İdareye Talip Olmayın
Eski yıllarda yazdığım bir vasiyetim vardı. O zaman, sarığıma veya cüppeme sarılıp gömülmeyi istemiştim. Şimdi kefen ve cenaze masraflarımı karşılayacak kadar bir para var cüzdanımda. Telif ücretlerinde şüphem olduğu için tekfin işlerinde kullanılmasını istemiyorum; devletten aldığım maaşın da kullanılmasını istemiyorum. Onun için bu parayı saklıyorum. Kitaplarımın bir kısmını maaşımla aldım; onları devlet tarafından alınmış gibi farz ediyorum, bir kısmını da hoca olduğum için, bulunduğum konumdan dolayı bazı yayınevleri armağan etmişti. Bu sebeple insanların gönderdikleri hediyeleri koleksiyonlarda saklayıp yeniden millete armağan ettiğim gibi, kitaplarımın ve özel eşyalarımın da hangi müessesede bulunuyorlarsa, oraya ait olmasını yazmıştım.
Bir yerlere gittiğimiz zaman çay parasını, yemek parasını ödeyen arkadaşlar olmuştur. Hayattaysa kendilerine, vefat etmişlerse çocuklarına geriye bıraktığım şeylerden verilerek memnun edilmelerini yazmıştım. Buraya gelirken, eğer uzakta bir yerde ölürsem, masraf edip taşımaya gerek yok demiştim ama vicdanım ve hissiyatım pek razı olmuyor. Türkiye'de babamın veya annemin yanına gömülmeyi arzu ediyorum.[1]
Siyasete Karışmama
Allah nezdinde en büyük sermayemiz, aczimizi, fakrımızı (Allah'a ihtiyacımızı) bilmemiz, yetersizliğimizin farkında olmamız ve bu mülahazalarla ellerimizi açıp bizi takviye etmesi için dua etmemizdir. Ortaya konan hizmetleri, ilhamla, kerametle, fevkaladeden bir sezgi veya deha ile açıklamak mümkün değildir.
Bizler eksiklerimizin, zaaflarımızın, yetersizliğimizin, hatta yer yer tutarsızlığımızın farkındayız; olan şeyleri kendimizden bilemeyiz, aklımıza veremiyiz; zira Türkiye'de bizden çok daha akıllı insanlar vardır.
Aleyhinde her gün yeni yeni komplo teorileri üretilen bu hareket olmasına rağmen, halkımızın bu hizmetlere destek verme hususundaki kuvve-i maneviyesinin sarsılmamasına ve bu yolda yürümeye devam edişine bakınca, "Bu netice bizim düşüncelerimize ve gayretlerimize verilemez. Demek ki Cenabı Hak, milletimize hizmet ettirme istikametinde bizleri -çok defa biz farkına varmadan- bir yerlere çekiyor, bize iyi şeyler yaptırıyor" diyoruz ve O'na karşı minnet hisleriyle doluyoruz.
Bağımsızlık meselesine gelince, -yine Cenabı Hakk'a minnet ve şükranlarımızı ifade ederek arz etmeliyim ki- bu gönüllüler hareketiyle alakalı araştırma yapan yerli ve yabancı akademisyenlerin de en çok üzerinde durduğu husus, hareketin bağımsızlığıydı. Bu hareketin bağımsız olması çok önemlidir. Bu hareketi başkalarına el açar hale getirmek, mesela, siyasete bulaştırmak onun bağımsızlığına kerte vuran, onu delen ve kıran bir husus olur ki, bu çok tehlikelidir.
Eğer bu mesele bir iman meselesiyse, Türk milletinin birkaç bin yıllık, çok iyi bir açılma dönemi yaşanmış olması bakımından bin yıllık kültürünü tanıtma adına, ancak gönüllü kahramanların yapabileceği bir meseleyse, Türk dilini bir dünya dili haline getirme meselesiyse şayet, ilerde idareye ve siyasete talip olma, bağımlı hale gelme gibi şeyler bu meseleyi kırar, çürütür. Meselenin özü budur; ama arkadaşlarımızın bu konuda yaptığı bazı şeyler, başvurdukları argümanlar belki de ilk anda anlaşılmayabilir.
