• Anasayfa
  • Oruç - Fethullah Gülen Web Sitesi

Oruç Vaazı-4 (19 Ekim 1979)

Oruç Vaazı-4 (19 Ekim 1979)

Bu sayfada Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 19 Ekim 1979 tarihinde İzmir Bornova Merkez Camii’nde verdiği “Oruç” konulu vaazı dinleyeceksiniz...

Vaaz

  • Orucun fazileti ve insanın maddî-mânevî yapısı üzerindeki tesirleri, ve orucun Allah Teâlâ ile irtibâtı kuvvetlendirmesi,
  • Dengeli beslenmenin en güzel oruçla gerçekleşeceği,
  • Orucun koruyucu hekimlik açısından değeri,
  • Orucun, insanın şahsiyetini geliştirip ona fazilet duygusu kazandırması,
  • Orucun beden sağlığına faydalarını ortaya koyan çalışmalar,
  • Orucun insan sağlığına zarar verdiği iddialarının asılsızlığı ve bu yaklaşımların ön yargılı olduğunun izâhı,
  • "Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki fenalıklardan korunursunuz." (Bakara, 2/183) âyetinin izâhı,
  • Oruç-takvâ münasebeti,
  • Orucun Ramazan ayında tutulmasının hikmetleri,
  • Ramazân-ı Şerîf hilali nedir?
  • Ramazan ayında hilâli gözetlemenin farz-ı kifâye olması,
  • "Biz ümmî bir ümmetiz. Yazmayız, hesap etmeyiz" hadîs-i şerîfinin izâhı,
  • İhtilâf-ı metâli' kavramının izahı, gibi bir çok konuyu bulacaksınız.

Hutbe

  • İman sayesinde insanın dünya hayatını cennete çevireceği,
  • İstikâmeti kazanmanın, Allah Teâlâ'nın (cc) emirlerine bağlılıkla mümkün olabileceği,
  • Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) kıyamet gününde ümmetini tanıma keyfiyeti gibi konuları bulacaksınız.

Bu dosyayı indirmek için tıklayın...

Oruç ve ibadetin özü

Orucu sadece aç durma ve susuz kalma şeklinde anlamamalıyız. Aynı zamanda gözümüze, kulağımıza, ağzımıza da oruç tutturmalıyız. Oruca başlarken yememeye, içmemeye niyet ettiğimiz gibi orucun ruhuna dokunacak ve onun özünü çatlatabilecek şeylere karşı kapanmaya da niyet etmeliyiz. Bu hususta ümmetini ikaz eden Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) "Nice oruç tutan vardır ki tuttuğu oruçtan onun yanına kalan sadece açlık ve susuzluktur."

Oruç, Allah’a likayı hatırlatır

Oruçlunun her saati, her saniyesi ve her âşiresi Allah’ı, Allah’ın nimetlerini ve netice itibarıyla da en büyük nimet olan Allah’a lika (kavuşma) nimetini hatırlatması itibarıyla çok kıymetlidir. Oruç bu fonksiyonunu iki yolla eda eder. Bunu, lezzetlerin zevaliyle, zeval bulmayacak nimetlere iştiyak; ve yine elemlerin zevaliyle gelen lezzet şeklinde özetleyebiliriz.

Sabahtan akşama kadar aç ve susuz olan insan, zâhiren sıkıntı çekse de, oruç ibadetinin getireceği uhrevî semere (lika), ona bütün elemleri unutturabilir. Oruçlu, bütün gün şehvetini, yemesini, içmesini âdeta unutur ve sürekli Rabbiyle buluşmayı düşünür. Bu düşünce sayesinde hayatî bütün faaliyetleri, istikamet dairesinde cereyan eder. Resûl‑i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) de “Oruçlu için iki rahatlatıcı zaman vardır. Birisi iftar ettiği, diğeri de Rabbisiyle buluşacağı zamandır.”[1] buyruğuyla bunu kasdetse gerek.

[1] Buhârî, savm 22; Müslim, sıyâm 160.

Oruç, emanete riayeti öğretir

Oruç, gizli ve âşikâr her zaman emanete riayet edilmesini öğretir. Zira Allah’ın helâl kıldığı nimetleri yiyip içmekten kaçınmayı sağlayacak Allah’tan başka bir gözetici yoktur. Oruçlu, sabahtan akşama kadar Allah’ın hududuna riayet eder. Onca orucu bozma imkânlarına ve hiç kimsenin görmemesine rağmen mü’min fevkalâde bir ciddiyetle orucunu sürdürür. Sürdürür ve akşama kadar emaneti muhafaza hissiyle dolar boşalır. Oruca karşı gösterilen bu tavır, Müslüman’ın bütün hayatına akseder. Dolayısıyla oruç tutan insan, bütün hayatı boyunca kendisine emanet olarak verilen şeylere karşı da son derece dikkatli davranır.

