Gayret

Çalışıp-çabalama, ırz, namus, şeref ve itibarın korunması mevzuunda hassas davranma mânâlarına gelen gayret; mukaddes ve münezzeh ilâhî gayretin ifadesi olan yasaklara karşı duyarlı olmayı ve fuhşiyâttan, münkerâttan uzak durmayı, Cenâb-ı Hakk'ın, kullarını temiz tutması, koruyup-kollaması adına gayreti sayarak, lâakal bir mütekâbiliyet mülâhazasıyla, olabildiğince titiz davranmaktır ki, esası bazı ilâhî isim ve sıfatlara dayanan bir huluk-ı Rabbânîdir.

Bu önemli hususu tembih sadedinde Allah Rasûlü (sav): "Sa'd'ın gayretine mi hayret? Ben Sa'd'dan daha gayûrum, Allah da benden..." buyururlar ki; aslı, Allah'ın sevip-hoşgördüğü şeyleri, fevkalâde bir iştiyakla yerine getirip; hoşlanmadığı hususlara karşı da olabildiğince kararlı davranmak ve Zât-ı Vacibü'l-Vücûd'un, esmâ, sıfât ve zâtını gönülden sevmek, sevmekle de kalmayıp O'nun herkes tarafından sevilmesi gayreti içinde bulunmak ve Rabb'iyle olan münasebetlerini dünya ve ukbâda her şeye tercih etmek şeklinde hulâsa edebiliriz. Bilhassa, bu son noktayı hatırlatma adına bir hak dostunun, şu heyecan dolu duyguları oldukça manidar sayılır:

"Keşke sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihan,

Sözümüz cümle heman kıssâ-i cânân olsa..!"

Gayret, açık-kapalı münkerâta karşı bir tavır ve ilâhî gayretin bir uzantısı ise, ona Allah ahlâkıyla tahalluk etmenin bir televvünü nazarıyla da bakılabilir. Hazreti Lisan-ı Hakikat:

مَا أَحَدٌ أَغْيَرُ مِنَ اللهِ وَمِنْ غَيْرَتِهِ حَرَّمَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ "Allah'tan daha gayûru yoktur; bu gayretindendir ki O, açık-kapalı fuhşiyâtı haram kılmıştır."[1] Diyerek, lâhûtî kaynağına dikkati çekmiş, sonra da:

إِنَّ اللهَ يَغَارُ وَإِنَّ الْمُؤْمِنَ يَغَارُ وَغَيْرَةُ اللهِ أَنْ يَأْتِيَ الْعَبْدُ مَا حُرِّمَ عَلَيْهِ "Allah gayret tecellîsinde bulunur, mü'min de gayûr davranır; Allah'ın gayreti kulun işleyeceği haramlara karşıdır."[2] Fermanıyla, gayretteki mütekâbiliyeti ihtar etmiştir.

Erbab-ı hakikat, gayreti iki şekilde anlamışlardır:

1) Sevgiliye asla rakip ve alternatif kabul etmeme.

2) Sevgiliye tahsis-i nazar edip O'nu sevmede herkesin önünde bulunmaya çalışma.

Her iki şık itibarıyla da, cismâniyete karşı tavır alıp, kalb ve ruh ufkuna yönelmek, kötü huylara karşı savaş ilân edip ahlâk-ı haseneyi hayat hâline getirmek ve kendi içimizde kıskançlık ölçüsünde O'na âidiyetimizi duymak, bizi hakikî insanlığa taşıyan esasların başında gelir. Böyle bir mülâhaza aynı zamanda, Cenâb-ı Hakk'ın kuluna karşı olan gayretine de bir cevap mahiyetindedir. Allah'ın kuluna karşı gayreti, onu başkalarına bırakmaması, sadece kendine kullukla şereflendirmesi ve onu mevhum ilâhların fasid vehimleri arasında perişan etmemesi şeklinde anlaşılacaksa, kulun gayreti de: Mevlânâ Câmî'nin:

يَكِي خَواهْ، يَكِي خَوانْ، يَكِي جُويْ، يَكِي بِينْ، يَكِي دَانْ، يَكِي گُويْ "Yalnız Bir'i iste, Bir'i çağır, Bir'i talep et, Bir'i gör, Bir'i bil, Bir'i söyle!" mülâhazasıyla, düşünce ve davranışlarında sadece ve sadece O'nu görüp O'nu bilmesi, O'nu arayıp O'na müteveccih olması şeklinde gerçekleşmelidir.

