Takiyye

Takiyye Meselesi [1]

Reha Muhtar- Bugünlerde yeni bir dönemle beraber artık bir farklı, sanki bilinen anlamdaki bir radikal portresi çizmiyorsunuz. Çok daha yumuşak, hoşgörüyle, toplumun diğer kesimleriyle bağlantı içerisinde görünüyorsunuz. Mesela bazı demeçlerinizde Picasso'yu çok sevdiğinizi söylüyorsunuz. Oysa biz biliriz ki radikal çevrelerde resme karşı bir mesafe konuyor. Bunları -kusura bakmayın- Rahmetli Turgut Özal dönemindeki bir tabirle takiyye mi?

Fethullah Gülen- Ben iyi bir Sünni olduğunu zannediyorum. Ama bu Sünniliği de Alevisine ve başkasına kanatlarını şefkatle açan bir Sünnilik şeklinde görüyorum. Rahatlıkla kardeşimiz diyebiliyorum. onların bana tevcih ettiği sualler karşısında bir manada ben de aleviyim. Çünkü çocukluğum talebelik dönemim bir ölçüde tasavvufi çevrelerde geçti. Kerbela türküleri söyleye söyleye ben yetiştim. O açıdan zannediyorum Hz. Ali'ye, ehl i beyte en yakın olanlardan birisiyim. O camiadan dünya kadar insan da gelir gider çok rahatlıkla görüşürüz.

Onların problemleri, müşterek meseleleri beraber çözmeye çalışırım. Bu açıdan aleme karşı açık olma meselesi biraz tabiatım gereği. Takiyye meselesine gelince takiyye meselesi Farslıların icat ettikleri Alevilik içinde bir prensiptir. Türk Aleviliğinde de bu yoktur. Sünni insanda yoktur takiyye meselesi. Hatta başkalarına oyun oynamak, başkalarını aldatmak-haşa- imam Cafer'e isnat ederek takiyye bir esastır derler. O Fars Alevilik ki Şiilik diyebiliriz bir esastır. Bizim Türk Aleviliğinde de bilinmez o mesele. Hele Sünnilerde takiyye mevzubahis hiç değildir. Bana takiyye isnadı, nifak isnadı, küfür isnadı gibi birşey gelir. Dünden bugüne nasıl inanıyorsam hep Öyle görünmeye çalıştım. Yani 3O sene evvel bir komünistle konuşurken oradaki tavrım, üslubum, hatta onun Allah'ı hakaretinde nasıl sabır göstermiş ve sonra da bir iki lafla kendim edebilmek için fırsat kollamışsam şimdiki halim, şimdiki durumum bundan farklı değildir. O gün 9 sene evvel beni tanıyanlar, şu anda tanıdığı insanla fark görmezler. Bülent Bey'le görüşmede de biraz Picasso mevzubahis edildi. Vakıa Picasso yerinde müşahhas, yerinde mücerret sanata yönelmiş. Biraz içinde yaşadığı dönemin krizden o da müteessir olmuş. Ben onu mücerrede sanata yöneldiğinden dolayı islamî sanat anlayışını da onunla telif edileceği açısından onun hakkı da Birankuş gibi takdirlerim var.

Zaruret, Meşruiyet ve Takiyye [2]

İslam'da 'Zaruret ve Meşruiyet' kavramlarının, bu denli yer edinmesinin sebebi nedir?

Bir iki prensip var ki, bazıları bunları sistem dışı, istisnai olarak görmekte, hatta bir nakise olarak yorumlamaktadır. Bunlardan bir tanesi hukuktaki tazir cezaları, diğeri de zaruret meselesi. Aslında tazir cezaları da, zaruret meselesi de değişik bir zaviyeden ele alınsa, sisteme fevkalade bir esneklik kazandırır. İkisini müşterek mütalaa edebiliriz burada. Bazılarına göre tazir sınırı belli olmayan hadler demektir. Modern hukukun buna karşı bir tavrı vardır. Bunlar ayrıca konuşulabilir. Eğer bir yeri idare ediyorsanız, bir takım yetki ve sorumluluklarınız varsa, genel idarenin dışında her zaman için hususi, özel durumlarla da karşılaşabilirsiniz. Yani toplum için geçerli olan kural ve kaideler, kimi zaman, -işte bu noktada 'zaruret' devreye girer- geçersizleşebiliyor, yani zaruri durumlar çıkıyor ortaya. Bu noktada 'zaruret' sistemi, genel prensipleri esnek, daha hakkaniyetle uygulanabilir bir hale getiriyor. Tazir cezasıyla düşünülebilir demiştim mesela bazı durumlarda seyyidina Hz. Ömer, normal hadde tabi olan cezaları 'zaruret' gereğince uygulatmamıştır. Böylece hususi durumun mutlaka verilecek cezada nazar-ı itibare alınması prensibi çıkıyor ortaya...