Oruç, günaha karşı bir kalkandır

Oruç bir temrindir. Kişide, cismanî arzulara karşı koyma melekesini geliştirir. İnsan oruçlu olduğu anlarda her türlü negatif istek ve meyillere engel olmaya güç yetirdiği gibi, kazandığı bu dirençle, oruçlu olmadığı zamanlarda da bu tür istek ve meyillere engel olmaya güç yetirebilir. Böylece insan “helâl” endeksli bir hayat yaşar. Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait şu hadisi bu espri içinde yorumlamak mümkündür: “Kim bana iki çenesi ile apış arasını koruma hususunda garanti verirse, ben de ona, Cennet’i garanti ederim.”[1]

[1] Buhârî, rikak 23; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 13/549.

Oruç, iktisadı öğretir

Oruç, insanlara iktisadı öğreten önemli bir disiplindir. İstediği şeyi ve aklına geldiği zaman, hiçbir sınırlama getirmeden yapmaya alışık bir insan, oruçlu olduğu zaman mecburen onu yapmayacaktır. Mesela, her aklına estiği zaman yemek yiyen, maddî olarak vücudunun arzularına boyun eğen insan, oruçlu olduğunda mecburen akşamın olmasını bekleyecek, dolayısıyla da bu bekleyiş sayesinde o, iktisat etmeyi öğrenecek ve sorumsuzca yaşamaktan uzaklaşmış olacaktır.

Oruç, nefsi gemler

Nefsin gemlenmesi, frenlenmesi bakımından oruç, ciddi bir dinamiktir. Onun içindir ki, ehlullah sürekli riyazat yaparak ruhî formlarını korumaya çalışmışlardır. Hatta yogilerin aç susuz durmakla ruhî güç ve kuvvetlerini kazandıkları hepimizin malumudur. Bazı mistiklerin nefislerine bir kısım eza ve cefa çektirmek suretiyle belli nispette ruh yüceliğine ulaştıkları öteden beri bilinen bir vâkıadır. Ama ne yoginin ne de mistiklerin ahiret adına elde edecekleri hiçbir şey yoktur. Zira aç ve susuz kalma ve riyazat yapma ancak ibadet niyetiyle yapılırsa bir değer ifade eder. Bu niyet Müslümanlıkta oruç şeklinde tecellî eder. Öbür türlü, insan, sadece harikulâde bazı hâllere mazhar olur ki, bu da kat’iyen gaye ve hedef değildir ve olmamalıdır da...

Oruç, ruhu geliştirir

İnsanlarda ruh cesedin, ceset de ruhun rağmına gelişir. Ruhanî yönleri itibarıyla gelişmek isteyenler, mutlaka oruç tutmalıdırlar. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Oruç tutmayanlar, cesetlerinin altında kalır ve hiçbir zaman tam olarak ruhanî olgunluğa ulaşamazlar.

Oruç, Vefa Duygusunun En Güzel Alametidir

Bir mü'minin hayatı her zaman çok ahenkli olmalıdır. Onun, hangi işi önce yapacağını belirleme ve bir programa göre çalışma niyeti haricinde "Acaba şimdi ne yapsam?" şeklinde bir düşüncesi olmamalıdır.

Oruç, vesveseye set çeker

Oruçla insan, nefsin kendisine fısıldamaya çalıştığı şeytanî vesveselerin önüne bir set çeker.. derken zimamı eline alır ve nefsini yönlendirmeye çalışır. Zira o artık, yemeğe, şehevanî hislere ve dünyaya karşı kapalı bir durumdadır.. ve bu sayede o, dünya adına gelecek baskılardan âzâde olarak, izzetli bir hayat yaşamaya namzet demektir ki, böyle birisi ise, Cenab ı Hakk’ın hakiki mü’minleri şereflendirdiği izzet duygusunu yakalamış olur. “İzzet (üstünlük), ancak Allah’a, elçisine ve mü’minlere mahsustur.” (Münafikûn sûresi, 63/8)

Oruçlunun ağız kokusu

Oruç tutanın ağız kokusu açlıktan kaynaklanır. Kıyamet günü Cenab‑ı Hak katında, bu kokunun miskten, amberden daha şirin ve daha enfes bir semereye vesile olacağına işaret buyrulmuştur.[1] Melâike‑i kiram, Arş u ferşi çınlattıracak bir velvele içerisinde Allah’a karşı kulluk vazifesini yapmaktan hoşlandıkları gibi, hoşlandıkları birtakım kokular vardır. Onlar, gül kokusundan çiçek kokusuna, miskten ambere kadar bütün güzel kokulardan lezzet alırlar. Mele‑i Âlâ’da güzel kokular sırlı hazineleri açan anahtar hükmündedir ve işte oruçlunun ağız kokusu da perde arkası dalga boyuyla bu güzel kokular cümlesindendir.