Hareketle ilgili olarak da; arkadaşlar, evvel ve ahir yani ne şimdi ne de daha sonra idareye asla talip olmasınlar, siyasete girmesinler, dünya saltanatı ve debdebesi ayaklarının önüne kadar gelmiş olsa bile, beni seven ve tavsiyelerimi kabul eden arkadaşlarım elinin tersiyle onu itmekte tereddüt etmesinler. Başkaları anlamasa da Allah rızası desinler, Allah'ın adını yüceltme istikametinde bir an bile duraksamadan samimane gayret etsinler gibi mülahazalarım olmuştu. Şimdi yeni bir vasiyetname yazmak ve bu hususları daha detaylandırıp netleştirmek istiyorum.[2]
Devletsizlik Anarşi Doğurur
Öteden beri fakiri tanıyan insanlar bilirler; ben, devlete karşı saygımı -kutsama ölçüsünde- hep gürül gürül ifade ettim. Hatta bu mevzuda bazılarından ciddi tenkitler aldım, "O kadar kutsanacak bir şey mi?" dediler. Neyin kutsanacağını, neyin kutsanmayacağını âcizâne biraz biliyorum, "tam biliyorum" diyemem. Kutsamanın kime ait olduğunu da biliyorum. Ama dedim ki, kutsama ölçüsünde.. devlet bir millet için önemli bir müessesedir; çok önemli bir faktördür.. en kötü devlet devletsizlikten çok iyidir... Bunu belki otuz defa tekrar ettim: "Devlet kabul etmeme anarşinin kaynağıdır. Siz ille de olumlu bir şey yapmak istiyorsanız, nasıl olursa olsun yine ancak sırtınızı bir devlete vererek yaparsanız." dedim. Yani, devletle alakalı o kadar çok şey söyledim ki, aslında kimsenin "Devlete karşı bir alternatif mi?" demesi mantıklı değil. Ve hiçbir kimsenin aklının köşesinden de böyle bir şey geçmez. Bu hareketin temsilcilerinin böyle bir mülahazaları olsaydı, şimdiye kadar, şu veya bu şekilde dışa sızan mülahazalarıyla bunu ortaya koyarlardı. Mesela, siyasete talip olurlardı. Mesela, bir yerde idareye talip olurlardı. Mesela, görünmek isterlerdi. Mesela, dünyaya tâlib ü râgip olurlardı. Fakat hiçbir talepleri olmadı.[3]
Makam Sevdası ve İltifat Tiryakileri
Çok tehlikeli olan şeytanî tuzaklardan biri "hubb-u câh"tır. Hubb; sevgi, bağlılık, tutku demektir; câh ise, makam, mansıb, pâye, şöhret ve itibar manalarına gelmektedir. Dolayısıyla, "hubb-u câh"; makam sevgisi, pâye tutkusu, şöhret düşkünlüğü, rütbe hırsı ve itibar arzusu gibi manaları çağrıştıran bir terkip olarak dilimize girmiştir ve yaygınca kullanılmaktadır. Bediüzzaman hazretleri, kendini beğenme, övünmeyi sevme, insanlara görünme, methedilmeyi bekleme ve halk nazarında saygın bir kişi olmayı isteme gibi desiseleri de hubb-u câhın tarifine dahil etmiş ve insanın en zayıf damarı olarak onu göstermiştir.
Evet, hubb-u câh çok tehlikelidir; öyle ki, bazı zayıf karakterli kimseler ondan dolayı pek çok hileye başvurur, haksızlıklar irtikap eder ve zulme girerler. Önce makam-mansıp sahibi olmak sonra da yerlerini ve itibarlarını korumak için olmadık sebeplere tutunur, bir sürü cürümlere bulaşır ve pek çok günah işlerler. Bundan dolayıdır ki, Allah Rasûlü bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyurmuştur: "Şöhret ve makam sevgisinin insana verdiği zarar, koyun sürüsüne saldıran bir kurdun o sürüye verdiği zarardan daha çoktur!"
Özellikle de dünya hayatını her şey sanan kimselerde, yükselme merakı, makam arzusu ve teveccüh tutkusu had safhadadır. Bazıları, siyasî, adlî, mülkî ya da askerî bir makamı elde edebilmek için can atarlar. İnsanlara çok parlak görünen bir kısım pâyelere ulaşmak ve halkın teveccühünü kazanmak için çırpınır dururlar. Bunların çoğu kalblerini itminana erdireceğini zannettikleri bir makama yükselmek için üst üste tavizler verirler. Şayet, o arzularına nâil olurlarsa bu defa da bir yandan diğer beklentilerini gerçekleştirmek, diğer taraftan da o makamı korumak maksadıyla yeni tavizleri normal karşılarlar.