Bu noktada, 'hususi durum' sadece 'kişilerin durumunu' mu, yoksa 'ortam ve zaman' meselesini de kapsıyor mu?

Elbette hepsini kapsar. Zamanın şartları, ortam ve hususiyle de ferdi ilgilendiren meselelerde, ferdin veya fertlerin şartlarına bakılır. Ve İslam hukuku bu mevzuda alabildiğine esnek bir mahiyete sahiptir. Hatta zannediyorum, modern hukuktan, daha modern bir esnekliğe sahiptir. Bazı yanlış ve katı uygulamalardan bahsetmiyorum burada. Maalesef yanlış bir biçimde bazı insanların kafasına İslam, asıp kesen bir din gisi yerleştirilmiş. Oysa İslam'ın ferdi hak ve hürriyetlerde öyle geniş bir alanı ve esnekliği vardır ki... Bu açıdan 'zaruret' bir evrensellik kazandırır. Bir ikincisi zaruret miktarı, mahzurlu şey, mübah olur. Bir zaruret, mahzurlu şeyleri mübah kılar, ve zaruret miktarı mahzurlu şey mübah olur. Bu Kur'an-ı Kerim'in 'Femeniddüre ğeyra bağin vela adin vela isme aleyh' hakikatından istinbat edilmiştir. Bu mevzuda Kur'an-ı Kerim'de üç-dört yerde birbirine yakın ifade de ayet var. Yani bu prensip Kur'an'dan çıkarılmış ve her zaman müracaat edilebilecek temel bir disiplindir. Kıyamete kadar da devam edecektir... İslam hukukunda, fıkıh usulünde, devlet idaresinde önemli bir yeri olduğu gibi, terbiyede, eğitimde de başvurulabilecek önemli bir yeri var zannediyorum. Toplumsal ilişkilerde ve toplumsal yapıda bu iki kavramın büyük yer tuttuğunu belirttiniz. Bugünün toplumsal yapısında bu kavramların yeri ne olabilir?

Biraz farklılık içinde günümüzde de zannediyorum idarecilerin genel durumları veya değişik münasebetlerle idarecilerle temasa geçen insanlar için meşruiyetin yanında zaruret büyük bir önem arz ediyor. Yalnız bir şeyi de gözden uzakta tutmamak gerekiyor. Siz de sorunuzda 'zaruret ve meşruiyet' diye beraber kullandınız ki bu çok önemlidir. Yani bu iki kavramı birlikte mütaala etmek gerekir. Yoksa zaruret adına gayri meşru bir fiil yapılmış olur ki bu çok yanlış olur. Meşruiyet, islamın en önemli meselesidir. İslam dini asla gayrı meşru bir çizgiye müsade etmez. Faydalı bir iş yapacağınıza inansanız da, meşru alanın dışına çıkamazsınız. Zarurette meşruiyyeti aramaktır zaten mesele. Yani hep meşruiyet çerçevesi içinde kalınmalı. Mesela bu toplumun, hususiyle değişik ünitelerinin, dün ve yarın adına, bugünden yapması gerekli olan bazı şeyler var ki, -zaruretten dolayı- meşruiyetin çerçevesini, zaruret miktarınca ve hakkaniyet mucibince genişletebiliyor. Ve çoğu kez, bazı meselelerde zaruret objektif bir fetva haline getirilip herkese tamim edilmese de, kanaati vicdaniyeyle fertlere teklif ediliyor. Yarınlar adına bunlar çok önem arzediyor. Fakat ben bu hususta çok açık bir şey de söyleyemiyorum. Çünkü bir kavram kargaşası var. Bir şey söylüyorsunuz bakıyorsunuz, hiç alakası yokken takiyye yaptığınız söyleniyor. Müdaratı, mümaşatı takiyye ile karıştırıyorlar. Aslında bu türlü şeyle her zaman bahis mevzu olmuştur. O yüzden konuşurken, hüküm verirken bilerek ve doğrusunu öğrenerek hareket etmeliyiz. İslam bu kavramları öyle incelikli ele almıştır ki, önce bu incelikleri kavramamız gerekir.