[1] Buhârî, savm 2, 9, libâs 78, tevhîd 35, 50; Müslim, sıyâm 161, 163.

Oruçlunun Dikkat Etmesi Gereken Hususlar

Her mevzuda olduğu gibi oruçta da dikkat edilmesi gereken bir takım meseleler vardır. Oruçtan hasıl olması istenen neticelere ulaşabilmek için başlıca şu hususlara dikkat edilmelidir.

1. Sahurda Dikkat Edilecekler

Sahur; seher ile aynı kökten gelir, seher vakti yani tanyeri ağarmadan biraz önce yenen yemeğe denir. Bu vakitler, en bereketli zaman dilimleridir. Mü’min, sahura kalkmak suretiyle bir taraftan bu vaktin bereketinden istifade etmiş, diğer taraftan ise sahurda bir şeyler yemek suretiyle tutacağı oruç ve yapacağı diğer ibadetler için güç ve kuvvet kazanmış olur. Seher vakti, yapılan ibadetlerin Cenâb-ı Hakk’a doğrudan ulaşacağı zaman dilimidir.

Sahur yemeği Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından tavsiye edilmiş, sahurda bereketin olduğuna ve  meleklerin sahura kalkanlara duada bulunacağına dikkat çekilmiştir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

السَّحُورُ أَكْلُهُ بَرَكَةٌ فَلاَ تَدَعُوهُ وَلَوْ أَنْ يَجْرَعَ أَحَدُكُمْ جَرْعَةً مِنْ مَاءٍ، فَإِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَمَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى المُتَسَحِّرِينَ

“Sahurda bereket vardır. Bir yudum su içmekle dahi olsa mutlaka sahur yapın. Zira Allah (celle celâluhu) sahura kalkanlar için rahmetiyle muamelede bulunur; melekler de onlar için dua ve istigfar ederler.”[1]

Sahurda dikkat edilmesi istenen hususlardan birisi de yemeğin vaktin sonlarına tehir edilmesidir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ümmetine olan şefkat ve merhametinin gereği olarak bunun daha efdal olduğunu söylemiştir. Bu sayede oruç sebebiyle aç kalınan süre azalmakta ve özellikle hasta ve yaşlı insanlar için daha tahammül edilebilir hale gelmektedir. Ayrıca sahurun erkenden yapılması insanın gaflete dalıp uyuklamasına, dolayısıyla sabah namazını kaçırmasına sebep olabilir. Sabah namazına yakın bir vakitte yapılan sahur, namazın vaktinde kılınmasını temin bakımından da önemlidir. Bu mevzuyla alâkalı olarak Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

لاَ تَزَالُ أُمَّتِي بِخَيْرٍ مَا عَجَّلُوا الإِفْطَارَ وَأَخَّرُوا السُّحُورَ

İftarda acele edip, sahuru tehir ettikleri müddetçe ümmetim hayır üzerinedir.”[2]

Sahur ile sabah namazı vakti arasının müddetiyle ilgili hadis kitaplarında şu rivayete rastlıyoruz:

“Bir mecliste Zeyd İbn Sabit (radıyallâhu anh), ‘Biz, Resûlullah ile birlikte sahur yemeği yedik sonra da sabah namazını kıldık.’ deyince mecliste bulunanlardan birisi, ‘Sahur yemeği ile sabah namazı arasında ne kadar zaman geçti?’ diye sordu. Zeyd şöyle cevap verdi: ‘Elli âyet okuyacak kadar.’”[3]

2. İftarda Dikkat Edilecekler

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), oruçlu kimsenin iftar ederken nelere dikkat etmesi gerektiğini açıklamıştır. Buna göre bir mü’min orucunu açarken şunlara dikkat etmelidir:

Akşam vakti girdiği zaman oruçlunun hemen iftar etmesi sünnettir. Vakit bakımından çok sınırlı olduğu, vakti girer girmez hemen kılınması gerektiği hâlde, Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) önce iftar yapar daha sonra akşam namazını kılardı. İftarın bir an önce yapılması tavsiyesinde insanlara karşı gösterilen şefkat ve merhametin tezahürleri görülmektedir. Gün boyu aç duran insanları, vakti girdiği hâlde, yeme-içmeden men etmeyi dinin o şefkat ruhuyla telif etmek zordur. Bunun için Peygamber Efendimiz, ümmetini iftar yapma hususunda acele etmeye teşvik etmiş, onu, gözünün nuru namazın dahi önüne almıştır:

