Tavrımız Siyaset Üstü
Siyasilerin bizimle görüşme talepleri, elbette sadece benim şahsımdan kaynaklanmıyordu. Onlar, bizim arkadaşlarımızda gördükleri veya zannettikleri potansiyel gücü, 'rey'e çevirebilmek cehdi ve gayreti içindeydiler. Aslında bir siyasi lider için böyle bir davranış gayet normal ve tabiidir, ancak, eskiden beri ruhuma hakim olan bir düşünce vardır. Bu adamlar politikacıdır; görüşmeleri, konuşmaları hep birer siyasî yatırım olabilir. Bugün burada bizimle oturur bir şeyler konuşurlar. Yarın gider bunu bir yerde kendilerine malzeme yapabilirler. Bu iş basına akseder ve bunun tekzibi de mümkün olmaz, ancak, tavrımızın siyaset üstü olduğunda şüphe edilmemelidir.
Edremit'ten Manisa'ya tayin edildiniz. Bu sizden gelen bir talep miydi? Yoksa emir yine yukarıdan mı geldi?
Daha önce de ifade ettiğim gibi, Edremit'e esasen istemeyerek gitmiştim. Hatta istifa edip gitmemeyi bile düşünmüştüm. Bu isteksizliği, beşerî bir kısım boşluklarla izah daha uygun olur zannediyorum. Evet, alıştığı yerden kopup bir başka yere gitmek insana cidden zor geliyor. Benim ise bütün dost ve arkadaşlarım İzmir'de idiler. Onlardan ayrılmak, onlardan uzakta kalmak bana dayanılması imkansız bir hicran gibi geliyordu. fakat Murad-ı İlahî başkaymış... Edremit'e gittim ve üç seneye yakın orada vazife gördüm. Bu zaman zarfında, talebe hizmetleri gözümü ve gönlümü doyuracak seviyeye yükseldi. Öyle ki, daha çok kamplar vasıtasıyla, Edremit, o gün için hizmet adına Türkiye'nin diğer yer ve yöreleriyle kıyas kabul etmeyecek oranda bir talebe potansiyeline sahip hâle geliverdi. Evet, mübalağa etmeden söylüyorum, o gün ve hatta daha sonraları, bu çapta talebe hizmeti, ne İstanbul'da, ne Ankara'da, ne İzmir'de ne,de bir başka yerde gerçekleştirildi. Allah (cc) bunu Edremit gibi küçük bir kasabaya nasip etti. Küçük sebeplerle büyük icraat ortaya koyarak ululuğunu bir kere daha gösterdi. Bununla beraber, Edremit daha fazlasını kaldırabilecek bir yer değildi:
Bir kere, vaazlara dıştan gelmeler çok oluyordu ve bunların misafir edilmeleri gerekiyordu. Bu itibarla da çok uzak yerlerden gelmeler vicdanımı rahatsız ediyordu. Zira gelenler, zaman açısından da maddî açıdan da fedakarlık yapıp geliyorlardı. Konuşmalarımın bu denli fedakarlıklara değeceğini kabul edemiyordum. Ne var ki, gelenlere de 'gelmeyin' diyemiyordum. Gelenler, çoğunluk itibariyle İzmir ve çevresindendi. Aydın, Denizli gibi diğer komşu vilayetlerden de -az da olsa- gelen oluyordu. Bu açıdan vazifeyi daha merkezi bir yere nakletmek zaruret haline gelmişti. Bu kararda şahsıma ait zorlukların bulunması da tesir etmiş olabilir. Zira üç senedir İzmir'den gelip gidiyordum ve yolculuğumu da hep umumî vasıtalarla yapıyordum. Bu da benim için cidden zor ve yorucu oluyordu. Yollar bugünkü kadar düzgün, vasıtalar da bugünkü kadar rahat değildi. Bir de yolcuların birbirleriyle yarışırcasına sigara içmeleri buna eklenince yolculuk hakikaten çekilmez bir hal alıyordu. Ben de, istesem de istemesem de çeşnisi bu olan yolculuğu her hafta tatmak zorundaydım.
