Zekât Verilmesi Gereken Mallar - Hayvanlar

Zekât Verilmesi Gereken Mallar - Hayvanlar

Hangi üründen hangi rakama ulaşıldığında ve ne kadar zekât verileceği meselesi, Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) hadislerine dayanmaktadır. Kur’ân, defaatle zekât emrini tekrarlamakla beraber detaylara inmemiş, nisap ve oranlar Allah Resûlü’nün Sünneti vasıtasıyla (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmete tebliğ edilmiştir.

Zekâtta her ürünün nisabı ve bundan verilmesi gereken miktar aynı değildir. Ürüne göre her ikisi de farklılık arz eder. Halk arasında yaygın olarak bilinen 1/40’lik oran bazı zekât mallarında geçerli olsa da, hepsinde böyle değildir. Bu oran, nakit paralar, ticarî eşyalar ve başlangıç itibarıyla koyunlarla ilgilidir. Madenler ve toprak mahsullerinin zekât miktarı farklı olduğu gibi, diğer hayvan cinslerinin de kendilerine mahsus zekât oranları vardır.

Zekât verilmesi gereken mallar; ana hatlarıyla hayvanlar, menkul ve gayrimenkul kıymetler, madenler, ziraî mahsuller ve ticaret eşyasından oluşmaktadır. Bunların her birini kendi kategorisinde ele alarak kısaca açıklamaya çalışalım.

A. Hayvanlar

Zekâta tâbi malların nisap miktarı ve zekât oranları aynı olmadığı gibi hayvanların cins ve yaşlarına göre de bu oranlar farklılık arz etmektedir. Devenin kendine göre bir zekât sistemi olduğu gibi, sığır cinsinin ayrı, koyunların da farklı bir zekât nizamı vardır. Bunların hepsi de bizzat Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından tespit edilmiştir. Şimdi sırasıyla bunlara bakalım.

1. Deve

Bilindiği gibi deve, daha çok çöl ikliminin ağırlıklı olduğu sıcak bölgelerin hayvanıdır. Dolayısıyla ülkemizde hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bununla birlikte diğer Müslüman ülkelerin çoğunda hâlâ deveden çok yönlü istifade edilmektedir. Asr-ı Saadet’te de deve revaçta olan bir hayvan idi. Âdeta o, bölge insanıyla bütünleşmiş ve onun her şeyi olmuştu. Yeri geldiğinde binek olarak kullanılır ve sırtında yük taşınır; yeri geldiğinde de et ve sütünden istifade edilirdi. Aynı şekilde o, yünü itibarıyla ayrı bir ehemmiyet arz ettiği gibi, çölde gölgelik olarak da insanların birinci sığınağı durumundaydı.

Bunun yanında deve, o günün toplumunda maddî gücün bir göstergesiydi. Tebük seferi münasebetiyle durumunu arz eden Ka’b İbn Mâlik’in (radıyallâhu anh) sözlerinden de anladığımıza göre, o gün için iki deveye sahip olmak zenginlik alâmeti sayılıyordu. Çünkü Ka’b İbn Mâlik, çıkılan bu seferden geri durmak için maddî açıdan hiçbir engelinin olmadığını, o güne kadar elde edemediği iki deveye o gün sahip bulunduğunu anlatarak pişmanlığını ifade etmiş ve bilindiği üzere bu doğru sözlülüğünün mükâfatını da, tevbesinin kabul edildiğine dair gökler ötesinden gelen fermanla almıştı.[1]

Deve, bugün bile çöl ikliminin hâkim olduğu ülkelerde hâlâ ekonomik bir gücü ifade etmektedir. Dolayısıyla ondan zekât alınması bugün de söz konusudur. İslâm’ın develerin zekâtıyla ilgili ortaya koyduğu hükümler, Enes İbn Mâlik ve Abdullah İbn Ömer’in (radıyallâhu anhum), Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) yaptıkları rivayetleriyle tespit edilmiştir. Enes İbn Mâlik (radıyallâhu anh), develerin zekâtıyla ilgili olarak, kendisinin de içinde olduğu resmî bir yazışmayı anlatırken şu malumatı vermektedir:

Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh), Hazreti Enes’i (radıyallâhu anh) Bahreyn’e gönderdiği zaman, ona aşağıdaki talimatı yazılı olarak vermiş ve altını da Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) mührü ile mühürlemişti. Mühre nakşedilen yazı, üç satır hâlinde idi. Birinci satırda Muhammed, ikinci satırda Resûl, üçüncü satırda da Allah yazılı idi. Bu mektupta şunlar yazılı idi:

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu, Allah’ın da Resûlüne emretmiş olduğu, Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) da Müslümanlara farz kıldığı zekât hükümleridir. Müslümanlardan her kimden bu, usûlünce talep edilirse, derhal versin. Kimden de belirtilenden fazlası istenirse vermesin.