لَا يَزَالُ النَّاسُ بِخَيْرٍ مَا عَجَّلُوا الفِطْرَ

İnsanlar iftarı acele yapmaya devam ettikleri sürece hayır üzerinedirler.”[4]

Başka bir rivayette de Hazreti Âişe Validemiz, Resûlullah’ın bu mevzudaki tutumunu bizlere haber vermektedir. Ebû Atiyye anlatıyor:

“Ben ve Mesruk, Hazreti Âişe’nin (radıyallâhu anhâ) yanına girmiştik. Mesruk şöyle dedi: ‘Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashabından iki adam var ki bunların ikisi de hayırdan geri kalmıyorlar. Biri akşam namazı ile iftarda acele davranıyor, diğeri hem akşamı hem de iftarı tehir ediyor.’ Bunun üzerine Hazreti Âişe, ‘Akşam namazı ile iftarda acele davranan kimdir?’ diye sordu. Mesruk, ‘Abdullah İbn Mesud’dur.’ cevabını verince Hazreti Âişe, ‘Resûlullah işte böyle yapardı.’ dedi.”[5]

Oruçlunun, iftarını hurma veya su ile açması sünnettir. Hazreti Enes (radıyallâhu anh) bu konuda şöyle der:

 “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) namaz kılmadan önce bir kaç tane yaş hurma ile eğer yaş hurma bulunmazsa kuru hurma ile iftar ederdi. Eğer kuru hurma da yoksa bir kaç yudum su içerdi.”[6]

Süleyman İbn Âmir’in rivayetine göre ise Allah Resûlü şu tavsiyede bulunmuştur:

إِذَا أَفْطَرَ أَحَدُكُمْ فَلْيُفْطِرْ عَلَى تَمْرٍ، فَإِنَّهُ بَرَكَةٌ، فَإِنْ لَمْ يَجِدْ تَمْرًا فَالمَاءُ فَإِنَّهُ طَهُورٌ

“Sizden biriniz oruç tuttuğunda hurma ile iftar etsin. Zira hurma berekettir.Şayet hurma bulamaz ise su ile iftar etsin. Zira su çok temizleyicidir.”[7]

Oruç tutmak suretiyle gün boyu aç kalan bir insanın kan şekeri düşer. Bu kişinin, ibadetini daha zinde bir şekilde yapabilmesi için bilhassa tatlı bir yiyecekle kan şekerinin dengelemesi gerekir. Diğer bir husus da açlıktan bitap düşmüş bir şekilde yapılan ibadette huşuyu yakalamak zordur. Bu gibi sebeplerle iftarın bilhassa namazdan önce yapılması tavsiye edilmiş olabilir.

İftar vakti yapılacak şeylerden birisi de bol bol dua etmektir. Zira Cenâb-ı Hak, اُدْعُون۪ٓى اَسْتَجِبْ لَـكُمْۜ  “Bana dua edin ki size karşılık vereyim.”  buyurmaktadır.[8] İftar vakti yapılacak olan duanın ise Allah katında ayrı bir değeri vardır. Gün boyu sırf Allah rızası için aç-susuz kalan, nefsini günahlardan alıkoymaya çalışan bir mü’mine mükâfat olarak Allah onun iftar vakti yapacağı duayı kabul buyurur.

Orucunu tutan bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın böyle bir iltifatını kaçırmamalı, her ne ihtiyacı varsa iftar vakti ellerini kaldırıp Allah’a arz etmelidir. Efendimiz’in iftar vaktinde yaptığı dua şöyledir:

اللهُمَّ لَكَ صُمْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَعَلَى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ ، تَقَبَّلْهُ مِنِّي إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ، ذَهَبَ الظَّمَأُ وَابْتَلَّتِ الْعُرُوقُ وَثَبَتَ الْأَجْرُ إِنْ شَاءَ اللهُ

“Allahım! Senin rızan için oruç tuttum. Sana tevekkül ettim. Senin rızkınla orucumu açtım. Benden bu orucumu kabul buyur.Şüphesiz ki Sen Semî’ ve Alîm’sin (hakkıyla işiten ve bilensin). Susuzluk gitti, damarlarıslandı.İnşaallah ecir ve sevap da sabit oldu.”[9]

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yemeğe davetli olduğu zaman şöyle dua ederdi:

أَكَلَ طَعَامَكُمُ الْأَبْرَارُ، وَأَفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ، وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلَائِكَةُ

“Yemeğinizi iyi kimseler yesin. Oruçlular sofranızda iftar yapsın. Melekler size mağfiret dilesin.”[10]

İftarda dikkat edilecek hususlardan birisi de sofranın misafirlere açık tutulması, fakirler başta olmak üzere daima birilerinin bulunmasına gayret edilmesidir. İnsan böylece hem fakirlerin gönüllerini almış hem de iftar yaptırdığı kimse kadar sevap kazanmış olur. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

مَنْ فَطَّرَ صَائِمًا كَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِهِمْ، مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْء

“Kim bir oruçluya iftar yaptırırsa onun kadar sevap kazanır. Oruçlunun sevabından da hiçbirşey eksilmez.”[11]

3. Kötülüklerden Uzak Durma

Allah Teâlâ orucu nasıl vaz’ etmişse, neye “oruç” diyorsa onu öylece tutmak icap eder. Bir mü’minin, Ramazan-ı Şerif’ten beklenen neticeyi elde etmesi için, yeme-içmeden kendisini alıkoyduğu gibi aynı zamanda dilini de münasebetsiz, mânâsız, yakışıksız, hele yalan ve gıybet ifade eden şeylerden uzak tutması gerekir. Hatta gereksiz yere konuşmayıp ağzını yalnız hayırla açıp-kapaması, dilini hep sohbet-i Cânan’la süslemesi elzemdir. Gözlerini keza kontrol altına alması gerekir. Harama karşı gözlerini kapaması, baktığı şeyleri iyi görmesi, iyi yorumlaması, her şeyden iyi mânâlar süzüp sağması lazımdır.

Mü’min, bunların yanında, kulaklarını da mâlâyani şeylerden uzak tutmalı, onları Kur’ân’a, hadis-i şeriflere, büyüklerin güzel sözlerine açmalıdır. Böylece yeme-içmeden kendisini alıkoymak suretiyle ağzına ve midesine oruç tutturduğu gibi, mahzurlu ve –hatta mahzuru olmasa bile– faydasız şeylere kapanmak suretiyle –eskilerin tabiriyle– bütün âzâ u cevârihine, havâss-ı zâhire ve bâtınasına oruç lezzetini tattırmalıdır. Velhâsıl, oruçlu insan, bütün kötülüklere karşı kapılarını sonuna kadar kapamalı, onlara geçit vermemeli, bunun için de bilhassa aşağıdaki hususlara dikkat etmelidir.

a. Gözü Muhafaza Etme

Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği en büyük nimetlerden birisi gözdür. Göz, insanın, dış dünya ile alâka kurmasının en büyük vesilesidir. Allah’ın büyüklüğünü anlayıp üzerinde tefekkür edebilmek için yine O’nun yarattığı şeylere bakmak gerekir. İnsan, gözü sayesinde kâinatı ve Yüce Yaratıcı’nın kâinatta yarattığı harikaları müşahede edebilir. Ruha ve kalbe gelen şeyler genellikle gözlerden süzülerek gelir. İnsan, hususiyle de oruçlu olduğu zaman gözünü haramlardan, kalbine zehir akıtabilecek şeylerden muhafaza etmelidir. Zira Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) kudsî bir hadiste şöyle buyurmuştur:

إِنَّ النَّظْرَةَ سَهْمٌ من سِهَامِ إِبْلِيسَ مَسْمُومٌ، من تَرَكَهَا مَخَافَتِي أَبْدَلْتُهُ إِيمَانًا يَجِدُ حَلاوَتَهُ في قَلْبِهِ

“(Cenâb-ı Hakşöyle buyurur:) Harama bakma,şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim, Ben’den korktuğu için onu terk ederse, Ben o kuluma, kalbinde tatlılığını hissedebileceği bir iman ihsan ederim.”[12]

Cenâb-ı Hak da Kur’ân-ı Kerim’de sarih bir surette mü’minleri günaha bakmaktan men ederek şöyle buyurur:

قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ اِنَّ اللهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ۝ وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ

“(Resûlüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini haramdan sakınmalarını ve iffetlerini korumalarını söyle. Bu onlar için en uygun, en nezih olanıdır. Allah yaptıkları herşeyden haberdardır. Mü’min hanımlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar...”[13]

b. Dili Muhafaza Etme

Oruçlu bir insanın muhafaza etmesi gereken organlarından belki en önemlisi dilidir. Zira Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) dilin muhafazası konusunda şöyle buyurmuştur:

مَنْ يَضْمَنْ لِي مَا بَيْنَ لَحْيَيْهِ وَمَا بَيْنَ رِجْلَيْهِ أَضْمَنْ لَهُ الجَنَّةَ

