Merhum Şaban Düz Hocaefendi

Hayatını ilim, irfan ve Kur'an hizmetlerine adamış bir hizmet insanı Şaban Düz Hocaefendi 14 Nisan 2006'da vefat etti. Annesi Hürmet hanım, babası Halim Efendi idi. 1 Mart 1926'da İzmir'e bağlı Bayındır ilçesinin Arıkbaşı köyünde doğan Şaban Düz'ün üç çocuğu vardı.

Salih Tanrıbuyruğu'nun talebesi olan Şaban Düz 1949-50 yılarında Kestanepazarı Kur'an Kursu'nun resmi kurucuları arasında yer aldı. Daha sonraları aynı kursta fıkıh ve akaid dersleri veren Şaban Düz Hocaefendi, 1951 yılında Gediz müftüsü İmadettin Bey'in kızı ile evlendi.

1959 yılında Şadırvan Camii ve 1966'da Hisar Camii vaizlik görevlerinde bulundu. Yine İzmir'de Hatay semtinde Yüzbaşı Hasanağa Camii ile Kemeraltı semtinde bulunan Fettah Camii'nde imamlık yaptı. 12 Mart 1971'den sonra Aydın'ın ilçesi Nazilli'ye sürgün olarak gönderildi. Orada 2 yıl kaldı.

1966'dan 1971'e kadar Fethullah Gülen Hocaefendi ile aynı çatı altında, Kestanepazarı Kur'an Kursu'nda beraber olan Şaban Düz Hocaefendi, 12 Eyül 1980'de kapanan Milli Gençlik Vakfı'nın da kurucularındandı. 12 Eylül'den sonra Muradiye Vakfı İzmir Şubesi'nde hizmetlerini devam ettirdi. Bununla birlikte çeşitli yerlerde imam hatiplik ve vaizlik yaparak binlerce talebe yetiştirdi.

Merhum Düz'ün torunu Ali Özboyacı dedesi için, 'yaşlı olmasına rağmen son anına kadar hizmetlerini devam ettirdi, talebe yetiştirmekten vazgeçmedi' şeklinde değerlendirmede bulundu.

14 Nisan 2006 Cuma günü vefat eden Şaban Düz Hocaefendi, aynı gün Hatay Murat Reis Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Pınarbaşı Işıkkent Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Şaban Düz Kestanepazarı'nı Anlatıyor

Kestanepazarı'nın geçirilen sıkıntılı devreleri en yakından bilen ve o devreleri bizzat yaşayanlardan birisi de hiç şüphesiz Şaban Düz hocadır. Yokluk ve kıtlığın her türlüsüne maruz kalınan o günleri şöyle anlatmaktadır:

Şekersizlikten hepimiz rahatsız olmuştuk. Rahmetli Hocam Hacı Salih Efendi, eczacı Abdüsselam Bey'i çağırmış ve durumumuzu ona haber vermişti. Abdüsselam Bey bizleri muayene etti. Sonra da 'Hocam, yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Ya hepinizi sıcak ütü ile iyice ütülemem lazım ya da senin teheccüdden sonra dua etmen lazım. Dua'dan başka çare yok.' dedi.

Ekmek kıtlığı vardı. Talebelerin yiyecek ekmeği yoktu. Hocamız, köylere gider, rica ile minnet ile oralardan ekmek toplar ve bizlere onları yedirirdi.

Ekmek karne ile veriliyordu. Hepimiz o sırada delikanlıyız. Karne ile verilen ekmek iki lokmada bitiyor. Ama ne yaparsın başka çare de yok.

Bir gün Hocamıza (Hacı Salih Efendi) sormadan gidip çaydanlık aldım. Küçük bir çaydanlık. Kuru ekmek yemek zor oluyor. Hiç olmazsa çayla beraber yiyelim diye. Akşam namazından çıktık. Salih Efendi'ye yaklaştım ve 'Hocam, Hüseyin Efendi'den bir çaydanlık aldım, parasını ödememiz lazım' dedim. Donup kaldı. Niye aldın? Keşke almasaydın? Şimdi bu parayı nereden bulacağız?' demeye başladı. Sonra da 'Getir bakalım, eğer kullanıldığı belli değilse geriye iade edelim' dedi. Çaydanlığı getirdim. Gözlüğünü taktı, her tarafını incelemeye başladı. Hem çaydanlığı inceliyor hem de 'Keşke almasaydın' diyordu. Küçük bir çaydanlığı ödeyecek para yoktu.