24 ve daha aşağı miktardaki deve için vacip olan zekât, her beş devede bir koyundur. Develerin sayısı 25’e ulaşınca 35’e kadar iki yaşına basan dişi bir deve; eğer bu yoksa ikisine basan erkek bir deve; 36’ya ulaşınca 45’e kadar üç yaşına basan dişi bir deve; 46’ya ulaşınca 60’a kadar dört yaşına basan dişi bir deve; 61’e ulaşınca 75’e kadar beş yaşına basan bir deve; 71’e ulaşınca 90’a kadar üç yaşına basan iki dişi deve; 91’e ulaşınca 120’ye kadar dördüne basan iki kişi deve; 120’yi aşınca her kırk için üç yaşına basan bir dişi deve; (Bundan sonra) her 50 devede dördüne basan bir deve zekât olarak verilmesi gerekir. 4 devesi olana zekât düşmez, sahibi nafile olarak verirse o başka. 5 devesi olana bir koyun düşer.”

Bundan sonra koyunların zekâtını bildiren mektubun sonunda şu ifadeler yer almıştır: “Zekât korkusuyla, ayrı olanların araları birleştirilmez, birleşik olanlar da ayrılmazlar. İki ortağın malından alınan zekâtta her ikisi de adalet üzere birbirlerine müracaat ederler. Zekât olarak çok yaşlı, ayıplı ve (koç, teke gibi) döl hayvanı verilmez; zekât memuru kabul ederse o başka…

 Kimin deve sayısı, zekât olarak beş yaşına basan bir deve vermeyi gerektiren miktarı bulur ve fakat sürüsünde bu olmaz da dördüne basan deve olursa, o kimseden bu kabul edilir ve mümkünse ekstra iki koyun veya yirmi dirhem daha alınır.

Kimin zekât olarak dördüne basan deve vermesi gerekirse ve fakat sürüsünde bu olmaz da beş yaşına basan bir deve olursa, ondan bu kabul edilir, zekât memuru ona yirmi dirhem veya iki koyun verir.

Kimin zekât olarak dördüne basan deve vermesi gerekir, fakat sürüde bu değil de üç yaşına basan dişi deve olursa, ondan bu kabul edilir, ekstra iki koyun veya yirmi dirhem daha alınır.

Kimin zekât olarak üç yaşına basan dişi deve vermesi gerekir, ancak bu vasıfta devesi olmayıp dördüne basan devesi varsa, kendisinden dördüne basan deve kabul edilir ve zekât memuru kendisine yirmi dirhem veya iki koyun öder.

Kimim zekât olarak üç yaşına basan dişi deve vermesi gerekir, fakat bu olmaz da iki yaşına basan dişi devesi olursa, ondan ikinci seneye basan dişi deve kabul edilir, ekstra yirmi dirhem veya iki koyun daha verir. Kimin zekât olarak iki yaşına basan dişi deve vermesi gerekir de elinde bu olmaz, üç yaşına basan dişi devesi olursa, kendisinden bu kabul edilir, zekât memuru yirmi dirhem veya iki koyun verir.

Eğer mükellefin verebileceği, iki yaşına basan dişi devesi yoksa, ikisine basan erkek devesi varsa, bu ondan kabul edilir, beraberinde bir ödeme gerekmez.”[2]

Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) talimatında yer alan deveyle ilgili zekât miktarını şu şekilde özetleyebiliriz:

  • 5-9 arası: 1 koyun
  • 10-14 arası: 2 koyun
  • 15-19 arası: 3 koyun
  • 20-24 arası: 4 koyun
  • 25-30 arası: 2 yaşında 1 dişi deve
  • 36-45 arası: 3 yaşında 1 dişi deve
  • 46-60 arası: 4 yaşında 1 dişi deve
  • 61-75 arası: 5 yaşında 1 dişi deve
  • 76-90 arası: 3 yaşında 2 dişi deve
  • 91-120 arası: 4 yaşında 2 dişi deve