Yer hususunda benim gönlümde İzmir vardı. Fakat devreye girenler, İzmir'e tayinimin zor olabileceğini söylediler. Çünkü işin başında sürgünümüz İzmir'den olmuştu... Bu da bizi tayin edenlere tükürdüğünü yalamak gibi gelebilirdi. Tayinim hususunda rahmetli Hakim Bey de tanıdıklarını devreye sokmuştu. O da aynı düşünceleri paylaşıyordu. Hatta bana 'Hocam, şimdilik Manisa olsun. Bu bir merhaledir. Daha sonra da İzmir olur.' demişti. Bu bana da makul geliyordu ve 'Manisa olabilir.' dedim.
Manisa'ya tayininiz 29.6.1974'te yapıldığına göre, Edremit'te iki sene dört ay kadar bir süre kalmış oldunuz. Manisa'dan Bornova'ya yapılan tayininiz ise 28.9.1976 tarihini taşıyor. Böylece Manisa'da da iki sene üç ay kadar kalmış oluyorsunuz. Bu zaman dilimi hakkında bir değerlendirme yapar mısınız?
Manisa'nın hem şahsım hem de hizmetimiz adına yeni bir şey ilave ettiğini söyleyemeyeceğim. Her şey eskinin bir uzantısı olarak sürüp gitti. Vaazlar, sohbetler, kamplar vs. hep eskiden olduğu gibiydi. Belki gelip gitmeler, Edremit'e kıyasla çok daha fazlaydı; ama bunu Manisa'nın bir hizmeti olarak değerlendirmek yanlıştır. Zira, zaten cemaat, o güne kadar olduğu gibi, İlahî inayetle gelişiyordu. Diğer taraftan Edremit'e gelmek isteyip de çeşitli sebeplerden dolayı gelemeyenlerin önündeki engeller, hususiyle de mesafenin azalmasıyla kısmen giderilmiş oluyordu. Bu da gelmeyi artıran bir husustu. Ama şunu da itiraf etmeliyim ki, o gün için Manisa böyle bir hizmete karşı çok soğuktu. İlgi ve alaka yoktu, denecek kadar çelimsizdi. Belki Necdet Başaran Bey'in gayretleriyle bir parça çözülme olmuş ve daha sonra orada hizmet veren arkadaşımızın çalışmalarıyla bu çözülme nisbeten hız kazanmıştı, ama Manisa'da o günlerde hizmetimiz adına bütün olup biten sadece kendi bünyelerinde bir yaz hizmetleri şeklinde olmuştu. Manisa esasen dindar bir yerdir. Ne var ki yakın tarihe kadar iman ve Kur'an hizmeti adına, böyle mübarek bir yerden beklenen ölçüde yüksek bir performans gösterememişti. Bunun bildiğim bazı sebepleri de vardı, ama şerhi gönül incitir, kalp kırar...
28.9.1976 tarihinden itibaren Bornova'da vazifeye başladınız. Ve bu 12 Eylül 1980 İhtilali'ne kadar sürdü. Bornova'da geçen bu dört senelik dönemin bir değerlendirmesini yapar mısınız?
Vaazlar ve sohbetler adına, Bornova da Manisa'nın bir uzantısıdır, diyebilirim. Dizi halinde bazı konuları kürsüye getirme burada da devam etti. Ayrıca haftada bir gece, soru-cevap sohbetleri yapılmaya başlandı. Tabii ben bu arada sağa sola daha sık gitmeye fırsat buluyordum. Her yandan çeşitli vesilelerle davetler alıyordum. Mümkün mertebe de bu davetleri geri çevirmemeye çalışıyordum. Bunlar ya bir konferans için, ya bir vaaz için, ya bir sohbet için, ya da herhangi bir hayır müessesesinin kuruluşu için gelen davetlerdi. Ben bunların hepsine yetişmeye çalışıyordum. Azmime, fizikî gücüm de inzimam edince bu her zaman mümkün olabiliyordu. Öyle ki bazen aynı günde üç ayrı yerde konuşma programına katılıyordum. İstirahatı da arabanın içinde, buralara gidip-gelmeler esnasında yapıyordum. Bugün aynı performansı gösterebileceğimi zannetmiyorum. Bu, sıhhat-i bedenimin bozulmasına da verilebilir, yaşımla doğru orantılı da görülebilir.. hatta daha başka sarsıntı verici hadiselerle de yorumlanabilir.