Kendisi de bir şey yediği yoktu. Sabah namazında camiye girer. Yatsı namazını kıldırır evine öyle giderdi. Karnı çok acıktığında iki lokma kuru ekmek yerdi.

Onun çalışma şekli ve gayretini günümüzün insanı çok zor anlar. Sabah namazından sonra cemaate döner ya bir tefsirden ya da Tarikat-ı Muhammediye'den bahisler okur, ders yapardı. Cemaat dağılınca talebeleri toplar kime hangi dersi okutacaksa onu okuturdu. Bu dersler saatlerce sürerdi. Çok yorulduğu zaman bir-kaç dakika dinlenirdi. Dinlenme esnasında da boş durmaz ve hafızları dinlerdi. Yorgunluktan bazen uyur kalırdı. Başı öne düşerdi. Fakat, hıfzını dinleten küçük bir yanlış yapsa hemen uyanır 'Evladım ne yapıyorsun' der ve yanlışı düzeltirdi. Kur'an'la öyle bütünleşmiş bir insandı ki, uyurken dahi hemen uyanır ve yanlışı düzeltirdi.

Öğle namazından sonra biraz dışarıya çıkar, bir-kaç esnaf dolaşır gelirdi. İkindi vaktine kadar yine ders okuturdu. İkindiden sonra da bize tecvit dersi verirdi. Yine hafızları dinlerdi. Ve dediğim gibi yatsı namazını da kıldırır ve evine öyle giderdi.

Hacı Salih Efendi, büyük bir hizmet adamıydı. Hayatının sonuna kadar hizmetten ayrılmadı. Zaten öyle hizmet adamları olmasaydı, bugünleri görmemiz çok zordu.

Bir gün bütün talebeleri toplayıp evine götürmüştü. Eskiden evlerde de gömme kazanlar olurdu. Gömme kazanı yaktırdı, hepimizi teker teker yıkadı. Hanım annemiz de bize bir güzel sofra hazırladı. İşte o günü unutamıyorum. Çünkü, kirimiz gitmiş, sırtımız ısınmış üstelik bir de karnımız doymuştu. Bu üçünü bir arada yaşamak unutulacak şey miydi?

Hocamız bir taraftan yokluk içinde, bizlere bir şeyler bulmaya çalışıyor, diğer taraftan da gidip karakolda bunların hesabını veriyordu. Nereden aldın, kim verdi, niçin aldın, soruları hep ensesinde.

O günler cidden zorlu günlerdi. Biz Kur'an'ı gizli gizli odalarda okurduk. Okuduğumuz bilinse belki ipe götürürlerdi. Durum bu kadar içler acısı ve dehşet vericiydi.

Şaban Düz Hocanın Fethullah Gülen Hocaefendi ile Kader Birliği

12 Mart 1971'de verilen askeri muhtıradan sonra tutuklamalar başladı. 2 Mayıs 1971'de Fethullah Gülen Hocaefendi ile beraber bir çok insan göz altına alındı. Bunlardan biri de Şaban Düz hocaydı. Hocaefendi o günleri şöyle anlatıyor:

Ali Rıza Hafızoğlu askeri savcıydı. Ülkücü arkadaşların salıverilmesinde dahli olup olmadığını bilemiyorum. Recep Bey ile Nizameddin Bey de ilk duruşmada bırakıldılar. Kala kala, Harun Hocaefendi, Mustafa Birlik Bey, Kahid bir de ben kaldık. Bizi de mahkemeye götürdüler. Baktım Osman Kara salonda dolaşıp duruyor. Kendisini şahitlik için çağırmışlar. Ama daha sonra onu da tevkif edip arkadan gönderdiler. Harun Hocaefendi, Mustafa Birlik Bey, Kahid Bey ve Şaban Düz Hocaefendi'yi tutuklamışlar. En son beni çağırdılar. Ben onların tevkif edildiklerini duyunca, hakkımda verilecek kararı anladım: Ben de tevkif edilecektim. Onun için de savcının dediklerine hiç aldırış etmedim. Nasıl olsa, ne söylesem netice değişmeyecekti.