Develerin sayısı 120 oluncaya kadarki nisap ve zekât miktarları üzerinde icma olmakla birlikte, bu sayıdan sonrası hakkında ihtilâf bulunmaktadır. Biz burada cumhurun yani çoğunluğun görüşünü vereceğiz. Buna göre her elli devede dört yaşında bir dişi deve, her kırk devede üç yaşında bir dişi deve gerekmektedir. Bunları da bir cetvelle göstermek gerekirse;

  • 121-129 arası: 3 yaşında 3 dişi deve
  • 130-139 arası: 4 yaşında 1 ve 3 yaşında 2 deve
  • 140-149 arası: 4 yaşında 2 ve 3 yaşında 1 deve
  • 150-159 arası: 4 yaşında 3 dişi deve
  • 160-169 arası: 3 yaşında 4 dişi deve
  • 170-179 arası: 3 yaşında 3 ve 4 yaşında 1 deve
  • 180-189 arası: 3 yaşında 2 ve 4 yaşında 2 deve 190-199 arası: 4 yaşında 3 ve 3 yaşında 1 dişi deve
  • 200-209 arası: 4 yaşında 4 veya 3 yaşında 5 dişi deve.

2. Sığır

Et, süt ve güçlerinden istifade edilen, çok yönlü olarak yararlanılan sığırların zekâtları da yine hadislerle tespit edilmiştir. Mandalar da bu hükme dâhil olarak değerlendirilmektedir.

Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), sığırların nisabı ve verilecek miktarla ilgili verdiği ölçü şu şekildedir:

فِي ثَلَاثِينَ مِنَ البَقَرِ تَبِيعٌ أَوْ تَبِيعَةٌ وَفِي كُلِّ أَرْبَعِينَ مُسِنَّةٌ

“Her otuz sığır için erkek veya dişi bir tebî’ (bir yaşını doldurmuş) buzağı zekât verilir. Her kırk sığır için de bir müsinne (iki yaşını doldurmuş bir düve) zekât verilir.”[3]

Hadislerden de anlaşıldığı gibi sığır cinsinin nisabı 30’dur. Sığırların sayısı 30’a ulaştığı ve üzerinden de bir sene geçtiğinde zekât olarak bir buzağının verilmesi farzdır. Bu sayı 40’a ulaştığında iki yaşını doldurmuş üç yaşına girmiş bir tosun verilmesi gerekmektedir. Bundan sonraki sayı ve verilecek zekât miktarını bir tablo ile şöyle gösterebiliriz:

  • 40 sığırda, 3 yaşında 1 tosun
  • 60’da, 2 yaşında 1 dana
  • 70’de, 2 yaşında 2 dana ve 3 yaşında 1 tosun
  • 80’de, 3 yaşında 2 tosun
  • 90’da, 2 yaşında 3 dana
  • 100’de, 2 yaşında 2 dana ve 3 yaşında 1 tosun 120’de, 3 yaşında 3 tosun veya 2 yaşında 4 dana.

3. Koyun

Koyunların zekâtıyla ilgili nisap ve verilecek miktarlar da yine hadis-i şeriflerle tespit edilmiştir. Keçiler de koyun sınıfındandır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), koyun cinsinden alınması gerekli zekât miktarını, ilgili memurlara tebliğ ettiği bir mektupta şu şekilde bildirmektedir:

“Koyunlar 40’a ulaşınca, 120 koyuna kadar zekât olarak 1 koyun alınır. 121’e ulaşınca, 200 koyuna kadar bunun zekâtı 2 koyundur. 201’e ulaşınca 300 koyuna kadar zekâtı 3 koyundur. 300’ü aştı mı her 100 koyuna bir koyun zekât düşer. Yüzden aşağıda kalan küsûrata zekât düşmez. Zekât korkusuyla birleşik olanlar ayrılmaz, ayrı olanlar da birleştirilmez.”[4]

Hazreti Enes (radıyallâhu anh) Bahreyn’e vali olarak giderken Hazreti Ebû Bekir’in (radıyallâhu anh) yazılı olarak kendisine verdiği ve altında Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) mührü bulunan kitapçıkta koyunların zekâtıyla ilgili şu talimatı görmekteyiz:

“Koyunun zekâtı sâime olanlardan alınır. (Sâime, kırda otlatılan hayvana denilmektedir.) Sâime koyun 40’a ulaştığında 120’ye kadar bir koyun; 120’yi geçtiğinde 200’e kadar iki koyun; 200’ü geçtiğinde 300’e kadar üç koyun; üç yüzü geçtiğinde, 400’e kadar ziyadede bir şey alınmaz, ondan sonra her yüzde bir koyun alınır. Bir insanın koyunları 40’dan bir eksik olsa ona zekât düşmez; sahibi (nafile olarak) kendiliğinden verirse o başka.”[5]

Koyunların zekâtını fukaha şu şekilde özetlemiştir:

  • 40-120 arası, 1 koyun
  • 121-200 arası, 2 koyun
  • 201-399 arası, 3 koyun
  • 400-499 arası, 4 koyun

Bundan sonraki her 100 koyuna bir koyun ilave edilerek koyunun zekâtı hesaplanır.

4. At ve Benzerleri

Farklı gayeler için kullanılan atlar kullanış gayesine göre de zekâta konu olmaktadır. Savaş aleti olarak kullanıldığı dönemlerde atlardan zekât alınmamıştır. Zira savaş malzemesi o devirlerde aslî ihtiyaç kabul edildiğinden zekâta tâbi değildir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu noktada,

لَيْسَ عَلَى الْمُسْلِمِ فِي عَبْدِهِ وَلَا فَرَسِهِ صَدَقَةٌ  

“Müslümanın atı ve kölesinden zekât gerekmez.”[6] buyurmaktadır.

Fakat bilhassa günümüzde olduğu gibi savaş malzemesi değil de ticaret veya kâr getiren daha başka gayeler için besimi yapılan atların durumunu farklı değerlendirmek gerekecektir. Nitekim Zeyd İbn Sabit’in (radıyallâhu anh) rivayet ettiği, فِي كُلِّ فَرَسٍ سَائِمَةٍ دِينَارٌ “Sâime (dışarıda serbest dolaşan) her at için bir dinar zekât vermek gerekir.”[7] hadisine dayanarak İmam Ebû Hanife gibi müçtehitler de, bu tür atlarda zekâtın gerekli olduğunu ifade etmektedirler. Buna göre sâime atlar ister erkek isterse dişi olsun onların zekâtını vermek gerekir. Sahibi, yukarıdaki hadiste de ifade edildiği gibi isterse at başına bir dinar(ın bugünkü karşılığını) verebilir veya dilerse onları ticarî emtia olarak değerlendirerek 1/40 zekât verir. Fakat ticarî maksatla elde tutulan atlar, doğrudan doğruya ticarî emtia sınıfına dâhil olacağından, sahibinin böyle bir muhayyerlik hakkı kalmayacak ve onların zekâtını 1/40 olarak verecektir.

Katır ve eşekler ise zekâttan muaftır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), katırların zekâtıyla ilgili kendisine sorulan bir soru üzerine, مَا أُنْزِلَ عَلَيَّ فِيهَا شَيْءٌ إِلَّا هَذِهِ الآيَةُ الجَامِعَةُ الفَاذَّةُ: فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ “Bana bunlar hakkında bir şey nâzil olmadı. Ancak şu câmi âyet onu da kapsar: ‘Zerre kadar hayır işleyen de, zerre miktar şerre bulaşan da onu görecek.’[8][9] buyurmuştur. Ancak bunlar, ticarî emtia olduklarında yine 1/40 zekâta tâbi olacaklardır.

Atların diğer ehil hayvanlardan ayrıldığı önemli nokta, onların et, süt ve yün gibi yönlerinden istifade edilmemesidir. Dolayısıyla atın kendisi ve nesli asıldır, nema yani artma zatında olduğu gibi istifade de kendisinden olur. Halbuki diğer hayvanların neması, eti, sütü ve yünü itibarıyla olur, yani bu hayvanların ürünleri, onların nemasıdır. Zaten bir malda zekâtın farz olmasının şartlarından birisi de nemadır; yani malın artma özelliğinin olmasıdır. Ayrıca bu tür hayvanlar güçlerinden istifade maksatlı kullanıldıklarından, diğer hayvanlarda olduğu gibi ihtiyaç fazlası olanlar elde tutulmamaktadır. Dolayısıyla bunların, aynı şahsın eli altında nisap miktarına ulaşmaları da çoğu zaman mümkün değildir. İşte bütün bu sebepler, bazı fakihlerin, at, katır ve eşek gibi hayvanlardan zekât gerekmeyeceği şeklindeki görüşlerinin temelini oluşturmaktadır. Ne var ki, az önce de ifade ettiğimiz üzere ticaret maksadıyla elde bulunduruldukları ve nisap miktarına ulaştıkları takdirde bunların da zekâta tâbi olacaklarında ve kendilerinden kırkta bir oranında zekât alınacağında şüphe yoktur.