Nice insanlar vardır ki, gayet ciddî, pek doğru ve çok hâlisâne mülahazalarla yola çıkmışlardır; fakat, Allah'la münasebetleri ve dava düşünceleri, dünyanın göz alıcı güzellikleri karşısında başlarının dönmesini engelleyebilecek kadar kuvvetli olmayınca, bir süre sonra dökülüp yolda kalmışlardır. Mesela, samimi bir niyetle ve millete hizmet etmeye matuf iyi düşüncelerle idareye tâlip olmuşlardır. Heyhat ki, yeterli bir donanıma sahip olmadıklarından ve Allah'la münasebetlerini kavî tutmadıklarından dolayı, her gün biraz daha asıl gayelerinden uzaklaşmış ve vasıtaları gaye yerine koymuşlardır.
Öyle ki, hubb-u câhı bir kere tadınca, artık onun tiryakisi olmuş ve ne pahasına olursa olsun onsuz bir hayat düşünemez hale gelmişlerdir. Her şey kabul ettikleri bir mevkiye yükselebilmek için, bir-iki taviz vermekle başladıkları yolun her durağında başka yeni bir tavizle daha karşı karşıya kalmışlardır. Nasıl ki, bazı uyuşturucuları bir defa almak, hatta azıcık tatmak bazı kimseleri bağımlı yapmaktadır; bir kısım uyuşturucular da bir kere de olmasa bile ikinci ya da üçüncü defadan sonra kurbanları tarafından zaruri bir ihtiyaç gibi algılanmaktadır; aynen öyle de, kimi insanlar için belli bir makamı ihraz edip o makamda kalmak bir tiryakiliktir. Daha ileriye gitmek ayrı bir tiryakilik, ondan da üstteki bir rütbeye sıçramak daha dehşetli bir tiryakiliktir. Makam, pâye ve rütbe bağımlısı olan kimselerin, orada uzun zaman kalabilmek ve oradan da başka bir basamağa atlamak için verdikleri tavizler, uyuşturucu bağımlılarının o zehri bulabilmek maksadıyla yaptıkları maskaralıklardan daha aşağı değildir.
Çünkü, makam ve mansıp bağımlısı olan bir insan, aynı zamanda bir teveccüh tiryakisidir; o her yerde takdir edilmeyi bekler, alkışlanmayı ister, beğenilmeyi ve methedilmeyi diler.. evet o, makamla beraber şöhretin, teveccühün, takdirin ve alkışın da bağımlısıdır. Hatta, -ezkaza- bir gün şeytanlara konferans verme ile karşı karşıya kalsa, şeytanlardan bile takdir bekler, onların da alkışlarını almak ister. Oysa ki, insaniyet onur ve haysiyetini yitirmemiş birinin "Aman ya Rabbi, ben hangi cürmü işledim ki İblis'in avenesine onların gönüllerince bir konferans verme derekesine sukut ettim? Nasıl bir günah işledim ki şeytanların takdir ettiği bir insan haline geldim?" deyip nefsini sorgulaması gerekir. Kendi kendine "Allah, Allah! Acaba bende bir bit yeniği mi var ki bunlar beni takdir ediyorlar?!" demesi icap eder. Vakıa, bir kısım hakperestler kendileri gibi düşünmeyen insanları da takdir edebilirler; fakat, şerde birleşmiş bir topluluğun umum hüsn-ü kabulünde mutlaka bir bit yeniği vardır.. ve şayet böyle bir takdire maruz kalan -betahsis mazhar olan demedim- kimse "Rabbim, şeytanlar tarafından alkışlanmaktan, onlara alet ve maskara olmaktan Sana sığınırım!" deyip istiğfar etmiyorsa, o işte bir bit yeniği olmakla beraber o insanın kalbinde de bir akrep ısırığı var demektir. Öyledir ama gelin görün ki, bazıları hubb-u câha işte o denli müptelâdır ve alkışlayan şeytan bile olsa onlar için makbuldür.[4]
[1] Milliyet, Mehmet Gündem, 29 Ocak 2005, Fethullah Gülen'le 11 Gün
[2] Milliyet, Mehmet Gündem, 21 Ocak 2005, Fethullah Gülen'le 11 Gün
[3] Kırık Testi, 14 Kasım 2005. Bu hareket Devlete Alternatif mi?
[4] Kırık Testi, 13 Mart 2006, Makam Sevdası ve İltifat Tiryakileri
- tarihinde hazırlandı.