nesiller ilkleri hayırla yâd edecek. İşte bu şeref ve miras size yeter. Ümit ediyorum ki bu sorumluluk içinde yaşarsınız.
Size üç şey vasiyet ediyorum
- Dininize sahip çıkın ve hizmet edin
- Sadakatle ahde vefa gösterin ve sözünüzde durun
- Doğruluktan ayrılmayın, yalan söylemeyin
Anneniz çok sabırlı ve vefalı bir kadın. Zinhar onun kalbini kırmayasınız. Annenize karşı vefalı ve sadık olun. Eş bulunur ama ana bulunmaz. Sakın eşlerinizi de kırmayasınız. Onları da Allah'ın emaneti olarak alacaksınız. Her ikisini de idare edin.
Abd-i Aciz
Mehmet Emin oğlu Hayati Kalaycı
Hayati Kalaycı gibi ölebilmek
Halit Esendir, fgulen.com 4 Haziran 2008
1987 yılından 2002 yılına kadar Zaman Gazetesi'nin değişik kademelerinde dağıtım sorumluluğundan Yayın Yönetmenliğine kadar yükselen ve Hayati Kalaycı Bey'le aynı dönemde çalışan Halit Esendir Beyefendi, www.fgulen.com sitesi için mesai arkadaşı hakkında "Hayati Kalaycı Gibi Ölebilmek" başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte Halit Bey'in duygu ve düşünceleri
32 yıl önce Bornova'da Safa-Zemzem kitapevinde yönetici olarak gördüğüm ve tanıdığım Hayati Kalaycı ağabeyimin vefat haberini aldığımda 3 ayrı şehirde 4-5 tane programımın olması beni kararsızlığa itti. Bir yerde konuşmacıyı bekleyen insanlar diğer yerde aziz bir dostumun cenazesine gidemeyecek olmanın ikileminde kaldım. Zira Hayati ağabeyle aynı dönemde Zaman Gazetesi'nde uzun yıllar çalıştık. Ona son yolculuğunda olsa yanında olmalıydım. Fakat ne yazık ki programların yoğunluğundan dolayı cenazesinde bulunamadım. Bir gün biz de bu dünyadan göç edince bazı dostların hiç duymayacağı bazılarının da benim gibi gelemeyeceğini düşününce hüzünlendim.
Vefatına hem üzüldüm hem de sevindim. Uzun süredir kanser illeti ile mücadele vermesi ve 3-4 defa ameliyat geçirmesi sebebiyle çok kilo vermiş ve sağlığını kaybetmişti. 8 ay önce Ege Üniversitesi hastanesinde yatarken ziyaret ettiğimde çok sevinmiş ve ağlamıştı. "Arkamda üç yetim ve eşimi bırakarak gideceğim, tek tesellim imanım, hepimiz bir gün ahiret yurdunda buluşacağız" demişti. İlaveten "Hocam'ın ve dostlarımın ailemi yalnız bırakmayacağına itimadım sonsuz" diyordu. Ayrıca adaşım olan oğlunun üniversiteyi bitirip işe başlamasından dolayı gözünün arkada kalmayacağını, annesi ve kardeşlerine sahip çıkacağını umut ediyordu. Ölümü tevekkül ve sevinç içersinde beklediğini anlatmaya çalışıyordu. Biz ona teselli vereceğimize o bize teselli veriyordu. Ölüme bu kadar hazırlıklı olduğunu adeta bize ders verircesine o zayıflamış bedeni ve hali ile anlatıyordu. En son Ege Üniversitesi hastanesindeki mütevekkil hali gözümün önünden hiç gitmiyor.
12 Eylül 1980 öncesinde İzmir'de kurulmaya çalışılan çok ortaklı market projesinin yürümesi için azami gayret gösterdi. Zaten bir işi üzerine aldı mı onu mutlaka en iyi şekilde yapmak için gayret gösterir, aksaklıklara asla tahammül etmezdi. Vazifesini iyi yapmayanları gördüğünde biraz sert de olsa düzgün iş yapmaları hususunda uyarırdı. Tek derdi, inandığı hizmet uğrunda verilen vazifenin dosdoğru yapılmasıydı.
12 Eylül ihtilalinden sonra Hocaefendi'nin vaazlarını mecburi olarak ara vermesi ve insanların o güzelim sohbetlerden mahrum kalması Hayati ağabeyimize çok ağır geliyordu. Kendisi de bu ihtilal döneminde ağır sıkıntılar çekmiş fakat bu sıkıntılar onu inandığı yolda daha da şuurlu olmasına sebep olmuştu. İzmir ve civarında işine düşkün prensipli ve titiz bir insan olarak temayüz etmişti.
1986 yılında yayın hayatına başlayan Zaman Gazetesi'nde rahmetli Hacı Kemal Erimez'in Alaaddin Kaya beyefendiye teklif ve tavsiye ettiği Hayati Kalaycı Bey ilk defa müessese müdürü olarak Ankara'da işe başlamıştı.
