İslâm'ı Amerika'da Anlatma
Kur'an-ı Kerim'de, Efendimiz'e (sav) sorulan pek çok sorulardan bahsedilir ve bunların cevapları verilir: Sana soruyorlar..." diye başlayan bu âyetlerde, meselâ, "Sana ruhtan soruyorlar... Sana hilâllerden soruyorlar..." denir. Cevap da, her zaman mutlaka sorudaki maksada göre değil, sorana faydalı olacak şekilde gelir. Meselâ, Efendimiz'e, "Neden bu ay böyle büyüyor, küçülüyor? Dolunayken, her gün bir yanı âdeta kemiriliyor, iyice görünmez hale geldikten sonra tekrar büyümeye başlıyor?" diye soruyorlar. Efendimiz (sav), buna bugün bilimin yaptığı gibi, "ay, dünyanın bir uydusudur. O, dünyanın etrafında, dünya da güneşin etrafında döner. Bu dönüşte, güneşin ışığı aya derece derece yansır. Bu yansımaya göre de o, her gün değişik büyüklükte görülür" diye cevap verseydi, bu bilginin onlara hiç faydası olmayacaktı. Hattâ, kafaları karışacak, belki inanmayacaklardı da. Kur'an-ı Kerim, bu soruya, ayın hareketlerinin hayatımızdaki yeri, önemi ve ifade ettiği manâ açısından cevap verir ve "Ayın o halleri, insanlar ve hacc için bir takvimciliktir" buyurur. Yani, "Ayın hareketlerine göre zamanı, ayları, yılları ayarlar; hacc günlerini bilirsiniz" der ve meseleyi, o hareketin faydası ve fonksiyonu nokta-i nazarından ele alır. Ruh konusunda da, "Ruh nasıl bir şeydir? Yer kaplar mı? Ağırlığı var mıdır? Niye görülmüyor?" mülâhazalarıyla sorulan ve bu yanıyla da insanı çok ilgilendirmeyen bir soruya da, Üstad'ın tefsiriyle, "Ruh, zîşuur bir kanun-u emrîdir" diye cevap verir. İslâm'ı anlatmada bunlar da bize ışık tutmaktadır.
İslâm'ın usûlü vardır; bir de bu usûle dayalı fürûu vardır. İman esasları usûldür, bunların üssü'l-esası da Allah'a imandır. Diğer iman esasları, Allah'a imanın lâzım-ı gayr-ı müfârıkı, yani onsuz düşünülemeyecek levâzımıdır. Bu noktada, meselâ, haşir akîdesini anlatırken, 10. Söz'de olduğu gibi, meseleyi Allah'a bağlayarak, O'nun isimlerinin tecellisine oturtarak anlatmak, hem gerekli hem de faydalı olan bir yoldur. Bu da, tabiî ki önce Allah'a inanmayı ve O'nu isim ve sıfatlarıyla tanımayı gerektirir. O halde önce, her bakımdan ağırlık verilmesi gereken Allah'a iman, O'nu tanıma ve belli bir marifet noktasına ulaşmadır.
Allah'a iman, arz etmeye çalıştığım gibi, diğer iman esaslarına inanmayı da gerektirir. İman esaslarına göre, İslâm'ın şartları füruâta girer. İslâm'ın şartlarına göre, diğer ahkâm füruâta girer. Bir örnek: Henüz başını örtmeyen bir kadın, bir müftüye gidip, "ben başımı örtemiyorum; hacca gitmek istiyorum, ne yapayım?" diye sorar: Müftü efendi, "boşuna yorulma; başını kapatmadıkça, haccın kabul olmaz" diye cevap verir. Halbuki, hac ayrı bir ibadettir, başın kapatılması ayrı bir emirdir. Birinin yapılmaması, diğerinin yapılmamasını gerektirmediği gibi, şartlarına riayet edilerek yapılan bir vazife, diğerinin kabulüne mani olmaz. Kaldı ki hac, İslâm'ın beş şartındandır. Başı örtme ise, bu beş şart içinde olmayan bir emirdir. O kadın hacca gider, bir şartı yerine getirmiş olur ve büyük ihtimal, bundan sonra da gönülden Allah'a yönelir. Maalesef, bu hususlar yeterince idrak edilemediği için büyük hatalar yapılıyor. Başı örtme emri, Efendimiz'in peygamberliğinin 18 veya 19. yılında ve Medine döneminde gelmiştir. O zamana kadar böyle bir emir yoktu ve Müslüman kadınların başları kapalı değildi. İçki, üç merhaleli olarak yasaklanmıştı. Bedir ve Uhud şehidlerinden belki pek çoğunun kursağında, şehid olduklarında içki vardı. Hattâ, içki yasağı gelince, bazıları bu şehidlerin durumu ne olacak, kursaklarında içki ile gittiler diye endişeye düşünce, "Allah, o önce yaptıklarınızdan dolayı imanınızı, yani o zamanki amellerinizi, kazandıklarınızı zayî edecek değildir" âyetiyle onları rahatlattı. O dönemde, zihinler ve kalbler hazırlana hazırlana tebliğ yapılmış ve ahkâm vaz' edilmişti.
Bu, İslâm'ı anlatmada dikkat edilmesi gereken hususlardan biridir. İkinci olarak, bazı kaidelerin, bütün içindeki yerini göstermeden, kendine has manâ ve fonksiyonuyla anlatılması, anlatılsa da, inandırılması zor olabilir. İman, ibadet, ahlâk, hattâ toplum ve iktisad esasları ve değerleri üzerine kurulmamış bir yapıda, İslâm'ın, bazılarınca serrişte edilen yanlarıyla işe başlarsanız inandırıcı olamazsınız. Böyle durumlarda, aynen Kur'an'ın yukarıdaki hilâl ve ruhla ilgili sorulara verdiği cevaplarda yaptığı gibi yapmak lâzımdır. O meseleleri, şahıs, zemin ve şartlar planında, o şahıs, zemin ve şartlara en uygun düşecek şekilde cevaplamak gerekir. Yerine göre, "bu hususu şu anda konuşmayalım; konuşsak da, kalb ve zihin tatmin olamayabilir" demek; yerine göre de, o meselenin o an için anlaşılabilecek yanlarını nazara vermek icap eder."
- tarihinde hazırlandı.