“Kim bana, iki çene arasını ve apış arasını koruma mevzuunda garanti verirse, ben de onun Cennet’e gideceğini garanti ederim.[14]

Sair zamanlarda korunması için teşvikte bulunulup karşılığında Cennet vaat edilen dilin, elbette ki oruçlu iken daha iyi muhafaza edilmesi gerekir. İnsan, bilhassa oruçlu iken dilini yalandan, gıybetten, başkalarını çekiştirmekten, haram mevzuları konuşmaktan, kavga ve gürültüden korumalıdır. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kudsî beyanlarından hareketle söyleyecek olursak hayırdan başka şey konuşmamalıdır:

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَاليَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ

“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya sussun.”[15]

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu hadis-i şerifini kendine düstur edinen bir mü’min, daima Kur’ân’la, evrâd ü ezkârla meşgul olmalı, ahireti hatırlatacak, tefekküre sebep olacak şeyleri konuşmalıdır. Bilhassa kavga-gürültü çıkarmaktan kaçınmalı, dövene elsiz olduğu gibi sövene de ona mukabelede bulunmamak suretiyle dilsiz olmaya çalışmalıdır. Kendisine bu mevzuda herhangi bir sataşma olursa, oruçlu olduğunu, mukabelede bulunmayacağını söyleyebilir. Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur:

الصِّيَامُ جُنَّةٌ، وَإِذَا كَانَ يَوْمُ صَوْمِ أَحَدِكُمْ فَلاَ يَرْفُثْ وَلاَ يَصْخَبْ، فَإِنْ سَابَّهُ أَحَدٌ أَوْ قَاتَلَهُ، فَلْيَقُلْ إِنِّي امْرُؤٌ صَائِمٌ

“Oruç, mü’min için kalkandır. Oruçlu iken kötüşeyler konuşup cahilane hareket etmeyin. Eğer bir kimse size kötü söz söyler ya da kötü muamelede bulunursa, ‘Ben oruçluyum.’ desin ve mukabele etmesin.”[16]

Oruçlu olduğu hâlde diline hâkim olamayan, sadece midesine oruç tutturan bir insan, oruçtan hâsıl olacak mükâfata nail olamaz. Açlık ve susuzluğu yanına kâr kalır. Nitekim Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) der ki:

مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ

“Yalan söylemeyi, kötü söz ve kötü fiilleri bırakmayan bir insanın, yemeyi içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”[17] 

Başka bir yerde ise şöyle buyururlar:

رُبَّ صَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ صِيَامِهِ إلا الْجُوعُ وَرُبَّ قَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ قِيَامِهِ إلا السَّهَرُ

“Nice oruç tutan vardır ki çektiği açlık ve susuzluktan başka elinde birşey kalmaz. Gece boyu ibadet yapan nice insan vardır ki uykusuzluktan başka elinde kalan birşey olmaz.”[18] 

c. Kulağı Muhafaza Etme

Sair organlarımız gibi kulağımız da bizlere Rabbimiz’in emanetidir ve bu emanete sahip çıkmamız gerekir. Kulağı muhafaza, onu, yalan, gıybet, dedikodu gibi çirkin şeylere karşı kapalı tutmakla olur. Bir mü’minin, bilhassa oruçlu iken, bu tür şeylerin konuşulduğu ortamlardan hemen uzaklaşması gerekir. Zira konuşulması çirkin olan bir hususun dinlenmesi de o kadar çirkindir. Kur’ân-ı Kerim şu âyet-i kerimede kötü söze kulak vermeyi çirkin gördüğünü açık bir şekilde ifade eder:

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ

“Onlar devamlı yalana kulak verir ve haram yerler.”[19]

d. Zâhirî-Bâtınî Tüm Duyuları Muhafaza Etme

Yukarıda, insana emanet edilmiş organlardan üç tanesini zikrettik. Zira insan çoğunlukla bu üç organını iyi koruyamadığı için günaha girer. Bunları koruyabildiği takdirde zamanla Cennet’e ehil hâle gelir. İnsan, bu organlar vasıtasıyla dış dünyaya açılır. Dolayısıyla dışarıdan ruhunu ve vicdanını kirletecek şeylere maruz kalmamak için bunlara çok dikkat etmesi gerekir.

Vicdanın dört ana unsuru ve ruhun dört mühim hususiyeti vardır. Bunlar, irade, zihin, his ve lâtife-i Rabbaniye olarak isimlendirilir. Mü’min, bu unsurların temiz kalmasına gayret etmeli, bunları kirletebilecek şeylerden sakınma adına zâhir ve bâtınındaki bütün iç ve dış duyularını muhafaza etmesini bilmelidir. Midesiyle birlikte gözüne, kulağına, diline, kalbine, hayaline ve fikrine yani bütün cihazât-ı insaniyesine oruç tutturma gayreti içinde olmalıdır.