Zaman gazetesinin en zorlu ve sıkıntılı yıllarında müessese müdürlüğü yaptı. Gazetenin idare merkezi İstanbul'a taşındıktan sonra da görevini devam ettiren Hayati ağabey bu vazifesini beş yıla yakın sürdürdü. İzmir'de baskı merkezi ve matbaanın kurulması ile İzmir'e taşındı. Orada temsilci ve matbaa müdürü olarak görev yaptı.
Uzun yıllar matbaa müdürlüğü yaptıktan sonra emeklilik yıllarında Akyazılı Vakfı'nda hizmet vermeye başladı. Hatta bir ara Pakistan'a giderek orada kurulacak matbaa tesislerinde görev alması düşünülüyordu. Fakat rahatsızlığından dolayı bu gerçekleşmedi.
Kanser hastalığına yakalandıktan sonra 3-4 defa ameliyat olmasına rağmen sağlıklı bir sonuç alınamadı. Yatağa düşeceği son ana kadar Akyazılı Vakfında hizmet vermeye devam etti. Hayati ağabey ahiret yurduna inanmış tüm insanlar gibi iman ile göç etti. Hocamızın verdiği taziye mesajında söylediği gibi hizmete ve Allah Yoluna ömrü boyunca uymaya çalışan vefalılardandı. Allah gani gani rahmet eylesin. Ailesine ve çocuklarına taziyelerimi iletir sabr-ı cemil niyaz ederim.
[1] Nilüfer kolejlerinin ilk kuruluşu 1960'lı yılların sonlarına dayanır. Birkaç defa sahip ve isim değiştiren okul AKAN Koleji olarak Hüseyin AKAN tarafından 11 Ocak 1983 tarihinde Silm Eğitim Tesisleri İşletme Ticaret A.Ş'ye devredilmiştir. Özel Nilüfer Ortaokulu ismiyle açılan yeni okul Bursa-İstanbul yolu üzerinde Ovaakça köyündeki 4 katlı binasında eğitim ve öğretimine 68 öğrenci ile başlamıştır. Anonim Şirket adına kuruculuk görevi ilk defa Hayati KALAYCI Bey'e verilmiştir. Okul müdürlüğüne de Fizik öğretmeni Fethullah KAÇAR Bey atanmıştır. Bilahare 16 Mayıs 1983 tarihinde kuruculuk görevi Salih Zeki Akkurt Bey'e verilmiştir.
[2] Okulun ismi, 27 Eylül 1983 tarihinde Özel Nilüfer Lisesi olarak değiştirilmek suretiyle bu günkü şeklini almıştır.
[3] Bu ismi almasının sebebi; Nilüfer Hatun'a izafeten olmuştur. Bursa açısından çok önemli bir yere sahip olan Nilüfer Hatun bir padişah eşi ve padişah annesi olarak kısaca hikayesi şudur: Nilüfer ilçesi adını içinden geçen Nilüfer Çayı'ndan almıştır. Nilüfer Çayı ise adını Orhan Gazi'nin hanımı Nilüfer Hatun'dan almıştır. Asıl adı Holofira olan Nilüfer Hatun aslında Yarhisar Tekfurunun kızıdır. Bilecik Tekfurunun oğluna nişanlanır. Düğün törenine Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi de davet edilir. Ancak; Harmankaya hakimi Köse Mihal, dostu Osman Gazi'ye ihbarda bulunur. Tekfur tarafından kendisine pusu kurulduğu ve öldürüleceği söylenir. Osman Gazi, düğün törenine gerekli tedbirleri alarak gider. Düğünün en ateşli anında bir baskın düzenleyerek düşmanını alt eder ve gelini esir alır. Müslüman olduktan sonra adı "Nilüfer Hatun" olarak değiştirilir. Bu hatunun adı Osmanlı kaynaklarında Nilüfer, Lülüfer veya Ulufer şeklinde kayıtlı olup bazı tarihçiler bu ismi Olivera, Holifera şeklinde okumaya çalışmışlardır. Osmangazi, bu gelini oğlu Orhan Gazi ile 1358 yılında evlendirir. Nilüfer Hatun, çok hayırsever bir hanımefendidir. Bursa'da kaplıca kapısı yanında bir tekke, Darülharp Mahallesi'nde bir mescit yaptırmıştır. Eski ismi ODRİES olan ve Bursa ovasından geçen çayın üzerine mükemmel bir köprü yaptırmış ve bundan sonra çayın ismi de Nilüfer Çayı olmuştur. Nilüfer Hatun, Süleyman Paşa ve 1. Murat Hüdavendigar'ın annesidir. Oğlu Murat, annesi adına İzmit'te bir imaret yaptırdı. Bu gün burası müze olarak kullanılmaktadır. Öldükten sonra da Orhan Gazi'nin türbesine defnedildi.
[4] 1987 yılında "Büyükşehir" statüsüne kavuşan Bursa'da o tarihte Nilüfer, Osmangazi ve Yıldırım olmak üzere üç merkez ilçe kurulmuştur.
- tarihinde hazırlandı.