Takiyye ve Türkiye'deki Oluşumlar [3]

Taha Akyol- Siz de biliyorsunuz ki kamuoyunda bir çevre sizi rejim düşmanı, bir türlü gizli ihtilal hazırlayan, takiyye yapan bir insan olarak görüyor. Acaba bu bir takiyye midir?

-Eğer onların takiyye dediği türden bir şey olsa bunca zaman bir yerden mutlaka sızardı. Öyle anlaşılıyor ki takiyye diyenler zannediyorum Türkiye'de önemli bir oluşuma karşı kendi hesaplarına takiyyeler yaparak onu baltalamak istiyorlar.

Müslümanlıkta Takiyye Olmaz [4]

Zannediyorum hakkımızdaki şeyler ihtimallere bina ediyor. Oysa hukuki disiplin olarak 'hükümler vukuata bina edilir.' Muhtemellere bina edince karıştırırsınız. Ne hukukun mantığı kalır, ne de masum bir kimse kalır. Karşı taraf bir şey isnat ediyor. İhtimal, (İşte siz şunu, şunu yapacaksınız) diyorlar. Mesela (Güç, kuvvet kazanınca siz de politikaya atılabilirsiniz. Şeriat isteyebilirsiniz.) Böyle diyorlar. İran'dan sonra terminolojimize çok şey girdi. Bunları değerlendiriyorlar. Takiyye olarak bakıyorlar.

Çok tekrar ettikleri bir konu var, takiyye yapma mevzuu. Takiyye Sünni geleneğinde yoktur. Din kitaplarımızda hiç yoktur. Takiyye, Şii anlayışında, İran Şiiliğinde mevcuttur. Çünkü bizdeki saf Alevi vatandaşlarımız takiyye bilmezler. Fakat Fars Şiiliğinde vardır. Sünni bünyesinde gelişmiş olan İmam Cafer-i Sadık hazretlerine isnat ederler. Yani İmam Cafer gibi mazbut, muntazam bir insanın, böyle çarpık bir düşünce ifade edeceğine inanmıyorum. Kaldı ki, İmam Cafer hazretleri böyle bir şey söylese bile, Allah Resulü 'Aldatan bizden değildir' diye buyuruyor.

Müslümanlıkta takiyye olamaz. Ama terminolojiden habersiz bazı kişiler önlerine gelen herkese 'Siz bugün böyle davranıyorsunuz, ama yarın ne malum şöyle davranmayacağınız'' Bu öyle bir şey ki, çevirseniz bu sefer ona söylersiniz: 'Sen bugün Kemalist görünüyorsun, Atatürkçü görünüyorsun, laik görünüyorsun ama yarın bir Marksist, Leninist, Maoist görünmeyeceğin nereden belli

Takiyyeden Söz Ediliyor [5]

Gülen: İçimde bir ukde yok. Ben samimi olup olmadığım açısından kendimi sorguluyorum bu konuda. Bir beklentim yok. Allah'ın rızasının ötesinde de hiçbir mülahazam yok.

Asıl Takiyyeci Onlar [6]

Hakkınızda kamuoyunda dile getirilmiş olan iddialarla devam etmek istiyorum: Deniyor ki, 'irtica bölücü, takiyyeci, yasa tanımaz, anti-demokrat ve gayr-i millîdir. Fethullah Gülen de irticanın içinde olduğuna göre, o da böyledir'.

-Türkiye'de kanunlara en fazla saygılı, millî değerlere bağlılık ve milliyetçilik mânâsında millî, hattâ demokrasiye herkesten daha çok saygılı olanlar, genellikle bu ülkenin inançlı insanlarıdır. Esas bu iddiada bulunanlar, ülke insanını böylesi asılsız ve gerekçesiz isnatlarla paramparça ettikleri için takiyyeci, anti-demokrat, yasa tanımaz ve gayr-ı millî görülmeye daha lâyıktır.