5. Diğer Hayvanlar

Yukarıda zekât ve nisap miktarları bizzat naslarla belirlenen hayvanların zekâtı hakkında bilgi vermeye çalıştık. Fakat günümüzde farklı maksatlarla yetiştirilen ve besiciliği yapılan daha birçok hayvan bulunmaktadır. Özellikle teknolojinin ve sanayinin gelişmesi yeni yeni sektörlerin oluşmasını sağlamış ve bu sektörlere kaynaklık yapan değişik hayvanların besimi yapılır hâle gelmiştir. Mesela günümüzde modern besihanelerde ve tavuk çiftliklerinde çok sayıda tavuk yetiştirilmekte, başta alabalık olmak üzere farklı cins balıkların yetiştirilmesi adına özel üretim tesisleri kurulmakta, aynı şekilde arıcılık ve ipek böceği yetiştiriciliği de yaygın bir hâl almaktadır.

Hayvan yetiştiriciliğiyle ilgili ortaya çıkan bu yeni üretim tarzları karşısında, meselenin fıkhî boyutu da tartışılmaya başlanmış ve bütün bu hayvanların zekâta tâbi olup olmayacakları ve eğer zekâtları verilecekse bunun oranının ne olacağı gündeme gelmiştir. Hemen ifade etmek gerekir ki zikredilen bu ve daha başka hayvanlar ihtiyaç için beslendikleri takdirde zekâttan muaf olsalar da, ticaret maksadıyla yetiştirildiklerinde zekâta tâbi olacaklar ve onlar hakkında da ticaret mallarıyla ilgili hükümler geçerli olacaktır. Dolayısıyla bu tür hayvanların değeri nisap miktarına (85 gr. altın) ulaştığı takdirde, onların 1/40 oranında zekâtları verilecektir. Ticaret için elde tutulmadıkları takdirde bu hayvanların kendisinden zekât verilmese de bunların gelirinden hâsıl olan nakit paralar nisap miktarına ulaştığında, bunlara zekât taalluk edeceği de hatırdan çıkarılmamalıdır.

6. Hayvan Ürünleri

Günümüzde bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayvancılık sektöründe de önemli değişimler meydana gelmiş, geçmiş dönemlere nispeten hayvanlardan oldukça yüksek verim alınmaya başlanmıştır. Nitekim bugün dünyanın değişik bölgelerinde sırf ürünlerinden istifade etme düşüncesiyle birçok hayvanın besimi yapılmaktadır. Mesela yukarıda hükmü ele alınan bir kısım küçükbaş ve büyükbaş hayvanların daha ziyade sütünden istifade için besimi yapılmakta ve yine yumurta tavukçuluğu önemli bir gelir kaynağı hâline geldiği için yumurta üretim tesisleri açılmaktadır. Aynı şekilde arıların ve ipekböceklerinin ürünleri de (bal ve ipekböceği) önemli gelir kaynaklarından biri hâline gelmiştir. Dolayısıyla bu hayvanların bizzat kendilerinin zekâta tâbi olup olmamalarının yanında, onlardan elde edilen ürünlerin de zekât adına ne tür hükümlere tâbi oldukları, üzerinde durulan konulardan birisi hâline gelmiştir.

Daha önce küçükbaş ve büyükbaş hayvanların zekât miktarlarını açıklamıştık. Aynı şekilde daha başka hayvanların da ticarete konu edildikleri takdirde, ticarî emtia olarak değerlendirileceklerini ve buna göre zekâtlarının verileceğini ifade etmiştik. Bununla beraber bu hayvanlardan elde edilen ürünlerin de zekât hesaplamaları içine dâhil olup-olmaması, üzerinde durulması gereken ayrı bir husustur. Özellikle günümüzde bu hayvanî ürünlerin üretimine yönelik açılan büyük ölçekli tesisleri ve buralardan elde edilen yüksek kârları düşündüğümüzde, bunların zekâttan muaf tutulamayacakları açıktır. Dolayısıyla bunlar da ticaret mallarının hükmüne tâbi olacaklardır.

