Fesat Şebekeleri Karşısında Tesbih u Takdis İle Beslenmek
Fesat şebekelerinin başında bütün bir dünyayı herc ü merc eden Deccal gelir. Deccal; yalancı -hatta mübalağalı bir isim olması hasebiyle- kendi yalanına kendisi de inanacak derecede profesyonel bir yalancı demektir. Peygamberlerin davasını ifsat etmeye çalışan herkese bu isim verilegelmiştir. Efendimizden (sav) önce bir hayli Deccal ortaya çıktığı gibi bir o kadar da O'ndan sonra zuhur etmiştir. Hatta, O'nun hayat-ı seniyelerinde, yani ışık ve nur döneminde bile Müseylemetü'l-Kezzab gibi, Secah gibi ve bir aralık irtidad eden Tüleyha -ona da denecekse- gibi Deccallar zuhur etmiştir.
Deccalları tavsif mevzuunda Efendimizden şerefsüdur olan hadis-i şerifler her dönemin Deccalını ayrı tarif ettiği için, genelde resimler farklı farklıdır. Mesela, Cengiz ile Hülagû'nun deccaliyetini anlatırken, 'gözleri çukurca, elmacık kemikleri çıkık, yüzleri ablak ve kalkan yapısında, ayaklarında çarık var' demek suretiyle onların simaları çizgi çizgi anlatılır ve en karakteristik yanları üzerinde durulur. Yine Efendimiz'in değişik zaman dilimlerinde müslümanların içinde zuhur edecek ve İslam'ı tahrif hesabına nifak düşüncesini temsil eden dünya kadar insan tarifi vardır ki, siz onların Marks, Lenin, Troçki gibi profesyonel yalancılar olduğunu hemen anlayabilir ve 'tam onları anlatıyor' dersiniz. Bu dönemlere has olarak Efendimiz (sav), onların getirmiş olduğu sistemlerin adeta Ye'cüc-Me'cüc gibi Müslümanları muhasara altına alacağını, ciddi kıtlıkların yaşanacağını, semadan bir damla yağmur düşmeyeceğini, zeminin bir rüşeym bile bitirmeyeceğini ve insanların sefalet içinde kalıp açlıktan öleceklerini haber verir. Nitekim bu sözler karşısında adeta şoke olan Sahabe efendilerimiz endişe içinde 'Öyleyse ne yiyecekler ey Allah'ın Rasulü?' derler. Efendimiz de: 'Onlar, tesbih u takdisle beslenecekler' buyurur. Öncelikle Efendimiz'in bu cevabı bazılarınca yadırganabilir, bizce değil. Bilindiği gibi, Efendimiz, savm-ı visale devam ettiğinde sahabe-yi kiram da aynı şeyi yapmak isteyince, buyurmuşlardı ki: 'Siz yapmayın, ben sizin bilmeyeceğiniz bir şekilde yediriliyor ve içiriliyorum.' Dolayısıyla İnsanlığın İftihar Tablosu'nda mucize şeklinde zuhur eden 'O, beni yediren, içirendir, hastalandığım zaman bana şifa verendir.' (Şuara, 26/79-80) gerçeği; müminlerde de bir ikramı ilahi olarak, ya da daha enfes manasıyla keramet şeklinde tecelli edebilir. Hassaten küfrün ezici ve kâhir bir güçle Müslümanların üzerine geldiği bir dönemde, her şeye rağmen Müslümanlıktan vazgeçmeyen insanların 'Sübhânallâhi ve bi hamdihî subhânallâhilazîm' demeleri, bir yandan kafirlerin şerrinden siyânetlerine vesile olurken diğer yandan da ruhanileşmeleri ölçüsünde onları maddi gıdadan müstağni kılacaktır. Çünkü bu kelime-i mübarekeden daha câmi (kapsamlı), celâli cemal yanında, cemâli de celal yanında ifade eden bir tesbih yoktur.
Tekke ve zaviyelerde bugün dahi insanların bazen kırk gün bir şey yemeden durdukları bilinen hadiselerdendir; bir insan eğer kırk gün bir şey yemeden durabiliyor ve vücudun yaşamı için gerekli olan kaloriye ihtiyaç hissetmiyorsa, bu, insanlar yerinde çok az bir şeyle de geçinebilirler demektir. Nitekim Hz. Bediüzzaman, bir lokma ekmekle altı ay idare ettiğini ifade ediyor. Buna göre onların rızkı 'Sübhânallâhi ve bihamdihi subhanallâhilazîm' tesbihidir denebilir.
Bu tesbih u takdisle alakalı yine Üstad Hazretleri şöyle der: 'Burada bir subhanallah dersin, orada bir meyve-i cennet yersin.' İhtimal Allah (celle celâluhu) bazılarının meyvelerini burada da ihsan ediyor. Buna misal teşkil edecek bir hususu burada anlatmakta yarar mülahaza ediyorum:
Henüz 12-13 yaşlarında iken, Abdülhamid'e yaverlik etmiş Meded Efendi adında bir şahısla beraber aynı binada kaldım. İttihatçılar 31 Mart hadisesinde Abdulhamit'i tahttan indirince onu da deli diye tımarhaneye atmışlar. Tuhaf halleri vardı.. Alvar İmamı onun hakkında, 'Bu, ermiş, fakat farkında değil derdi.' İşte onunla kaldığımız dönemlerde her gün bana pardösüsünün cebinden portakal çıkarır verirdi. Çocukluk bu ya.. bu cep bu kadar portakal alır mı dedim ve bir gün elimi o cebe soktum; bir de ne göreyim, cebin dibi delik..!
Hasılı; Üstad gibi, o insanlar da, kendilerini evrad ü ezkara verir, dolayısıyla tesbih, takdis, tahmid onların hayatlarında önemli bir yer işgal eder ve çok az bir şeyle kifaf-ı nefs edebilirler. Böylece tıpkı tekke ve zaviyelerde kendilerini ibadet ü taata vermiş çile çeken insanlar gibi onlar için de esbap bilkülliye sukût edebilir ve bizim için günde üç defa sofraların inip kalkmasına mukabil onlar sadece bellerini doğrultabilecek kadar yer, açlıklarını giderir, ötesini de gereksiz sayarlar. Dolayısıyla az yer, az içer, az uyur.. hayrete varır ve O'nda fâni olabilirler. Yoksa bütün bütün cismaniyetleri üzerlerindeyken 'Hiçbir şey yemezler.' demek doğru değildir.
- tarihinde hazırlandı.