Hak dostları, orucu üçe ayırmışlardır:

Avamın Orucu: Sadece midesine oruç tutturan, zâhirî olarak orucu bozacak davranışlardan uzak duran sıradan insanların orucudur. Bu oruçta, yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durma yeterli sayılır.

Havassın Orucu: Midesine oruç tuttururken onunla birlikte el, dil, göz ve kulak gibi azalarını da çirkin şeylerden koruyan, bu sayede orucun bereket ve feyzini tatmaya çalışan seçkin kulların orucudur. Böyleleri dövene elsiz, sövene dilsizdirler. Konuşmaları hep rıza-i ilâhî çerçevesinde cereyan eder. Kulakları, çirkin şeyleri dinlemeye kapalıdır. Gözleri de haram şeylere asla nazar etmez.

Ehassü’l-havassın Orucu: Havassın orucuna ilave olarak kalb, hayal ve fikirlerini dahi dergâh-ı ilâhide güzel görülmeyen yabancı şeylerden uzak tutarak Allah’ın seçkin kulları arasında hususi bir yere sahip olan müttakilerin orucudur. Bu oruçta, Allah’tan başkasını kalbden tamamen uzaklaştırmak esastır. Allah rızası eksenli olmayan her türlü dünyevî düşünce bu orucu mânen bozar.[20]

4. Hâlisane Oruç Tutma

Oruç tutarken dikkat edilecek hususlardan en önemlisi ise, orucunu sırf Allah rızası için hâlisane tutmaya gayret etmektir. Kul, oruç tutarken hulûs içinde olmalı, orucu, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine armağan etmiş olduğu bir hediye gibi telakki etmeli ve katiyen onun içine Rabbin rızasından başka bir şey karıştırmamalıdır. Dahası, sürekli “Orucumu tam tutamadım, onu hakkıyla eda edemedim, Ramazan’ın hakkını veremedim.” mülâhazaları içinde bulunmalıdır. Yoksa bir şey yapıyor gibi çalıma girme, “şöyle tutuyorum, böyle tutuyorum” gibi başkalarına caka yapma; “Geceleri kalkıp şunu yapıyorum, bunu yapıyorum.” diyerek fahirlenme, süm’a ve riyaya girme, ibadetlerinin güya derinliğini hissettirmeye çalışma gibi şeyler ihlâsa manidir.

Öyleyse orucun bütünüyle Cenâb-ı Hakk’a, O’nun rızasına bağlanması gerekir. Ve zaten insanın, orucu, O’ndan alıp kendinize mâl etmesi, onunla Allah’ın rızasının dışında bir kâr elde etmeye çalışması, orucun vaz’ ediliş hikmetine aykırıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

الصَّوْمُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ

“Oruç sırf Benim rızam için tutulur, onun mükâfatını da bizzat Ben takdir eder, Ben veririm.”[21] 


[1]  Buhârî, savm 20; Ahmedİbn Hanbel, el-Müsned 3/12, 44, 17/150.

[2]  Ahmedİbn Hanbel, el-Müsned 5/147; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 25/163.

[3]  Buhârî, mevâkît 27, savm 19; Müslim, sıyâm 47.

[4]  Buhârî, savm 45; Müslim, sıyâm 48.

[5]  Müslim, sıyâm 49; Tirmizî, savm 13; Ebû Dâvûd, savm 20; Nesâî, sıyâm 23.

[6]  Tirmizî, savm 10; Ebû Dâvûd, savm 21.

[7]  Tirmizî, zekât 26, savm 10; Ebû Dâvûd, savm 21;İbn Mace, sıyâm, 25.

[8]  Mü’min sûresi, 40/60.

[9]  Ebû Dâvûd, savm 22;İbn EbîŞeybe, el-Musannef 2/344.

[10] Ahmedİbn Hanbel, el-Müsned 3/138; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 4/240, 7/287.

[11] Tirmizî, savm 82;İbn Mâce, sıyâm 45.

[12] et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 10/173; el-Hâkim, el-Müstedrek 4/349.

[13] Nûr sûresi, 24/30-31.

[14] Buhârî, rikak 23; Tirmizî, zühd 61.

[15] Buhârî, edeb 31, 85, rikak 23; Müslim, îmân 74, edâhî 19.

[16] Buhârî, savm 9; Müslim, sıyâm 163.