Mahkeme tevkifimize karar verince bizi inzibat merkezine geri getirdiler. Her gün bir arkadaş geliyordu. Bir gün Mustafa Asutay Bey'i getirdiler. Bir gün Gültekin Bey'i. Gültekin Bey'in saçlarını da kesmişlerdi. Başka bir gün de Bekir Berk Bey geldi. Yanında çok vefalı arkadaşlarından biri vardı. Paşa'yı da getirdiler. Hasan Aktunç ve İzzeddin Hocaefendi de getirilenler arasındaydı. Hepimiz 55 kişi olmuştuk. Fakat daha sonra bir-iki kişiyi salmışlardı.

Şaban Düz Hocaefendi hastalandı ve yatağa düştü. Sağ olsun Kahid Bey onunla yakından ilgileniyordu. Bademli'de yirmiüç gün kadar kaldı. Arasıra sitem eder ve 'Yazıklar olsun yarım milyon İzmirliye' derdi. O türlü şeyler hiç görmemiş. Evinde Risaleler varmış. Onları da almışlar. Bu mübarek Hocaefendi bütün bütün zulmen buraya getirilmişti ve haklı olarak bir kısım endişeleri vardı. Hatta, Mektubat'tan bana bir yer sormuş ben de bir şeyler söylemiştim. O da kitaptaki o yere bir not düşmüş. 'Burayı Fethullah Hoca'ya sordum, şöyle dedi' demiş. Şimdi ondan da endişeliydi. Ya o ifadeleri bulurlarsa, diyordu. Bunlar karşısına çıkarsa durumu cidden zor olurdu.

Bir gün Şaban Düz Hocaefendi'yi mahkemeye çağırdılar. Ben de koğuşta sırtüstü yatıyorum. Şaban Hocaefendi giderken, başının üstünde bir beyaz kelebek vardı. Uçtu ve pencereden dışarıya çıktı. Ben 'Şaban Hoca'yı bugün salacaklar' diye tefe'ül ettim. İlmi, dini bir yanı olmasa da bir tefe'üldü. O gün Şaban Hocaefendi'yi salmışlar. Geldi, eşyalarını aldı ve gitti. Ondan sonraki günlerde hep iyi düşüncelerine şahit olduk. Zaten öyle faziletli bir insandan da başka şey beklenemezdi.

Şaban Düz Hocaefendi Tutukluluk Günlerini Anlatıyor

2 Mayıs 1971 Pazar günü Karabağlar'da bir dostumun evine gitmiştim. O gün, Mustafa adındaki bu dostumun kardeşi de orada bulunuyordu. Kendisine ne iş yaptığını sordum: 'Hapishanede elektrikçiyim, orada çalışıyorum' dedi.

Ben o güne kadar hep hapishaneleri merak ederdim. Hapishane hakkında hiçbir bilgim ve malumatım yoktu. Muhatabıma durmadan hapishane hakkında bir şeyler sordum. O da bildiği kadarıyla benim sorularıma cevap verdi. Bu cevapları dinlerken üzerime bir durgunluk geldi. Sebebini bilmiyordum. Daha sonra ev sahibinden müsaade isteyip, evime döndüm. Baktım, kapının önünde bir sürü polis duruyor. Kendilerine ne aradıklarını sordum. Bana 'evi aramaya geldiklerini' söylediler. Arama emri olup olmadığını sordum. Cevaben: 'Hocam, unutma sıkıyönetimdeyiz' dediler. Beraberce eve girdik. Aramaya nereden başlamak istersiniz diye sordum. 'Kütüphaneden' dediler. Ve gelişigüzel kitapları indirmeye başladılar. Ben 'Hangi kitapları arıyorsanız size yardımcı olayım' dedim. Öyle demesem bütün kitaplarımı mahvedecekler. 'Risale-i Nur arıyoruz' dediler. Kütüphanemde bulunan Risale-i Nurlardan hangileri varsa onları indirdim ve 'Buyurun işte aradığınız kitaplar bunlar' dedim.

'Buyurun merkeze gideceğiz' dediler. Tevkif tezkereleri olup olmadığını sordum. Yine sıkıyönetimi hatırlattılar.