Fakat burada karşımıza farklı bir soru daha çıkmaktadır. Acaba ürünü için elde bulundurulan hayvanların sadece ürünlerinden mi zekât verilecektir; yoksa ürünleriyle birlikte bu hayvanların bizzat kendileri de zekâta tâbi olacak mıdır? Bir açıdan bunları fabrikadaki makina ve aletlere benzetebilir ve sadece bunların ürününden zekât gerekeceğini söyleyebiliriz. Fakat diğer yandan ürünlerin yanı sıra bizzat malın kendisinin de nemalanma özelliğine sahip olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, hem üründen hem de hayvanın kendisinden zekât verileceği söylenebilir. Biz, bu konuda kesin bir kanaat bildirme yerine, günümüzün gelişen şartları içinde zuhur eden bu türlü meselelerin, zekât açısından yeniden gözden geçirilmesinde fayda olduğunu hatırlatıp geçmek istiyoruz.

7. Bal

Malikî ve Şafiî uleması, balın sıvı bir madde olması yönüyle süte benzediği ve aynı zamanda zekâtının verileceğine dair sıhhatli bilginin olmaması sebebiyle baldan zekât alınmaması gerektiğine hükmetmişlerdir. Ancak Hanefî ve Hanbelî ulemasına göre baldan da zekât verilmelidir. Zekât verilmesi gereken oran ise, 1/10’dir. Hanefi uleması balın nisabıyla ilgili bir sınırlama koymamış, az veya çok ayırımı yapmamıştır. Buna mukabil Hanbeliler balın nisabını 10 farak (yaklaşık 65 kg.) olarak tespit etmişlerdir. Delil olarak da bu mevzuda rivayet edilen hadislerle Hulefa-i Raşidin dönemi ve sonraki uygulamaları göstermişlerdir.

İbn Ömer’in (radıyallâhu anhumâ) rivayet ettiği bir hadislerinde Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem),

فِي كُلِّ عَشَرَةِ أَزُقٍّ زِقٌّ

“Balda, on ölçekte (zikk) bir ölçek zekât vardır.”[10] buyurmaktadır. Bu durum, Amr İbn Şuayb’ın rivayetlerinde de, مِنْ عَشْرِ قِرَبٍ قِرْبَةٌ  “10 kırbada bir kırba”[11] şeklinde anlatılmaktadır.

Konuyla ilgili başka bir rivayette Ashab-ı Kiram’dan Ebû Seyyare (radıyallâhu anh), Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelerek, “Ya Resûlallah, benim arılarım var.” dediğinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem),  أَدِّ الْعُشْرَ “Onun öşrünü (onda bir) öde.”293 buyurmuşlardır.

Bu ve benzeri delil ve uygulamalardan hareketle İmam Ebû Hanife Hazretleri, haraç arazisi dışında elde edilen baldan öşür (1/10) verilmesi gerektiğine hükmetmiş ve Hanefi mezhebinde fetva da buna göre verilmiştir.


[1] Bkz.: Müslim, tevbe 53; Nesâî, mesâcid 38. Ayrıca bkz.: Tevbe sûresi, 9/118.

[2] Buhârî, zekât 33; Ebû Dâvûd, zekât 4; Nesâî zekât 5

[3] Tirmizî, zekât 5; Ebû Dâvûd, zekât 4; İbn Mâce, zekât 12.

[4] Ebû Dâvûd, zekât 4; Tirmizî, zekât 5.

[5] Buhârî, zekât 33; Ebû Dâvûd,, zekât 4: Nesai, zekât 5.

[6] Buhârî, zekât 45, 46; Müslim, zekât 8, 9, 10.

[7] ed-Dârakutnî, es-Sünen, 2/125; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 4/119.

[8] Zilzâl sûresi, 99/7-8.

[9] Buhârî, müsâkât 12, cihâd 48, menâkıb 28, tefsiru’s-sûre (99) 2; Müslim, zekât 26

[10] Tirmizi, zekât 9; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 1/126.

[11] Ebû Davud, zekât 12. 293  İbn Mâce, zekât 20.