Bazılarına göre ise gayret; sâlikin, sadece O'nunla meşgul olması, O'nunla meşbû bulunması ve en ciddî bir kıskançlık ruh hâletiyle, zevât-ı şahsiyelerinden ötürü başka her şeye karşı bütün bütün kapanması şeklinde ifade edilmiştir ki, bir bakıma sabırsızlığın mezmum olmayan kısmından sayılan ve Mahbub' dan ayrılığa dayanamayıp da âh u efgân içinde hep "Yâr!" deyip dolaşanların hâli böyle bir gayretin tezahürleri sayılmıştır.. ve Mesnevî'nin ilk beyitleri de sanki böyle bir gayret ve hasretin nağmeleri gibidir.. evet Mevlânâ:

"Dinle neyden nasıl hikâye eyler; (durmuş) firaklardan şikayet eyler..... Ayrılıktan parça parça olmuş sîne isterim ki, ona derd-i iştiyakımı şerhedeyim. Her kim ki kendi aslından uzak kaldı (o hep) Sevgili'ye vuslat günlerini arar." diyerek, işte bu hasret ve bu gayreti terennüm eder.

Ayrıca gayretin, erbab-ı gayret'e göre de üç mertebesi vardır:

1) Âbidlerin gayretidir ki, hayatlarını bir dantela gibi takvâ ve salih amel atkıları üzerinde örer ve ömürlerini bir gergef gibi işlerler. O'nun için olabilme mevzuunda o kadar gayretlidirler ki, yanlış bir iş, önemsiz bir hata ömür boyu onlara vicdan azabı olmaya yeter.

2) Hakk'a dilbeste olmuş sâliklerin gayretidir ki hâlden hâle koşar, muhabbetten zevke yürür, zevkten daha engin iştiyaklara açılır ve gözlerini O'ndan ayırmadan çalışırlar; çalışır ve فَأَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللهِ "Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (Zât'ı) oradadır." (Bakara, 2/115) fehvasınca, her şart ve ahvâlde letâiflerinin ibresiyle hep Hakk'a müteveccih olur ve gözlerinin içine başka hayâl gireceği endişesiyle tir tir titrerler. Gönül dillerinde sürekli: لِي مَعَ اللهِ زَمَانٌ "Benim Allah'la farklı bir zamanım var."[3] mantûkunca kalblerinin koylarında hep o ânı avlamaya çalışırlar. O'nu görme, O'nu bilme yolunda değerlendirilememiş bir zaman parçasını, zamana karşı en büyük bir saygısızlık ve israf sayarlar.

ذلِكُمْ بمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الأرْضِ بغَيْرِ الْحَقِّ وَبمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُونَ "Bu ceza sizin yeryüzünde haksız yere (küstahlaşıp) ferih-fahûr yaşamanız yüzündendir." (Mü'min, 40/75) hakikatiyle sürekli ürperir ve her lâhza ayrı bir perdede كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنيئًا بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الأيَّامِ الْخَالِيَةِ "Geçmiş günlerdeki mahrumiyet (ve fedakârlıklar)a mükâfat olarak afiyetle yiyin, için." (Hâkka, 69/24) eltâf-ı Sübhaniye'sini duyarlar.

3. Âriflerin gayretidir ki, her an ayrı bir مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ "Seni hakkıyla bilemedik." ufkunda dolaşır, tasavvurlar üstü güzellikleri temâşâ eder.. gördüklerini bazen kendi gözlerinden bile kıskanırlar. Bazen de, buranın tam bir rasat yeri olmadığına hayıflanır ve gözlerinden dert yanar, hatta sırlarına karşı serzenişte bulunur ve titreyen bir ibre gibi karar gününe kadar hep ihtizaz içinde olurlar.

ّاَللهُمَّ الْعَفْوَ وَالْغَيْرَةَ، اَللهُمَّ إِلى مَا تُحِبُّ وَتَرْضى، وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الْمُصْطَفى.

Sızıntı, Ocak 1996, Cilt 17, Sayı 204


[1] Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 32-34
[2] Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36
[3] el-Aclûnî, Keşfü'l-hafâ 2/173