Kaderin cilvesi iki üç saat evvel merak edip sorduğum hapishaneyi şimdi bizzat görecektim. Beni Tepecik İnzibat Merkezi'ne götürdüler. Belimdeki kuşağı, gözümdeki gözlüğü hep aldılar. Kendilerine belimin çok rahatsız olduğunu ve eğer kuşağı takmazsam kaskatı kesileceğimi söyledim, fakat dinlemediler. Hele gözlüğüm, 'miyopum' dedim, fakat hiç aldırmadılar. Ayakkabımın bağlarına kadar toparladılar. Sonra da bir berber çağırarak 'Acele et daha arkada elli adam var' dediler. Berber saçımı, sakalımı keserken, ben demek ki daha arkadan gelecek çok adam var diye düşünüyordum. Bir iki gün içinde de aklımdan geçenler bir bir olmaya başladı. O günün akşamında Fethullah Hoca'yı da yakalayıp getirdiler.

Yirmidört Gün Sonra Beni Mahkemeye Çıkarıp Tahliye Ettiler

Savcı çok ısrarlıydı. Sürekli bana nurcu olduğumu itiraf etmemi söylüyordu. Ben kendisine 'Beni İzmir'de tanıyan bunca insan var, bunlardan birisi gelip benim nurcu olduğumu söylerse ben de nurculuğumu kabul edeceğim' dedim. 'Bu kitaplar sende ne arıyor' diye sordu. Ben de: 'Ben bir vaizim, binlerce insanın karşısına çıkıyorum ve nurculuk bir cereyandır. Benim öyle bir cereyan, bir vaka olarak kabul edip onun hakkında malumat sahibi olmamdan daha normal ne olabilir' dedim. O yine ısrarla 'Fethullah Hoca'nın Nurcu olup olmadığını' sordu. Ben 'alnında yazmıyor ki bileyim' dedim. Sonra Fethullah Hoca Kestanepazarı'nda benim hoca arkadaşım, yarın bana 'Sen bana nurcu demişsin bunu nereden biliyordun, alnımda mı yazıyordu' derse ben ne derim.

Son olarak Savcı 'Risale-i Nur nasıl bir kitaptır?' diye sordu. 'Kaçamak bir cevap vereyim' dedim ve çok okumadığımı söyledim. Meğer benim kitaplar oradaymış. Savcı kitaplardan birini çıkardı ve 'Çok okumadığını söylüyorsun fakat, bak bu kitaplar nasıl okunmuş?' dedi. Ve kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Sayfaların kenarına çeşitli notlar düşmüştüm. Dolayısıyla o kitapları iyice okuduğum anlaşılmış oluyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. Onlar 'dikkatimi çeken bölümler, onun için çeşitli notlar koymuşum' dedim. O yine 'Risale-i Nur nasıl bir kitaptır?' diye sordu. İyice bunalmıştım. İyi kitaptır desem propaganda yaptı deyip beni mahkum edecek. Kötü kitaptır desem hem yalan söylemiş hem de iftira etmiş olacağım. Cenab-ı Hak gönlüme ilham etti 'Büyük kitaptır' dedim. Ve 'Benim bu kitapları anlamaya ilmim kâfi değildir' dedim. O ise kelimelerin üzerine basa basa 'Biz bu kitapları anlamaya senin ilminin kâfi olduğunu biliyoruz' dedi. Ben 'Efendim' dedim. 'Böyle kısa bir zamanda ve ayak üstü size bu kitapları rapor edemem, çünkü binlerce sayfa. Orada bulunan bir komiser imdadıma yetişti. 'Hocam büyükten maksadınız bu değil mi?' dedi. Ben de 'Evet' dedim. Sonra da döndüğümde ifademi aynen Fethullah Hoca'ya naklettim. Verdiğim ifadeyi yerinde ve güzel bulmuştu. Daha sonra da aramızdaki samimi dostluk devam etti. Beş senelik Kestanepazarı çatısı altındaki beraberliğimizden sonra bu yirmi dört gün aynı çatı altında bulunduğumuz son günler olmuştu. Tabii ki beraberlik için mekan birliği şart değildir. Bizim onunla gönül birliğimiz vardır. Cenab-ı Hak'tan dua ve niyazım bu birlik ve beraberliğimizi ebedi âlemde de devam ettirmesidir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.