- Efendim, sizin gerçek niyetinizi gizlemek için takiyye yoluna başvurduğunuz fakat zaman zaman mesela Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusu Hasan el Benna'yı sevdiğinizi söylemekle gerçek niyetinizi ortaya koyduğunuz şeklindeki görüşlere cevabınız ne olacak?

- Merhum Hasan el-Benna'yı tanımak ve bazı yanlarını takdir etmek suç olmasa gerek. O, şiddeti teşvik etmek şöyle dursun, tamamen tasavvufî bir zeminde yetişmiş ve bir öğretmen olarak, İslâm'ı sadece fırsat bulduğu her yerde anlatmıştır. Esasen şiddet, İslâmî hareketlerin, bitirilmek ve İslâm'ın imajını karartmak için bizzat düşmanları tarafından içine çekildiği veya çekilmeye çalışıldığı bir bataklıktır, bir felâkettir. Hasan el-Benna zamanında Müslüman Kardeşler'in siyasetle ve hele şiddetle hiç alâkaları yoktu. Ne zaman ki Hasan el-Benna, onu şiddete ve politikaya çekemeyen düşmanları tarafından şehid edildi; ancak bundan sonradır ki, Nasır gibi bu harekete sızan kimseler bu hareketi politikaya ve daha sonra daha başkaları şiddete bulaştırdılar. Bu tarihî ve apaçık hakikat karşısında, Hasan el-Benna'yı yâdetmemi, kafalarındaki iftira ve töhmet şablonuna uygun görerek beni takiyye ile suçlayanlar, ya cehaletlerini sergiliyorlar veya iftira atıyorlar. Hayatımda her zaman, olduğum gibi görünmeye ve göründüğüm gibi olmaya çalıştım. Bunun tersi demek olan takiyyeye hiç tenezzül etmedim. Ayrıca, bir insana sempati duymanın, onun arzu ettiği sistemi mutlaka benimsemek manâsına geldiğini veya insanların sadece ideolojileri veya müdafaa ettikleri sistemlerden dolayı sevildiklerini doğrusu bilmiyordum!

Takiyye mi Yapıyorsunuz [7]

Yarın bir gün İslami düşünce esasları devlet yönetimi haline getirildiği zaman işte o dördüncü, beşinci derece sayılan şeyler insanlara zorla kabul ettirecek, başları zorla örttürülecek diye bir endişe var. Bütün bunlar takiyye midir. Daha doğrusu takiyye mi yapıyorsunuz?

-Bu İslam'ın esaslarını bilmemekten kaynaklanıyor olabilir. Eğer öyle bir yanlışlık yapılırsa, İslami öğretilere ters yapılmış olur bence. Bu İslam'ı, Müslümanlığı bilmeden yapılmış olur. Yani, Müslüman, isteyen başını kapatır. Müslümanlığın o mevzudaki bütün emirlerine riayet eder, bir başkası Müslümanlığa inanmıyorsa, ve ateistse, o insan hiç bir şeye inanmıyorsa, onu kendi anlayışıyla kendi hayat tarzıyla baş başa bırakacaksınız. Eğer İslam prensipleri toplumun hayatına taşınınca bu iş yapılacak şekilde endişe duyuyorsak işin o yanının İslam olmadığını bilmek lazım. O yan İslam değildir. Millete baskı yapma meselesi İslam değildir.


[1] TRT Ateş Hattı Programı, Reha Muhtar'a Verdiği Cevaplar, 3 Temmuz 1995
[2] Zaman, Eyüp Can'ın Ufuk Turu Röportajı, 14 Ağustos 1995
[3] NTV Püf Noktası Programında Taha Akyol ve Cengiz Çandar'ın Gülen'le Röportajı, 27 Şubat 1998
[4] Akşam, Orhan Yurtsever'in Röportajı, 13 Mart 1998
[5] Milliyet, Özcan Ercan'a Verdiği Mülakat, 5 Nisan 1998
[6] Aksiyon, Bazı İddialara İlişkin Verdiği Cevaplardan, 6 Haziran 1998
[7] Hürriyet, Fethullah Gülen'le Yapılan Röportaj, 27 Ocak 1995

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.