Hizmetimizin ağırlık merkezi İzmir'de olduğu için tayinimi İzmir'e istemiştim. Ancak, 'Bornova da İzmir sayılır' diye tayinim oraya yapıldı. Belki faydalı da oldu. Zira Bornova üniversite merkeziydi. Bu da talebelerin sohbetlere iştirakını kolaylaştırıyordu.
Bu arada, arkadaşların benden gelen teklifleri kabullenmesinde eskisine oranla belli bir mesafe katedildiği söylenebilir. Bazı arkadaşların hazımsızlıkları devam ediyordu, ama onlar da en azından karşı cephe açmama gibi bir mürüvvet gösteriyorlardı veya kendilerini böyle davranmaya mecbur hissediyorlardı. Fakat ekseriyet itibariyle ufukları İzmir'le sınırlıydı. Bu ufku Ege ve Türkiye olarak açmak için bayağı zorlanmak gerekecekti. Nitekim öyle de oldu.
Bu dönemde siyasî liderlerden sizinle görüşme talebi geldiği söyleniyor. Böyle talepler oldu mu? Bu taleplere sizin cevabınız ne oldu?
İlk görüşme teklifi, 68'li yıllarda yeni kurulmuş bir parti liderinden geldi. Hatta buna teklif demek de uygun olmaz. Çünkü lider bizzat kampa geldi. Orada kendisiyle uzun uzun sohbet edildi. Daha doğrusu o bir şeyler anlattı, biz de dinledik. Daha sonra bir kere de o zat, ben hasta iken geldi. Zaten o esnada yataktan kalkamıyordum. Sabah namazı vakti gelip ziyaret etti ve ayrıldı. Bu sadece bir hasta ziyaretiydi. Ancak onun ve diğer siyasilerin bizimle görüşme talepleri, elbette sadece benim şahsımdan kaynaklanmıyordu. Onlar, bizim arkadaşlarımızda gördükleri veya zannettikleri potansiyel gücü, 'rey'e çevirebilmek cehdi ve gayreti içindeydiler. Aslında bir siyasi lider için böyle bir davranış gayet normal ve tabiidir.
Demirel'den de böyle talepler geldi. Pek hatırlamıyorum, ama o günlerde Salih Özcan milletvekili idi. O aracılık yapmış olabilir. Ankara'da bulunduğum bir sırada, yine Özkan isimli tüccar bir arkadaş -ki sayın Demirel'in yakınıydı, bizi de tanıyordu- haber getirdi. Demirel'in görüşmek istediğini söyledi. Ben o günkü şartlar itibariyle kabul edemedim. Onun medyanın diline düşeceğini de hesap etmiş olabilirim. Sayın Demirel'le başbakanlığı döneminde bir kere görüştük. Ona da görüşmek denemez. Ben Sultanahmet Camii'nde vaaz ediyordum. O gün Demirel de İstanbul'daymış. Zannedersem reis-i cumhur orada olduğu için Bakanlar Kurulu İstanbul'da toplanacaktı. Günlerden cuma. Demirel, cuma namazı münasebetiyle Sultanahmed'e geldi. Yanında merhum Çağlayangil de vardı. Namazdan sonra musafaha ettik ve ayrılıp gittiler.
Israrla görüşmek isteyenlerden biri de Alparslan Türkeş Bey oldu. Aracı olan şahıs kırabileceğim bir insan değildi. Bana, Türkeş Bey'den bir mektup da getirmişti. Mektupta haddimin çok üstünde iltifatvâri ifadeler de vardı. Ancak ben yine kabul etme niyetinde değildim. Aracı olan arkadaşa bir şey diyemedim, ama -Allah şahit ki- çok sıkıldım, günlerce uykum kaçtı. Hatta, 'Rabbim canımı alsın da kurtulsam ve hiç bir siyasî ile görüşmesem.' dedim. Onların istekleri normaldi, ama ben uzak kalmak istiyordum.
