İlhamın Hakkını Vermek
Klasik temel kaynaklarımızın mütalaasında, ya onlara 'eski' damgasını vurup reddetme veya Kur'an ve Sünnet makamına çıkarma gibi bir ifrat ve tefrit hali, bugün İslâmî ilimlerin inkişafının önünde bir engel gibi durmakta. Geçmişin zengin müktesebatı, doğru anlayamama barajına takılmış gibi. Aslında, yapılması gereken şey, kendi dönemlerinin çocukları (ibnü'l-vakt) olan bu insanların anlaşılıp, orijinalliklerinin ve tespitlerinin avlanması, ama o bilgileri sadece fişleyip işleyerek ilhamlarımızın önünün kesilmemesidir.
Mesela, tefsir okunurken sarih olarak Kur'an veya Sünnet'in emri değilse, tefsircinin yorumlarına dikkatli yaklaşılmalıdır. Çünkü her insanın üzerinde, içinde yaşadığı çağın ve o çağın kültürünün mutlaka bir tesiri vardır. Nitekim tefsir sahiplerinin yaşadıkları dönemler nazar-ı itibara alındığında, kendilerine ait yorumlarda çok isabetli görünseler bile kendi çağlarının tesiri altında kaldıkları müşahede edilecektir. Mesela evrim teorisinin zirvede olduğu dönemlerde yazılan tefsirlere bakıldığında, Kur'an'da yaratılış inancı müsellem olduğu halde, yine de evrim nazariyesine mümâşâtın yapıldığı görülecektir.
Muasır İslâm düşünürlerinden Allâme Hüseyin Cisr, kendisine evrim teorisi hakkında soru sorulduğunda, 'Bu mesele henüz bir nazariyedir. Pozitif olarak ortaya konduğunda ben bunu, Kur'an ayetleri ile telif edebilirim.' cevabını vermiştir. Bu örnekten de anlaşıldığı gibi, insanlar ne kadar devâsâ olurlarsa olsunlar kendilerine ait yorumlarında çağlarının tesirinde kalabilmektedirler. Ancak burada şunu da ifade etmeliyim ki; bizim için birer ayaklı kütüphane hükmünde olan bu tür âlim zatların eserleri mutlaka okunmalı, ama kendi ilhamlarımızın kolu ve kanadı kırılmamalıdır. Çünkü bizim de çağın ilim ve idrak anlayışına göre bazı orijinal yorumlar getirmemiz her zaman mümkündür.. ve bu tür yeni yorumlar ortaya koymak da, nasları sarsma ve onları farklı anlama demek değildir. Elverir ki, bu iş samimi ve ehliyetli insanlar tarafından yapılsın.
Mecelle'nin meşhur kanununa göre 'Zamanın değişmesiyle ahkam değişir.' Zamanla gelen ahkam, zamanla değişir. Zamanı aşarak, zaman üstü gelmiş ve ebede gitmeye namzet olan şeylere gelince onlar asla değişmez. Dinde, örf, adet ve ananeye bağlı verilmiş hükümler vardır. Bu hususlar hakkında ne Kitap'ta, ne de Sünnet'te delil yoktur. Bunlar zamanın ilcaatıyla ortaya konmuş hükümlerdir ve bir başka zaman da kaldırılabilirler. Bunun gibi şahıslara ait, zamanın, içinde bulunulan devrin gereği ve zorlamalarıyla ortaya konmuş bazı yorumlar vardır ki, bunlar ilme ve fünûna açık yorumlardır ve günümüzde de bu kabil pozitif neticeler oldukça çoktur. Bu itibarla günümüzün insanı belki bir ölçüde daha şanslı sayılabilir ve vereceği kararlarda daha rahat olabilir. Ancak bu, 'bütün bütün kitaplara sırtını döneceksin, eskiyi atacaksın, yeniyi alacaksın' düşüncesi demek de değildir. Burada hemen şunu da ifade etmekte fayda mülahaza ediyorum: Hayırlı seleflerimizin kaleme aldıkları ve günümüze kadar gelen, bizim de çokça istifade ettiğimiz eserler, büyük birer emek mahsulüdürler. Şüphesiz ki onlar samimi ve ehliyetli kimselerdi; en azından İslamî terbiyemiz bizi böyle düşünmeye sevk etmektedir. Nitekim Hz. Musa, peygamber olduğu halde Hz. Hızır'dan ders almış ve hatta Hz. Hızır O'na muvakkat da olsa rehberlik yapmıştır. Aslında, ilim ve fikir dünyamızın şekillenmesinde, okuduğumuz eserlerin katkılarını görmemezlik de nankörlük olur. Hayırlı seleflerimize saygı, Kur'an ahlakının (Haşr, 59/10) bir gereğidir de aynı zamanda. Ayrıca ben, kültür mirasımızın tam manasıyla tetkik edildiğini ve onların çok iyi anlaşıldığını zannetmiyorum. Özellikle de fıkıh ve fıkıh metodolojisinin her yönüyle orijinal, zenginleşmeye açık ve asırları kucaklayabilecek bir vüsatte olduğu kanaatindeyim.