[17] Buhârî, savm 8, edeb 51; Tirmizî, savm 16; Ebû Dâvûd, savm 25.

[18]İbn Mâce, sıyam 21; Ahmedİbn Hanbel, el-Müsned 2/373.

[19] Mâide sûresi, 5/42.

[20] el-Gazzâlî,İhyâu ulûmi’d-dîn1/234.

[21] Buhârî, tevhid 35; Müslim, sıyâm 160.

Oruçluyken Dikkatli Olmak Lazım

İnsan çoğu zaman üzerinde durulmaması gereken, kâle alınmaması gereken şeylere takılıyor ve kaybediyor. Mesela bir insan namaz, oruç, hac ve zekat ile yükseliyor, yükseliyor. Fakat kendisini çileden çıkartan bir hâdise karşısında takılıyor ve bütün kinini, gayzını bir anda ortaya koyuyor. Halbuki o hâdise karşısında gayzını tutabilseydi namaz, oruc, hac ve zekatla elde ettiği yüksekliklerden daha yükseklere çıkabilirdi.

Orucun Ferde Kazandırdıkları

İnsanoğlu, Cenâb-ı Hakk’ın sayılamayacak kadar lütuf ve ihsanına mazhardır. Rahmeti Sonsuz’un insana verdiği nimetlerden biri de onu kendi aklıyla başbaşa bırakmayıp, yol gösterici olarak peygamberleri ve kitapları göndermesidir. Bunlar vasıtasıyla insan, şeytanî dehlizlerde gezinmek yerine melekî ufuklarda pervaz edecek, böylece yaratılış gayesine muvafık hareket etmiş olacaktır.

Kur’ân bizlere bu gayeyi, وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”[Zâriyât sûresi, 51/56.] âyetiyle bildirmektedir. Yani insanın mevcudiyetinin gayesi ibadet etmek, kendisini yaratan Rabbine kullukta bulunmaktır. Yapılan bu ibadetlerin karşılığı ise sadece Allah’tan beklenir. İbadetlerin semeresi uhrevîdir, faydası ahirette görülecektir. Bu sebepledir ki insan ibadetlerle, uhrevî yanı ağır basan kâmil bir kul durumuna yükselir. Bu durumunu korumak da yine ibadetlerle olur. Burada istidradi olarak –antrparantez– ifade edelim ki, bazı ibadetlerle birlikte gelen dünyevî faydalar kat’iyen o ibadetlerde gaye olamaz. Mülâhazaya alınmaksızın ibadetlerle birlikte gelen fayda ve maslahatlar ise Allah’ın Hakîm isminin gereğidir. Evet, O’nun bizi mükellef tuttuğu şeylerde bizim görebildiğimiz ve göremediğimiz nice hikmetler vardır. İşte namaz, oruç gibi ibadetlerle birlikte gelen fayda ve maslahatlar da hep bu perspektiften değerlendirilmelidir. Meseleyi bu şekilde tespit ettikten sonra şimdi oruçla gelen fayda ve maslahatlardan, tabir-i diğerle orucun bize kazandırdıklarından bahsedebiliriz.

Orucun Topluma Kazandırdıkları

Toplum, fertlerden teşekkül eder. Öteden beri insanlar hep topluluklar hâlinde yaşamışlardır. Bir topluluğun huzur ve sükûn içinde varlığını devam ettirmesi de ancak fertlerinin sağlam ve karakterli bir yapıya sahip olmalarına bağlıdır. Bu da ancak Yaratıcı’nın koyduğu esaslara tamamıyla bağlanmakla olur. Evet, Allah, insanı yarattığı gibi onun her yönüyle nasıl hareket edeceğini de belirlemiştir. Bunun için bir kısım hükümler vaz’ etmiş ve bunlarla ferdin ve bu fertlerin meydana getireceği toplumun ıslahını dilemiştir. İşte bu hükümlerden birisi olan orucun topluma kazandırdığı pek çok faydadan birkaçını zikredeceğiz.

Orucun vefa yönü

Oruç, vefa duygusunun tezahür ettiği en güzel bir ibadettir. Zira oruç, Allah ile kul arasında yapılmış bir ahiddir. Kul, belirli zaman dilimlerinde, belirli şeylerden vazgeçer ve bu hareketleriyle, ahdinde vefalı olduğunu gösterir. Aynı zamanda insan, tuttuğu oruçlarla vefa duygusunu öyle geliştirir ki, vefa onun ayrılmaz bir parçası hâline gelir. Bu durumu kazanan kimse, içtimaî, ailevî ve ferdî hayatında zamanla âdeta “vefa”dan bir âbide durumuna yükselir.

Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.