İhtilal olunca, zaten Türkeş Bey'i de içeriye aldılar. Beni de aramaya koyuldular ve görüşemedik... Yani ben, bütün siyasîlere karşı hep aynı tavrı sergiledim. Onlarla görüşmekten şiddetle kaçındım. (Röportajın yapıldığı günden bu yana değişen Türkiye şartlarında gerek siyasî liderlerin gerekse Muhterem Hocaefendi'nin isteğiyle bazı önemli ülke meseleleri üzerine görüşmeler yapılmıştır. WM)
Peki ama, bu meselede bu kadar hassas davranmanızın sebebi nedir?
İsterseniz siz bunu şahsım adına bir his olarak değerlendirebilirsiniz. Yani kendimi onlardan küçük gördüğüm için görüşmekten kaçındığımı söyleyebilirsiniz. İşin bu yönü için söz söylemek bana düşmez. Ancak, eskiden beri ruhuma hakim olan bir düşünce vardır. Bunu yer yer, görüşme teklifi getiren arkadaşlara söylediğim de oldu. Burada da, bir kez daha tekrarlamakta bir mahzur görmüyorum. Bu adamlar politikacıdır; görüşmeleri, konuşmaları hep birer siyasî yatırım olabilir. Bugün burada bizimle oturur bir şeyler konuşurlar, yarın gider bunu bir yerde kendilerine malzeme yapabilirler. Bu iş basına akseder ve bunun tekzibi de mümkün olmaz. Toplumun bir kesimini diğer kesimine karşı çok rahatlıkla kullanabilirler. Bazen de başlarındaki insanlarla onun cemaatini karşı karşıya getirebilirler. Benim bu davranışımda isabet edip etmediğimin kritiği için ise, henüz çok erkendir. Bakalım ileride Mevla neler gösterir?
Bu sohbetten anlayabildiğime göre siyasîler içinde oturup konuşma -bu görüşme-sizi aşarak da olsa Necmeddin Erbakan ile olmuş. Erbakan Hoca'nın size partisini iltizam hususunda açıktan bir teklifi oldu mu?
İlk görüşmede böyle bir teklif olup olmadığını şimdi hatırlamıyorum. Zaten, 68'li yıllardan bahsettiğimize göre aradan 23-24 sene gibi bir zaman geçmiş. Bütün konuşulanları teferruatıyla hatırlamam çok zor. Ancak daha sonra, dolaylı da olsa böyle talepleri olmuş olabilir. Bunda da bir mahzur olmasa gerek. Hatta açıktan partisini iltizam etmemizi de isteyebilir. Onun bu isteğini normal karşıladığımız gibi, başkalarının teklifine de saygı gösteririz. Ancak, tavrımızın siyaset üstü olduğunda şüphe edilmemelidir.
İlk görüşmemizde, yanında Süleyman Karagülle Bey de vardı. Erbakan Hoca'nın bazı sorularına, bizim namımıza o cevap vermişti. Bizim yaptığımız işin, bir kültür hizmeti olduğunu ve bu memleketin yetişmiş insanlara ihtiyacı bulunduğunu anlatmıştı. Anlatmıştı diyorum; zira Süleyman Karagülle Bey de o gün bu anlayışa arka çıkmış ve destek olmuştu. Erbakan Hoca ise bilhassa o günlerde oldukça yaralıydı. Odalar Birliği Başkanlığı'nı kazanmış, fakat daha sonra polis zoruyla oradan alınmıştı, ancak Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Bey tarafından dışlandığı söyleniyordu. Adalet Partisi'nden adaylığını koymak istemiş, bu defa da veto edilmişti. Bütün bu mülahazalar mesmu' olsun olmasın, bu türlü gelişmelerden sonra Milli Nizam Partisi'ni kurmuştu. Taraftarlarda da aynı mülahaza söz konusuydu; zira artık o, kavgasını, siyonizme, masonluğa ve farmasonluğa karşı verdiği inancıyla dopdoluydu. Bu açıdan da ona göre inanan herkes, onun arkasında yer almalıydı. Tabii böyle bir talepte ne kadar haklıydı; onu ileride tarih söyleyecek.
- tarihinde hazırlandı.