Ancak eskiyi anlarken eskice anlamayıp ona yeni buudlar kazandırmak lazım. Öyle eskiler vardır ki beşerin fikir muhassalasıdır ve bugünkü insanların onu sırtlarına almaları ayıptır. Ancak, bazı eskiler de vardır ki eskimez kaynaklardan geldiği için hep yenidir, adeta zamanla yarışır gibidir ve hâlâ ter ü tazedir. Burada yine insanın dimağı, muhakemesi, bilgi ufku ve ilhamlarına çok şey düşmektedir.
Evet, kitapları okuyup didik didik etmek, gereken yerleri fişlemek daha sonra bunların üzerinde durmak bizim için bir vazifedir. Mutlaka yazılan her şeyin kadri bilinmelidir ve bu aynı zamanda bir kadirşinaslıktır. Bütün bunların yanında insanın, sadır ve sinesi de, her zaman okunmaya açık tutulması gerekli olan ve bu mevzuda kadirşinas davranılması gerekli olan bir kitaptır. İnsan böyle bütün bütün dimağını, ilhamlarını dışlayıp zekasının ulaşabileceği derinliklere karşı kapalı kalırsa, kendi his, şuur ve ilhamlarına karşı kadirnâşinaslık yapmış olur. Burada müşahhas bir örnek olması açısından Bediüzzaman'ı vermek mümkündür. O, kendinden önceki seleflerinin eserlerini okumuş, onlardan azami derecede istifade etmiş, ancak her meselede onların arkasından gitmemiş ve kendine göre Kur'an ve Sünnet'e dayalı bir sistem kurmuştur. Bunu eserlerinin tamamında görmek mümkündür. Mesela Haşir risalesinde haşir akidesini, seleflerinden farklı olarak, esmâ-i ilahiye pencerelerinden bakarak değerlendirip izah etmiştir. Bu konuda kendisine ilham kaynağı olan Razi'nin Tefsir-i Kebir isimli eserinden istifade eden Bediüzzaman, esmâ-i ilahiye yörüngeli bir haşir akidesini, Haşir risalesi isimli eserinde nakış nakış dokumuştur. O, haşrin her meselesini Allah'ın değişik isimlerine atıflar yaparak izah etme yoluna gitmiş ve bu sayede de tıpkı mütekabil aynalar odasında olduğu gibi ele aldığı meseleler ayrı bir derinlik kazanmıştır. Haşir risalesi çok okunduğunda zannediyorum bu derinlik daha iyi anlaşılacaktır.
Hasılı insan, fizikten kimyaya, astronomiden astrofiziğe ondan Kitap'a ve Sünnet'e uzanan çizgide daima ilhamlarının gemini gevşek tutmalı ve onları mahmuzlayarak yeni ufuklara koşmalıdır.
- tarihinde hazırlandı.