İslâm Anadolu'ya Ahlat'tan Girdi

Ahlat, Türk-İslâm tarihinin dibâcesidir. O, doğudan İç Anadolu'ya ve batıya geçişte sanki bir köprü gibidir. Umumi bir geçit üzerinde olması ve lacivert bir gözü andıran Van Gölü'nün çevresinde siyah bir kaş gibi durması Ahlat'a ayrı bir câzibe, ayrı bir güzellik verir. Onun içindir ki, büyüklü küçüklü nice devletler bu dilbere sahip olmak istemiş ve Ahlat çeşitli devletlerin elinde el değiştirip durmuştur. Ancak Ahlat Müslüman Türk'ün eline geçtikten sonra mutludur. Zira şu anda Ahlat'ın gözbebeğinde Müslüman Türk'ün tarihi ve bu tarihin simgesi durumundaki mimarisi bir sevinç kıvılcımı halinde parıldayıp durmaktadır. Van Gölünün büyüleyici güzelliği, Ahlat'la efsane hâline gelir ve Ahlat'a ilk gelen kendini yaşanan bir efsaneye girmiş zanneder.

Ahlat'ta zaman yekpâredir; ancak hep mazidir. Orada hayat yaşanmaz, sadece hatırlanır. Ahlat, mazi oluşunu bir iffet gibi korur. Hiçbir yenilik bu bekârete el uzatamaz, kem gözle bakamaz ve Ahlat'ı hâl yapamaz.

O, bu durumuyla ve bu konumuyla daima cazibeli ve daima güzeldir. Rahatlıkla söylenebilir ki, İstanbul'u topuyla, tüfeğiyle güç ve kuvvetiyle fetheden askerdir ve o askere kumanda eden Fatih'tir; fakat İstanbul'a ruh üfleyen ve onu bir Osmanlı şehri haline getiren daha doğrusu İstanbul'u, Bizans kültürünün elinden kurtarıp İslâmlaştıran, Türkleştiren Ahlat'tır. Çünkü İslâm bütün Anadolu'ya olduğu gibi İstanbul'a da bu kapıdan girmiştir. Ve oradan geçen bütün Türk boylarının iliklerine kadar İslâm Kültürü burada sinmiştir.

Ahlat, coğrafi yer itibariyle de diğer şark yörelerinden farklılık arz eder. O, gölün, insanın içine inşirah veren en güzide yerindedir. Bu coğrafi durum Ahlat insanına o kadar tesir etmiş veya Ahlat insanı bu coğrafi durumla o kadar bütünleşmiştir ki, ekseriyetle asabî ve müteheyyiç olan Şark insanına kıyasla Ahlat'ın insanı 'İnşirah Suresi' okur gibidir. İstikrarlı hareket Ahlat'lının mümeyyiz vasfıdır.

Ahlat'ta, masum bir zafer ihtirasının ışıktan izleri vardır. Bu izlerdir ki, her devrin ışık ordusunu kendine cezbetmiş ve onları dünya cennetinde bir müddet misafir ettikten sonra ebedî cenneti kazansınlar diye yola salıvermiştir. Saltukları, Oguzları Ahlat'a çeken bu cazibedir. Ancak Ahlat'ı bizler için ölümsüz bir belde yapan ve içimizde ona karşı bir medyuniyet duymaya bizi zorlayan husus onun edâ ettiği ve tamamen ruhanî olan fonksiyonla ilgilidir. Ondan dolayıdır ki, 'Ruhaniyatlı Şehir' diye anılma hakkı Bursa'dan evvel Ahlat'ın hakkıdır.

Esasen Bitlis yöresi bütünüyle öyledir. Emevî ve Abbasî zulmünden kaçarak Arap Yarımadası'nı terk eden ve sığınacak bir yer arayan Ehl-i Beyt ve onları sevip destekleyenler ekseriyetle kendilerine sığınak ve melce olarak Bitlis ve yöresini tercih etmişlerdir.

İnsanlık tarihinin yaşadığı en büyük trajedilerden biridir Allah Resulünün ciğerpârelerine karşı işlenen utanç verici zulüm ve işkenceler... Beşeriyetin yüz akları diyebileceğimiz Fâtıma neslinin bu seçkin evlatlarının üzerinde, Emevî ve Abbasî zulmü kara bir bulut gibi çökmüştür. Değil onlardan bir ferd olmak, onları uzaktan seviyor olmak dahi, o devrin hışmına uğramaya yeterli bir sebeptir. Öyle ki, hutbelerde Ehl-i beyt'e sövmek ibadet kabul edilmektedir. Şekavet ve terörü devletin temsil ettiği bir zaman ve zeminde, dağlardaki vahşi hayvanlara rahmet okutacak hunharlıklar, o günün bu asil ve seçkin insanlarını öyle zorlar ki, onlar dağ başlarında ve yüksek tepelerde yaşamayı, böyle insanların arasında bulunmaya tercih ederler. Onlar için şehirden uzaklaşmak, yaşamak şansına adım adım yaklaşmak demektir. Onun için mümkün olduğu kadar uzaklara gitmeyi tercih etmektedirler. Ancak, Anadolu'da başka yerlere gitmeleri de mümkünken Bitlis ve civarının seçilmesi de manidardır.

Bilebildiğimiz kadarıyla ecdadınız Erzurum'a Ahlat'tan geldiler. Ahlat tarihi bir belde. Asırlarca Anadolu'ya geçiş yapan Türk'lere konaklık yapmış. Bir yönüyle Selçuklu'yu ve Osmanlı'yı ilk defa o misafir etmiş. Bu tarihi misyonu itibariyle Ahlat'ı değerlendirir misiniz?

'Bitlis yöresinin seçilmesi kaderin garip bir cilvesidir. Geylânilerin ve diğer tarikat kollarının burada zuhuru, ancak Selçukluların Anadolu'ya gelip yerleşmesinden sonra olmuştur. Kar-kış kalkmış, köhne Bizans hâkimiyeti bertaraf edilmiş, diğer taraftan da Emevî ve Abbasî zulmünden emin olunmuş ve bu seyyidler soyu, belli tarikatların içinde ve başında kar çiçekleri gibi açmaya başlamışlardır.

İşte Bitlis'e bakarken böyle bakmak lazım. Bir Bediüzzaman'ın, günümüzde dahi ulaşılması zor yerlerden zuhuru, yani o şecerenin, menbaından kalkıp oralara yerleşmesi katiyyen tesadüfî değildir. Hizan ve Nurs yaz aylarında bile zor varılan yerlerdir ki, bu nesil kaçabildiğince kaçmış ve saklanabildiğince saklanmış ve orada bir potansiyel meydana getirmiştir.

Meseleyi bir başka açıdan düşünecek olursanız: İslâm'a yeni açılan bir millet, Hicrî 5 ve 6. asırda kitleler halinde İslâm'a girmiştir. Bunlar, âdâb, ahlâk ve kültür adına ve İslâmî akide hesabına takviyeye ihtiyacı olan insanlardır. Selçuklular, Saltuklar, Karamanlar ve Anadolu'ya yerleşen bütün Oğuz boyları, dediğimiz hususlarda desteklenmelidir ki, İslâm adına yapacakları fetihler istenilen keyfiyeti daima koruyabilsin.

Sâdât ve onların sempatizanları, dine cibilli olarak bağlıdırlar. Adeta bu yöre 'Mülteka'l Bahreyn' olmuş. Yani, esas devletteki gücü temsil eden Türk boyları ile İslâmî ruhu bütün hakikatıyla temsil eden mânâ ve hakikat erleri sâdât birleşerek bir derya meydana getirmişler. Ve fizikî olarak bu deryayı Van Gölü temsil etmektedir.

Bu iki deryanın birleşmesi Türk tarih yazarlarınca da çok önemli görülmektedir. Mesela, Fuad Köprülü, Ortadoğuda, Uzakdoğuda yeni Türk tekevvünlerini anlatırken bunların arkasında hep böyle mânâ erlerinin bulunduğundan bahseder.

Anadolu'da, Türk boyunun edâ edeceği nice fonksyonlar vardır. Denilebilir ki, Türk boyları için tarihindeki geçmiş dirilişlerinin yanında İslâm'la yeniden dirilişe erme, İslâm'ın en yakını sayılan Ehl-i Beyt'le olmuştur. Buna bir manada telkih de denebilir. Sanki Bitlis ve özellikle Ahlat, o aşılmaz dağ ve vadilerini, Ehl-i Beyt düşmanlarına karşı bir silah gibi kullanmış; ve zulümden kaçan veya İslâm'la bütünleşen bütün mânâ erlerine de bağrını, sinesini alabildiğine açmış ve onları koruma altına almıştır. Bitlis ve yöresi, mânâ adına öyle münbit bir toprağa sahiptir ki, Anadolu'yu ışık hüzmeleriyle yönlerdirecek bütün seçkin insanlar burada yetişmiş, boy atmış ve dal-budak salmıştır.

Saltuklar, Ahlat'ta uzun müddet kaldıktan sonra Hasankale'ye gelir yerleşirler. Bu da enteresandır. Bu yönüyle Bitlis, Ahlat ikinci firar yeri denebilir. Burası İslâm'ın hameleleri için bir sığınaktır ve bu sığınak kendinden beklenen fonksiyonu hakkıyla edâ etmiştir.

Bitlis'i derinlemesine tetkik edip incelediğiniz zaman ne kadar antik eseri bağrında sakladığını görürsünüz. O dağların arasında sıkışmış bu küçücük şehir, ihtiva ettiği eserler itibariyle batıda payitahtlık yapmış nice büyük şehirlere denktir.

Değişik dönemlerde İslâm Kültür ve Medeniyetine beşiklik yapması itibariyle de bu yörenin kendine göre bir ağırlığı vardır. Ve Ahlat, istihale görmüş, yani İslâm'laşmış hâliyle, Cenâb-ı Hakk'ın O'nun mâhiyetine koyduğu bir kısım esaslı nüvelere teşne bulunmaktadır.

Ahlat için söylenebilecek diğer önemli nokta da şudur:

Nasıl doğuda Malazgirt bir başlangıç ve mukaddimedir. Selçuklular, Malazgirt'i fethettikten sonradır ki, ayaklarını yere basarlar ve senelerce yine bir Türk yurdu olan Anadolu'yu istismar eden köhne Bizansla hesaplaşırlar. Öyle de Güneydoğu'dan gelen Türk boyları için de Ahlat aynı durumdadır. Ahlat, şarktan Anadolu'ya açılan bir kapıdır ve şarktan çok Anadolu'dan sayılmalıdır.. Tabii ki bütün bu söylediklerimiz, coğrafi konum itibariyledir. Yoksa şarkıyla garbıyla vatan bizim için bölünmez bir bütündür.'

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.